Bir patronu yoksa bir muhatabı da yok mudur? Kendisinin ve ailesinin yaşamını çiçek satarak geçindiren bir kadının ölümünün sorumlusu kimdir?
Bir patronu yoksa bir muhatabı da yok mudur? Kendisinin ve ailesinin yaşamını çiçek satarak geçindiren bir kadının ölümünün sorumlusu kimdir?
Sevgi Gökçe anısına…
20 Ağustos gecesi bültenlerde koca puntolarla yazılmış bir haber dolaşıyordu: “Trafik kazasında 1 ölü 3 yaralı: Konya’da refüjde çiçek satarken otomobilin çarptığı kadın öldü.” Haberin içinde çiçek satan bir annenin trafik kazasında hayatını kaybettiği ve oğlunun da ağır yaralandığı geçiyor. Bir eşin attığı veda çığlığı halen sokaklarda yankılanırken, bir oğula hasta yatağında annesini kaybettiği nasıl anlatılacağı sorunu halen ortada dururken; bültenler bize sermayenin diliyle rakamlara indirgenmiş bir hikâyeyi anlatıyor. “Göğün altında, yerin telef edilmiş yüzünde bir papatyanın ‘olmaz’ yaprağına düştüm”[1]diyordu Birhan Keskin. Çiçek satan bir eşten, bir anneden geriye yere saçılan bir papatyanın yürek üzerindeki izi kalıyordu. Sevgi Gökçe yürekte kalan izlerden biriydi, sadece 2017 yılında 446 işçi hayatını trafik/servis kazası ile kaybetti.[2]
Okuyucular yalın bir dille haber bültenlerinde sunulan olayın, sıradanlığın ve bir hikâyenin önemsizleştirilmiş halini okurken; aslında hayatın nasıl kelimeler arasında kapitalizmin dili ile bir kez daha yok edildiğine tanıklık ediyor. Trafik kazası adı altında, farkındalıktan uzak bir şekilde, kapitalizmin kavramsallaştırmalarını kabulleniyor. Oysa “çarpıtılmamış yaşamın geriye kalan tek imgesi ölümdür”[3] der Adorno.
Bu yüzden de bu yazı, içeriğini oluşturan, yaşanılan her benzer olayda nükseden bir sorunu tartışmaya açarak bizlere çarpıtılmamış bir gerçeği hatırlatmak istemektedir. Soruyu yanıtlamanın kestirme bir yolu olmakla birlikte, üzerimize düşen ağırlığından kolayca kurtulmak mümkün olmayacaktır. Bu yüzden soru açık ve keskin sorulmalıdır. Neden trafik kazaları ile ölen işçilerin ardından ‘iş cinayeti’ değil de ‘kaza’ diyoruz?
Bir soruyu doğru yöneltmek soru ve cevap arasındaki ayrımı ve de ikisi arasındaki bağı belirleyen şeydir. Bize düşen de soruyu doğru yöneltmektir. Trafikte hayatını kaybeden işçilerin ardından yaşananları doğru tanımlayacak olan da budur. Kaza ve cinayet arasındaki ayrım nedir? Öncelikle, iş kazası ve iş cinayeti arasındaki ayrımı belirgin kılan unsurlarla başlamak gerekir. “Kaza” bütün önlemlerin alındığı, işçilerin güvenceli-kurallı çalıştırıldığı, ancak buna rağmen yaşanabilecek önlenmesi mümkün olmayan istisnai durumlar için kullanılabilir.
Oysa kaza altında haberlerde verilen işçi ölümleri istisna değil kural haline gelmiş durumdadır. Çalışma yasaları bu ölümleri “iş kazası” olarak nitelemekte ısrar etse de bizlere düşen var olanın doğru tanımını söylemek, doğru anlamı belirtmektir. Bugünkü teknoloji ve iş güvenliğine dair gelişmeler ile “kazalar”ın önlenemez olması söz konusu değildir. Tam bu noktada yapılması gereken olanın iş cinayeti olduğunda ısrar etmektir.
Peki, ne ayırır bir kaza ile cinayeti birbirinden? Aradaki ayrımı belirgin kılan unsur nedir? Anlatımı, basite indirgeme pahasına, cevaba hoyratça bir geçiş yapmak gerekirse. Bir olayın kaza olabilmesi için öngörülemez ve önlenemez bir karakterinin olması onu iş cinayetinden ayırır. Gerek güvenlik anlamında teknolojik değişimler gerekse çağın getirdiği bilgi; sunduğu olanaklar, teknoloji iş güvenliği tedbirleri için uygulanabilirse, işyerlerinde olan kazaların büyük bir kısmı engellenebilecektir.
Yaşanabilecek olan bir olay ancak işçinin dalgınlıkla yaptığı bir yanlış hareketten dolayı (ki burada temel güvenlik eğitimi ve aşırı çalıştırma gibi unsurlardan yalıtılmış saf bir hatadan bahsediyoruz) ya da doğal afet gibi öngörülemeyen olaylar sonrası iş kazası sayılabilir. Bunun dışında tüm öteki nedenler, teknik önlemlerle en aza indirilip ortadan kaldırılabilir. Bunun olasılık dışı olduğunu söylenebilir.
Ne var ki, ölümlü iş kazalarında Avrupa birincisi, dünyada ise üçüncü sıradaki Türkiye’nin ölümlü iş kazası oranı “100 binde 20,5” iken, Norveç, İsveç, İsviçre ve Danimarka gibi ülkelerde “100 binde 2” oranının altındadır. Yani Türkiye’de bir işçinin ölme olasığı bahsi geçen ülkelerdekilerin 10 katıdır.[4] Ve bu önlemler alınmadığı için gerçekleşen her olay aslında kaza değil, önlemler alınmadığı için, bilinçli bir tercih, bilinçli bir gözardı edilme olduğu için iş cinayetidir.
Fakat, kapitalistler açısından iş güvenliği için yapılan yatırım kolayca ucuza sağlayacağı bir metayı pahalı hale getirmek demektir ki bu da baştan kapitalizmin doğasına aykırı bir durumu kabullenmesi anlamına gelir. Oysa iş kazası denetimi ve çalışma ortamın güvenli hale getirilmesi kaza olma olasılığını azaltacaktır. İş kazalarının yüzde 98’inin, meslek hastalıklarının da yüzde 100’ünün önlenebilir oluşu dikkate alındığında; aslında işçi sağlığı ve güvenliğinin kapitalistler için ne kadar önemsiz, işçi sınıfı için ne kadar hayati olduğu kendiliğinden su yüzüne çıkar. Burada politik bir tercih söz konusudur. Önlenmesi için gerekli yatırımların yapılmaması, küçük meblağlarla önlemlerin bile alınmamasının nedeni; devletin de artık işçi sağlığı ve iş güvenliğine dair her tür denetimi kaldırmış olmasıdır. Her şeyden önce devlet için işçinin hayatı değersizdir.
Gerçekleştirilmesi kolay ama kapitalistler için istenilmeyen önlemlerden bahsetmek gerekir. En yalını fazla mesai saatlerinin azaltılması yani insanca yaşamdır. İşçilerin ruh halleri, davranışları ve çalışma süreçleri iş kazalarına sebep olan en büyük etkenlerdir. Onun beden ve ruh sağlığını korumaktır patronların üzerine düşen. Sonrası iş güvenliği eğitimleri, kişisel koruyucu donanımların temini, çalışma ortamını düzeni gibi işçi için vazgeçilemez olan iş alanın yaratımıdır. Sadece güvenli ve sağlıklı bir iş alanın yaratımı da değil, işten eve gidişte geçirdiği süre de, bu süre zarfında güvenliğinin ve sağlığının sağlanması da patronların sorumluluğunun bir parçasıdır.
Bu noktada, hem yazının konusunu oluşturan hem de en fazla tartışmanın döndüğü konu ortaya çıkmaktadır. Trafikte yaşanan olayların basitçe trafik mi yoksa iş kazası mı olduğu noktasıdır. Ayrımı belirleyen şey, yukarıda belirtildiği üzere, olayın sadece öngörülemez ve önlenemez olup olmadığı değil, olayın iş ile olan ilişkisidir.
İşçilerin mesai saatleri içerisinde ve dışında iş sebebi ile bir yerden bir yere yolculuk etmeleri gerekebilmektedir. İşçilerinin ulaşımını sağlamak amacı ile birçok işyeri bünyesinde işyeri araçları bulundurmaktadır. Bu işyeri araçlarının içerisinde gerçekleşen veya işyeri aracıyla yapılan kazalar iş cinayeti olarak tanımlama noktasında kısmi bir uzlaşı söz konusudur. Bu noktada iş cinayeti olarak tanımlamakta bir sorun gözükmemekle birlikte işçinin kendi çabası ile işe ulaşımı esnasında gerçekleşen kazaların iş cinayetine ve iş süresine dahil edilmemesi sorunu oluşturur.
Çoğu zaman işe gidiş ve geliş yollarında gerçekleşen işçi ölümleri trafik kazası kelimesi olarak tanımlanmakta, geçiştirilmekte, olayı işverenin sorumlu olacağı bir iş kazası olarak adlandırmaktan imtina edilmektedir. Oysa işe olan ulaşım sürecinin de işe ait zaman dilimine dâhil olduğunu hatırlatmak gerekmektedir. İşçinin evden çıkışı ve işe varışı (benzer şekilde işten çıkışı ve eve varışı) iş süresine dahil edilerek değerlendirilmelidir. Böylece, kapitalizmin işçiye karşı duyduğu umursamazlıkla her şeyi kendince tanımlayıp biçimlendirmesine karşı durulabilir, işçinin ölümü sermayenin elinde hikâyesi önemsizleştirilen bir anlatıya dönüştürülmesi engellenebilir.
Bu yüzdendir ki, Denizli’de otobüs durağında işe gitmek için bekleyen Ümmü Uçar’ın, İstanbulda’da benzer şekilde işe geç kalmamak için koştururken trafikte hayatını kaybeden Hava Biçer’in ölümleri birer iş cinayetidir. Sorumlu ise onları sabah helallik alarak çıktıkları evlerine güvenli bir şekilde dönmemelerinde payı olan ama ölüm haberlerini evlere ulaştıran patronlardır.
Peki, Sevgi Gökçe bu hikayenin neresindedir? Bir patronu yoksa bir muhatabı da yok mudur? Kendisinin ve ailesinin yaşamını çiçek satarak geçindiren bir kadının ölümünün sorumlusu kimdir? Sorumluluk; Sevgi Gökçe’nin geçimini sağlayacağı işyerinin güvenli bir alanda olmasını sağlayamayan, gece yarısı çiçek satmak için onu yollara düşüren, çocuğunu güvenli bir şekilde emanet edecek bir ortam sağlayamayan, onun iş sağlığını ve güvenliğini, kayıtdışılık altında önemsemeyen devlettedir.
Hem kapitalizm hem de devlet sorumluluk almaktan kaçınıyor. İşçilerin ölümleri önemsizleştiriliyor. Öyle ki, Türkiye’de son bir yılda, her gün 5 işçi akşam eve dönmemek üzere evlerinden çıktılar, bir senede 286 bin 68 işçi iş kazalarından dolayı yaralandı ve asla iyileşemeyeceği hastalıklara yakalandılar. Fakat resmi sayfalarda bir rakam, haber bültenlerinde görünmez olarak kaldılar.
Amaç bir acıyı başkası ile yarıştırmak, acıların ve hüzünlerin bir teraziye koşulması değil. Fakat, son 10 yılda (2007-2017) yıllarında toplam şehit sayısı 2.148 [5] iken aynı süre zarfında 15.950 [6] işçi iş kazalarından ve meslek hastalıklarından hayatını kaybetti. Aynı gün içinde ölen işçilerin adları haber bültenlerinde anılmazken, şehit haberleri haber bültenlerinde yer edindi. Türkiyenin en büyük sorunun terör sorunu olduğu söylenirken, kapitalist teröre göz yumuldu. İşçilerin ölümleri toz ve küf içinde bırakılarak yola devam edildi.
Bizlerse, kırılganlık ve dağınıklık içerisinde kapitalizmin günlük dilde söylediğimiz kavramları-sözcükleri şekillendirmesini izliyoruz. İnkârı sahipleniyor ve manipülasyona göz yumuyoruz. Gerçekleri kapitalizmin gölgesinde oturan bir yalandan kurtarmamız, bir iş cinayetine trafik kazası diyerek geçiştirmekten, gerçekleri dilsizleştirmekten sıyrılmasının gerektiğini bilmemize rağmen susmayı tercih ediyoruz. İşçi sınıfının en büyük dostu olduğumuzu söylerken, işçi sınıfın düşmanlarının dilinden konuşuyoruz. Bizler, bir iş cinayetine basit bir kaza olarak bakmaya devam ettiğimiz müddetçe karşımızda hep haklılık payını baki tutacak olan bir yapıyla karşılaşmaya, onun bizleri rakamlara indirgemesine müsaade etmiş olacağız. Üzerimize düşen, sınıfa olan bir boyun borcu olarak, gerçekleri saklı tutulmaya çalışılan yerden çıkararak, işçi sınıfının hayatını daha görünür kılmaktır.
Dipnotlar:
[1] Keskin, B. (2017). Kim Bağışlayacak Beni, Salyangoz şiiri, Metis Yayınları, İstanbul.
[2] İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) 2017 Raporu. Bknz: http://guvenlicalisma.org/19179-ohalkhk-rejimi-is-cinayetleri-demektir-2017-yilinda-en-az-2006-isci-yasamini-yitirdi, (Erişim tarihi: 19.09.2018)
[3] Adorno, T. Minima Moralia,
[4] Çetin. M. Ve Karatay Gögül, P. (2015) “Türkiye’deki İş Kazaları ve İşçi Ölümlerinin Ekonomik Boyutu ve Politika Önerisi”, Journal of Sociological Studies / Sosyoloji Konferanslari, 51, s.29.
[5] CNNTÜRK (2017). İste 2005-2017Arasinda Sehit Verilenlerin Ve Gazilerin Sayisi, erişim adresi< https://www.cnnturk.com/turkiye/iste-2005-2017-arasinda-sehit-verilenlerin-ve-gazilerin-sayisi>, erişim tarihi [20.09.2018].
[6] İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG)Yıllık Raporları Bkn: http://www.guvenlicalisma.org
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.