Bir kulüp nasıl yönetilemez? Hatta bir kulüp batma noktasına nasıl getirilir? Bir kulüp batırılırken batıranlar aynı zamanda nasıl kahramanlığa soyunur? Bir kulüp yanlış ve gereksiz transferler ile ne hale gelir? Bir kulüp lisans çıkarmak için para ödeyemediği ve borçlu olduğu oyuncuları ve teknik adamları nasıl ve niçin deşifre eder? Kulüp yönetmek demek, şampiyon olmak için […]
Bir kulüp nasıl yönetilemez? Hatta bir kulüp batma noktasına nasıl getirilir? Bir kulüp batırılırken batıranlar aynı zamanda nasıl kahramanlığa soyunur? Bir kulüp yanlış ve gereksiz transferler ile ne hale gelir? Bir kulüp lisans çıkarmak için para ödeyemediği ve borçlu olduğu oyuncuları ve teknik adamları nasıl ve niçin deşifre eder?
Kulüp yönetmek demek, şampiyon olmak için ödeyemeyeceğin ölçülerde borca girmek demek değildir.
“Henüz 1965 yılında kurulan bir takım nasıl olmuştu da dört yıl içinde bugünün Süper Lig’i olan 1. Lig’i ikinci sırada tamamlamıştı? Ülkede herkes birbirine aynı soruyu soruyordu. İslam Çupi, Tercüman gazetesindeki köşesinde bu durumu “çimen ihtilali” kelimeleriyle açıklıyordu. Eskişehirspor’un ihtilali resmen başlattığını duruyor, o yıla kadar şampiyonlukları ve hatta ilk üç sırayı (tek istisna Gençlerbirliği’nin 1965-66’da ligi üçüncü sırada tamamlaması) aralarında paylaşan Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray ilk kez böylesine büyük bir tehdidi ensesinde hissediyordu. 1968-69 sezonunu Beşiktaş’ın, 1969-70 sezonunu ise Fenerbahçe’nin hemen arkasında ikinci sırada tamamlayan Es-Es, 1970-71’te ise bu grafiğini bir Türkiye Kupası ile taçlandıracaktı. Üstelik aynı dönem Sevilla karşısında yazılan destan, bu sezona ayrı bir anlam yüklüyordu. Teknik direktör Abdullah Gegiç’in önderliğinde ortaya çıkan takım, İstanbul hegemonyasına ilk başkaldırışı gerçekleştirmiş, bununla da yetinmeyip o sezon ülke sınırları dışına da çıkabileceğini herkese göstermişti. Üniversite mezunu pek çok oyuncunun yer aldığı Eskişehirspor, akılcı oyunuyla takım oyununu ve kolektif futbolu da farklı bir noktaya taşımıştı” (Alp Alptürk)
Sözünü ettiğimiz takım ve kulüp, yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı üzere belli bir tarihi birikime ve dolayısıyla kendine özgü değerlere sahip olan, yarım yüzyılı aşkın süredir hayatımızda var olan Eskişehirspor. Sözünü ettiğimiz konu ise Eskişehirspor’un bugün itibariyle içine düşürüldüğü olumsuz durum.
Türkiye’de benzer örnek çok. İlginçtir benzer durumları yaşamış tüm kulüplerin neredeyse benzeri duruma düşmelerinin biricik nedeni yanlış yönetim politikaları ve o politikaları, daha doğrusu politikasızlıkları nedeniyle kifayetsiz yönetici profilleri ile doğrudan ilişkilidir.
Esasen kulüplerin başarısız olması diye bir şey yoktur aslında. Başarısız olan takımlardır. Takımların başarısız olması, kulüplerin başarısız olması veya kulüplerin “batması” anlamına gelmez. Bu başka bir tartışma konusu olmakla birlikte, sportif düşünce ve felsefe açısından önemli bir konudur. Takımları şampiyon olmayan ve üst liglerde yer almayan kulüpler neden ve niçin batsın?
Endüstriyel spor ve futbol düzeni var olmak için yarışma, kazanma ve en üstte olma şeklinde işleyen düzende daha fazla paraya ulaşabilmenin düzenine uymak için varlığınızı ve başarılı olma ölçütünüzü futbol takımınızın üst liglerde ve en üst ligde yer alması olarak belirlersiniz. Ama bu aynı zamanda sizin endüstriyel futbol piyasasının koşulları ve işleyişini bilmeniz ve bu koşullara ve işleyişe göre bir ekonomi düzen kurmanızı da gerekli kılar.
Yanlış transferler başta olmak üzere, varlığınızı içinde yer aldığınız piyasa futbolunun gerektirdiği ekonomik ölçülere göre düzenleyemezseniz, gelirlerinizi arttıracak önlemler ve çözümler üretmezseniz, üstelik var olanları da savurganlık ölçülerinde günü kurtarmaya yönelik kullanırsanız bir alt lige, sonra bir alt lige düşerseniz.
Düştüğünüz liglerde en üst ligdeki söz konusu finans futbolunun ve piyasasının kendi düzeni ve karlılığı adına size sunduğu gelirlerden bir anda mahrum kalırsınız.
Süper lige çıkmanın tek kurtuluş olduğu düşüncesinden hareketle, önceki sezonlara ait borçlar ödemeden, tıpkı kaybeden kumarbazlar gibi zararı bu kez kurtarabilirim diye olmayan bütçeye rağmen yeni transferlere devam eder ve onları da “borçlu ve cezalı kulüp statüsü” nedeniyle lisans çıkaramadığınız için oynatamazsanız, gelinen son kaçınılmaz son olur.
Bu durum mağduriyet söylemleri ve görüntüleri ile kurtarılacak veya anlaşılması sağlanacak bir durum değildir. Çünkü ilgili herkesin gelinen bu sonda payı ve rolü vardır.
Gelir ve giderlerinizi hesaplamadan ve denkleştirmeden, üretim ve kazanç yapısallığınızı kurup bunu sürdürülebilir hale getirip kurumsallaştırmadan, sadece borçlanarak “şampiyon olmayı” hedeflerseniz, şampiyon olamadığınızda veya olduğunuz üst ligde tutunmayı başaramayıp düştüğünüzde hareket edeceğiniz hiçbir alan kalmaz. İşi farklı boyutlara taşımanız veya farklı çözümler üretme adına mevcut futbol düzeninin dışında bazı davranışlar sergilemeniz kaçınılmaz olur.
Örneğin gelinen sürecin sonunda çözüm arayışı diye ortaya koyulan uygulamalardan ve sözde “mücadelelerden” birisi mağduriyet görüntüsü ile birleştirilen deşifre etme davranışıdır. Borçlu olduğu ve borcunu ödemediği için transfer ettiği pek çok futbolcuya lisans çıkaramadığı için kendini mağdur ilan eden Eskişehirspor, mağdur edenler ise alacakları ödenmeyen davacı futbolcular ve diğer bazı kişiler. Davasından vazgeçme veya alacağı ile ilgili anlaşma yolunda imza/onay verilmesi için alacaklılara yönelik kişisel, sosyal ve etik olmayan “ikna” çabaları, imza verenlerin kahraman ilan edildiği bir “mücadele” yöntemi, kulübün yıllardır nasıl bu duruma düşürüldüğü gerçeği hasıraltı etmiş görünmektedir. Oysa taraftarı ile kenti ile farklı bir havası olan Eskişehirspor bugünleri bir daha yaşamaması adına tarihine ve birikimine yakışır bir yönetim biçimi ve yönetici modelleri oluşturmak zorundadır.
Özellikle alacaklı olan futbolculara yönelik “muaffakatname” imzası ile ilgili olarak çeşitli kanallardan baskılar o kadar artmış durumda ki, her bir oyuncu sosyal medya hesabından veya yerel medyaya açıklamalar yapmak zorunda kalmaktadırlar. Örneğin bunlardan birisi uzun yıllar söz konusu kulübe hizmet etmiş birisi olarak kimseden çekincesi ve korkusu olmadığını, kulübe olan sevgisinden ve saygısından imza verdiğini açıklamak ihtiyacı duymuştur.
Peki, takım süper ligdeyken yaklaşık on yılda ne oldu da bugünlere gelindi? Bunu yerel basını takip eden herkes en ince ayrıntısına kadar biliyor. Yakın tarih açısından durum şöyle özetlenebilir.
2008 itibariyle Eskişehirspor Süper Lig’e yer aldığında kulübün borçlarının düşük olduğu biliniyor. Tabi o dönemde siyasiler bugün olduğu gibi yine işin içindeler. Dönemin piyasacı ve özelleştirmeci merhum Maliye Bakanı Unakıtan’ın başta transferler olmak üzere, diğer ilişkilerdeki rollerinin de katkısıyla ortada mali açıdan götürülebilir tablo var. Eskişehirspor Süper Lige çıktıktan sonra yönetim el değiştiriyor ve şu anki mevcut yönetim görevi devralıyor. 2013 yılına kadar yani şu anki mevcut yönetimin göreve geldiği döneme kadar oldukça başarılı sayılabilecek bir takım olmasına rağmen, ilgili çoğu kişi kulübün ekonomik açıdan doğru yönetilmediğini düşünmektedir. Nitekim 2014 yılında şu an yönetimde olan mevcut yönetim gitti yerine Mesut Hoşcan yönetimi geldi. Mesut Hoşcan yönetimi ise ekonomik yapıyı düzeltme adına üç, dört oyuncuyu “büyük kulüplere” satarak ciddi bir gelir kaydediyor ama bu arada takımın oyuncu kalitesi ciddi anlamda düşüyor. Oyunculardan elde edilen ciddi meblağların ise nereye ve nasıl harcandığı çok anlaşılamıyor. 2016 yılında takım doğal olarak küme düşüyor. Özellikle 2016 yılının devre arasında yapılan transferler ligde kalmak yapılan hesapsız ve yanlış transferler nedeniyle FİFA tarafından transfer yasağı gündeme geliyor. Geçen sezon da lisans alamayan kulübün puanı siliniyor. 2018 yılı sezonu itibariyle de transfer sezonu açıldığında pek çok transfer yapılıyor. Fakat önceki sezonlarda görev alan ve kulüpten alacağı olan futbolcular ve teknik adamlardan bazıları haklı olarak muvafakatname vermedikleri için transferler boşuna yapılmış olduğu gibi, güya hedeflenen Süper lige dönme hedefi ortadan kalkmış görünüyor.
Meselenin esasen özeti, bir kulübün yönetilememesi, yanlış yönetilmesi ve bir kulübün ulusal ve uluslar arası boyutta yer aldığı “piyasanın” gerekleri açısından olması gerektiği ölçütlerde kurumsallaştırılmamış olmasıdır.
Eskişehir Belediyesi ve Eskişehirspor ilişkisi üzerinden bir şeyler söylemek gerekirse, gerçek şu ki, birçok siyasi kişilik Eskişehirspor’un durumu üzerinden Eskişehir Belediyesini yıpratmanın ve önümüzdeki yerel seçimlerde bunu kullanmanın hesabı içinde olduğu gibi bir atmosferin söz konusu olduğudur.
Belediyelerin “belediyespor” uygulamaları rantiyeciliğinin ve kamu kaynaklarını kötüye kullanmanın en acıklı örneklerinden birisidir. Profesyonel liglerdeki belediyespor modeli, endüstriyel futbolun Türkiye çeşitlemesi olarak asalak bir spor modelidir. Bunun üzerinden gidilecek yerel siyasi bir hesap büyük bir olasılıkla Eskişehir kentinde tutmayacaktır. Belediyesporlar bu memlekette kamu kaynaklarının spor üzerinden haksız kullanımı açısından dünya ölçeğinde bir faciadır.
Belediye yerel seçimlerinde Eskişehir belediye başkanlığında adı geçen Milli Eğitim Eski Bakanı Nabi Avcı’nın ve partisinin Eskişehirspor üzerinden Yılmaz Büyükerşen’e yönelik kullanabilecekleri yıpratıcı hiç bir argümanları yoktur. Tam tersine kamu kaynaklarını çarçur ettirmediği ama buna rağmen gereken ilgiyi ve yardımı yapmış olduğu da ortadayken.
Cumhuriyetten Arif Kızılyalın’ın haberine göre, “oysa, daha 8-10 yıl önce Türkiye’nin ‘kendi kendine yeten’ kulübüydü. Çünkü Altay, Gençlerbirliği, Trabzon gibi sağlam bir altyapısı vardı, daha önemlisi futbolcu izleme komiteleri çevredeki yıldız adaylarını Es-Es altyapısına kazandırıyordu. Üstelik arkalarında da Belediye gücü vardı. ‘Önce otopark’, sonra da ‘benzinlik tahsisi ile altyapısını, tesislerini, günlük ödemelerini garanti altına almıştı Eskişehir Büyükşehir Belediyesi, Eskişehirspor’un… Ne var ki, Türk futbolunun yakasına yapışan savurganlık virüsü Eskişehirspor ’a da sirayet edecekti. Sorumsuz, hesapsız harcamalar, derken kulübü 3 milyon borçla devralan Halil Ünal’la 200 milyon liraya çıkan borç yükü. Üstelik bu arada Alper’i F.Bahçe’ye, Tarık’ı G.Saray’a satıp 12.5 milyon Avro’yu da kasalarına koymuşlardı. Bugün ise yönetime göre 130, 140, denetçilere göre 200 milyonluk borç ve transfer yasağı, ardından Kulüp Başkanı Halil Ünal’ın, “Kulübün anahtarını Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e vereceğim, kapıyı o kapatsın” demeci söz konusu.
Son söz olarak gelinen süreçte tipik bir futbol yönetim zafiyeti ve beceriksizliği ve ihtirasının somut sonuçları bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Türkiye futbolunda “Anadolu ihtilali” şeklindeki romantik ama gerçek bir yönü de olan, İstanbul kulüplerin hegemonyasını geçici ve sezonluk da olsa kırabilme adına bir örnek ve bir model niteliği taşıyan kulüplerden birisi Eskişehirspor bugün itibariyle aşağıdaki soruların muhatabı olan bir kulüp durumundadır.
Bir kulüp nasıl yönetilemez? Hatta bir kulüp batma noktasına nasıl getirilir? Bir kulüp batırılırken batıranlar aynı zamanda nasıl kahramanlığa soyunur? Bir kulüp yanlış ve gereksiz transferler ile ne hale gelir? Bir kulüp lisans çıkarmak için para ödeyemediği ve borçlu olduğu oyuncuları ve teknik adamları nasıl ve niçin deşifre eder? Bir kulüp yanlış yönetildiği, amaca yönelik uzun vadeli stratejik planlar yapmayı nasıl beceremez? Bir kulüp kendine sunulan otopark, benzinlik gibi işletmeleri nasıl koruyamaz ve çalıştıramaz? Bir kulüp düşmemek için siyasetçilere yaslanma ihtiyacı nasıl duyar? Siyasetçiler yerel seçim öncesi bir kulüp üzerinden nasıl hesaplar yaparlar? Ve bu koşullarda yeni başlayan bu sezonda 2-0 galip olunan bir müsabakanın kahramanı 18 yaşındaki bir altyapı futbolcusunun olması ders almak için neden yeterli olmaz?
Bu ülkede çoğu kez kanıtlandığı üzere, spor kulüplerinin en önemli sorunu “yönetim ve yönetici sorunu”dur. Kulüpler tamamen kendi egolarının tatmini için oralarda boy gösteren, ticaret, sanayici-esnaf- tüccar erbabı ile kulüp üzerinden tanınırlık ve saygınlık sahibi olmak isteyen bunun için başkanlık ve yöneticilik peşinde koşan, farklı ilişkiler elde etmenin hesaplarını yapan sözde “futbol adamlarının” elinde “araç” olmuş durumdadır. Bu neredeyse çoğu kulüp için geçerli bir durumdur. Türkiye’de çoğu spor kulübü ve futbol takımları çözüm üretmeyen, kaynak yaratmayan, özkaynaklarına sahip çıkmayan ama buna karşın tüketen besleme, asalak ve acımasız birer yok edici canavara dönüşmüşlerdir.
Taraftarı sömürerek, iktidara şirin görünüp, devlete yaslanarak ve mirasyedi bir yönetim anlayışı üzerinden götürülen kulüplerin, bu nedenle Avrupa’daki emsalleri ile rekabet etmesi söz konusu dahi olamaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.