Bugün, 100’ün 99’una sahip olanlar, 1’i de istiyorlar. 1’i bile olmayanlara ise sadece iki yol kalıyor: Ya intihar, ya ihtilal…
Bugün, 100’ün 99’una sahip olanlar, 1’i de istiyorlar. 1’i bile olmayanlara ise sadece iki yol kalıyor: Ya intihar, ya ihtilal…
Sınıflı topluma geçildiğinden beri tarih ve bugün, her hücresi ve satırıyla sınıflar savaşından ibarettir. Bu savaş yükselir, yumuşar, yavaşlar… Devrimci olan sınıf kaybeder, kazanır, yine kazanır, yine kaybeder. Günü kurtarır, zayıf düşer, esir alınır… Ama savaş daima sürer. Ta ki sınıfların ve sınırların kalkacağı, devlet hikâyesinin tarih akışındaki seyrinin son bulacağı o güne dek.
Devrim ve devinim.
Tarih, devrimler ve karşıdevrimlerin hercümercinde ve nizamında sürgit devinecektir.
Bazıları için eskimiş, bayatlamış, antika bir aşk olsa da, proletarya, bu savaşın mazlumlar kümesindeki öncüsü, vurucu gücüdür, üstelik genişliyor. (Yeni moda tanımlara takılmayın.) İhtiyat kuvvetinde işsizler bekliyor.
Bundandır ki, işçi sınıfının en ufak bir hareketliliğinde, eyleminde yüzümüz biraz olsun güler, kalp atışlarımız hızlanır.
Tabii, böyle durumlarda kalp atışları hızlananlar sadece biz gariban takımı değiliz. Egemenin, sömürgenin de hızlanır kalp atışları. Elbette bizimki gibi heyecandan değil, onlarınki korkudan. Yürekleri ağızlarına gelir.
Bugün de yaşadığımız budur.
Ufak ufak, ayrı ayrı, kendiliğinden çakan gösterişsiz kıvılcımlarda gördükleri “yangın çıkarsa” korkusu. Onları deli eden bu, onları yenecek olansa ateşin gücü ve yangının büyümesi.
Ateş söndürülecek olsa bile, bir yangın hatırası, yarının yığınağı için iyi iş görür.
Korktular. Artık korkuyorlar. Yo, öyle derin bir korku değil bu ama epeydir hissetmedikleri bir hisle doldular. Gezi’den, Tekel’den anımsadıklarına benzer lanet bir his bu onlar için. Ve bunu bastırmak, bununla baş edebilmek için iyice fütursuzlaştılar. Kollukları, linç kıtaları, medyalarıyla dört koldan saldırıyorlar emeğe, ekmeğe ve adalete.
Yaşadığımız gerçek, en iyi distopya romanına bin basar.
“O kadarını da yapamazlar” denilecek hiçbir şey kalmadı artık. Ülkenin altına ahlâksızlık, tapınmacılık, biat bir dinamit olarak yerleştirildi. İnfilak ve katmerlenen faşizm, emek hareketini, mücadeleyi, solu zayıflattı, ciddi bir değer erozyonuyla, onu ruşeym evresinin bile gerisine doğru fırlattı.
Ama ekmek kavgası sürüyor. Ve gelinen bu durakta emeğe, yoksula saldırı artık en vahşi hâlini aldı. Aç karınların sesi, en güçlü hamaset retoriğini bastırır. Evet, karşılarında ciddiye almalarını gerektirecek örgütlü bir güç yok. Fakat, bir “başıbozuklar” hareketinin yıkıcılığı ve bunun devrimci muhalefette yol açabileceği toparlayıcı etki de korkmak için kâfi.
Muhayyel hareket, hep “başıbozuk” ya da spontan kalabilir, hiçbir şey kazanamadan devletin kudreti karşısında pes edip geri çekilebilir, dağılabilir. Ya da o hâliyle de belli başlı kazanımlara ulaşabilir.
Her hâlükârda, geride geleceğe bir hafıza bırakır. 15-16 Haziran gibi, Yeni Çeltek gibi, Tariş gibi, Zonguldak gibi, Tekel gibi. Ya da Çorum gibi, Gazi gibi, Ulucanlar, 19 Aralık, Gazi, Gezi direnişleri gibi. En altta olanların oligarşiye karşı şiddetle kabından boşaldığı ’96 1 Mayısı gibi yahut.
Her hareketten, isyandan bir anı, tecrübe, ders kalır. Kıyama duran günler daima öğretir. Küçümsenemez.
Saldırı, kuşatma büyüdükçe, yeni yöntemler geliştirdikçe, direniş ve reddiye de yeni biçimler alacaktır, yollar bulacaktır. Kimi direnecek, savaşacak, kimi teslim olacak, kimi kaçacak, kimi soysuzlaşacak, kimi kahramanlaşacak, öncüleşecek, kimi de kendine başka bir yol ararken umudunu yitirip her şeyden vazgeçecek.
Bugün, 100’ün 99’una sahip olanlar, 1’i de istiyorlar. 1’i bile olmayanlara ise sadece iki yol kalıyor: Ya intihar, ya ihtilal.
İntiharı mecazen de, madden de ele alsak, intiharın yolu çoktur. İhtilalin ise ülkelere, öncü güce, zamana, erime bağlı olarak nüansları olsa da yolu her yerde benzerdir.
Ve bazen bir intihar da, ağa babalara, patronlara, egemenlere bir ihtilal ihtimalinin korkusunu yaşatabilir. Sebep olan düzendir. Gerçeğin üstünü örten şalın çekilip atılmasından korkarlar. Bu taksimin adaletsizliğini haykıran seslerin kulaklarında daha çok çınlamasından korkarlar.
Garipler, ne zaman “kurtuluş” için intiharı değil ihtilali düşünmeye başlarlarsa, işte o zaman dünyayı yakarlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.