Değil mi ki bu ülkede bir kayıp anası, “Tek Hüseyin’imin kemikleri bulunsun, onu çuvala koyup sırtımda gezdireceğim” demişti. Şimdi kendisi de bir kemik olan ananın öyle bir şansı da yok artık
Değil mi ki bu ülkede bir kayıp anası, “Tek Hüseyin’imin kemikleri bulunsun, onu çuvala koyup sırtımda gezdireceğim” demişti. Şimdi kendisi de bir kemik olan ananın öyle bir şansı da yok artık
Bir bakışta zamanın çabuk gelip geçtiği sanılabilir. Haftalar ay, aylar yıl, yıllar uzak bir tarih olur… Siyasi hesaplarla gizli ya da aleni bir şekilde gözaltına alınıp da geri dönmeyenlerden bir daha haber çıkmadı. Bunların içinde yüz yılı dolduran da var. Elli yılı dolduran da var. ‘80’li, 90’lı yıllarda ise kayıplar konusunda yeni döneme uygun ayrı bir yoğunlaşma var. Kayıp olan yakınlarını arayan aileler de işte ’80-’90 dönemindeki kayıpların yakınlarından oluşmaktadır.
Aylar, haftalar ve yıllar, dışarıdan bakanlar için belki su gibi akıp geçti göründü. Oysa o zaman dilimleri, kaybedilenlerin ana-babasının, kardeşlerinin ve tüm yakınlarının yüreğini olanca ağırlığıyla diplere çeke çeke, yaşıyor olabilme ümidini karartarak, acıyı da yoğunlaştıra yoğunlaştıra geçti gitti. Dışarıdan bakanlar için her şey geride kalmış olabilirken, kayıp yakınları için her yeni gün yeniden aramaya, sorgulamaya başlamanın başlangıcı olmaya devam etti.
Her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda yüzlerce kaybın resmi, kemikleriyle buluşabilmek için yüzümüze bakıyor. Biliyoruz elbet o suretler fotoğraf olmanın ötesinde çok daha farklı anlamlar içeriyor. “İyi bakın bana, tanıyın ve toprağımla buluşturun beni” diye inadına gelip geçenlere, gözlerimize karşı yükselmekte.
Kayıplar bulunmak, analar yavrusuna toprak ve mezar istiyor. Bilmeliyiz ki belli bir avuç toprağı olmayanın kapanmamış hesabı, o ülkede gözyaşını akıtmaya, adaleti ve barışı acıtmaya devam edecektir. Ben Nurettin’im, Hasan’ım, Hayrettin’im, Ayşenur ve Ayten’im. Ali’yim, Mustafa’yım, İsmail ve Kenan’ım. Cemil’im, Neslihan ve Soner’im… Sizden biri, yüzlerceydim. Okuldaydım, iş gidişi ve iş dönüşü yoldaydım, sokaktaydım, tarlada, dağdaydım. Hatta herkesin bildiği şekilde evimde ve köyümdeydim. Beni bulun ve buluşturun toprağımla. Annem beni öpüp koklasın, ben annemin yürek sızısını sağaltayım. Beni bul anne! Bağrına basıp durduğun o fotoğraf, toprağımda yeşeren dallara bir kuş misali gelip konsun. Bul beni anne! Yokluğuma söylenen sızısı gülsün! Bul beni…
Onların yakınlarının, dostları ve arkadaşlarının feryadı gökyüzünü sarstı ağlattı. Ne bir ses, ne bir seda… Onları siyasi karanlık işler organizasyonu içinde halleden yetkililerden ne bir ses bir seda geldi. Yani yeryüzü sağır, yeryüzü suskun, yeryüzü taş kaldı. Kâğıttan dosyalar cansız, hareketsiz kararıp kapandılar. Polisler tüydü, savcılar hâkimler kem-küm ederek vakit öldürdü. Kemikleri nerede, hangi toprağa ya da denize, ormana karıştılar bilinemedi. Bilenler bilmeyenlere öyle böyle kör sağır kalarak Galatasaray Meydanı ve başka kentlerdeki diğer oturma meydanlarını onların ortak mezarı haline dönüştürür oldular. Anaların bilincinden, yüreğinden başka her şey taşlaştı.
Kayıp acısı eften püften haber anlamaz. Akıp giden hiçbir zaman kayıp acısına ilaç da olmaz. Bir çaresini, belki bir nebze ferahlığı ancak verilecek bir hesapta, ortaya çıkarılacak bir parça kemikte bulacak. Değil mi ki bu ülkede bir kayıp anası, “Tek Hüseyin’imin kemikleri bulunsun, onu çuvala koyup sırtımda gezdireceğim” demişti. Şimdi kendisi de bir kemik olan ananın öyle bir şansı da yok artık.
İşte böyledir kayıp acısı. Acılardan ağır bir acı, kayıp zamanı tüm zamandan farklı tanımı bitmeyen bir zaman. Her kapı çalışında yüreği çarpan, sokakta her yürüdüğünde oğlu karşısına çıkacakmış gibi bakınan anneler için zaman geçip giden değil çözümsüzlüğüyle üstüne çöken bir mefhum olmaktan başka nedir ki.
Cumartesi Anneleri sayıda bir dönüm noktası diye şu günlerde 700. haftanın oturma eylemine hazırlanıyor. 25 Ağustos Cumartesi günü herkesi de kayıpların fotoğraflarını alıp o yüzlere bir kez daha bakmaya, bir kez daha onları kaybeden asker, polis, bürokrasi, yargı mekanizmasının sorumlularını ifade etmeye çağırıyor.
700. haftada kayıplar “beni bul anne” diyor. Annenin yürek sızısı evladının yitimli varlığıyla buluşma sancısı çektikçe bu ses kulaklardan hiç gitmiyor.
Cumartesi Anneleri, “700 hafta geçti kaybolmadı inancım” diyor. Acılar paylaşıldıkça örgütlenir. Gelin 700. haftada birlikte olalım, birlikte soralım deniyor.
Cumartesi Anneleri “700 hafta geçti solmadı karanfilim” diyor. Kayıp fotoğraflarının üstüne her cumartesi kırmızı taze karanfiller konmakta. İnançlı ve inatçı arayışın, kayıpların ve Cumartesi Anneleri’nin sembolü olarak karanfiller hep diri ve canlı kaldılar. Haftaya yine tazelenecek, solmaya fırsat bulamayacaklar.
Cumartesi Anneleri “700 hafta geçti azalmadı direncim” diyor. Kimi analar yaşını başını bu uğurda, bu yollarda aldı, saçlarını ağarttı. Ölüm onları korkutmadı. Bedenleri sararıp solurken dahi evladını bulma gücünü yitirmedi. Vasiyetleri evlatlarının yine de aranması; bulunduğunda ise kemiklerinin kendi koynuna verilmesiydi.
Öz olarak Cumartesi Anneleri’nden Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak 500. Hafta çağrısı sürecinde “kaybedilmiş mücadele terk edilmiş olandır” demişti. 700. haftaya erişen Galatasaray’daki oturma eylemi de aynı umutla yoluna devam etmeyi hedefliyor. Her şey anaların gözyaşının dindirecek adalet ve demokrasi için.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.