İdlip operasyonu başladığında IŞİD’inden Nusra’sına Türkiye içinde de kök salmış olan cihatçı tehditle bir şekilde karşı karşıya kalacak
AKP’nin Suriye’de bir geleceği yok; kesin olan öyle ya da böyle buradan çekileceğidir. Ama İdlip operasyonu başladığında IŞİD’inden Nusra’sına Türkiye içinde de kök salmış olan cihatçı tehditle bir şekilde karşı karşıya kalacak. Aynı anda hem ABD’yi hem Rusya’yı idare etme siyasetinin sonu geldiğinde ertelenmiş faturalar da ödenecek. Ateş Türkiye’ye de sıçrayacak; bu nedenle operasyonu erteletmek istiyor
Suriye’nin kuzeybatısında, Hatay’a komşu bir vilayet olan ve 2015’te AKP, Suudi Arabistan ve Katar tarafından “Fetih Ordusu” adı altında birleştirilen cihatçıların ele geçirmesiyle birlikte “Cihadistan”a dönüşen İdlip için geri sayım başladı. Suriye savaşı için her bakımdan bir “son hesaplaşma” niteliği taşıyan İdlip operasyonu öncesi sahada ve masada; uluslararası, bölgesel ve yerel aktörler arasında muazzam bir hareketlilik söz konusu.
İdlip’i üç yönden kuşatma altına alan Suriye ordusu ve müttefikleri, dört ayrı koldan “İdlip Şafağı” operasyonuna hazırlanıyor: (İdlip’in güneybatısındaki) Cisr eş-Şuğur ve Gab Ovası, (kuzeydoğusundaki) Batı Halep ile (güneyindeki) Kuzey Hama. Savaşta hep en kritik cephelerde görev alan Suriye ordusuna bağlı özel birlikler (Kaplan Kuvvetleri) ile 4. Zırhlı Tümen operasyon noktalarına sevk ediliyor, bölgedeki sivillerin tahliyesi için Rusya’yla birlikte “insani koridorlar” açılıyor, havadan bölgeye “sona gelindi” bildirileri atılıyor… Buna karşılık İdlip ve çevresinde tahkimat çalışmalarına başlayan Nusra öncülüğündeki cihatçı çatı örgütü Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve müttefikleri, Suriye ordusuna karşı savaşacaklarını açıkladı.
Tam bu noktada gözler Saray-AKP iktidarına çevriliyor… Tayyip Erdoğan’ın “İdlip’e operasyon olursa Astana biter” resti Rusya ve İran nezdinde karşılık bulmazken, AKP bu kez de yoğun bir diplomasi trafiği başlattı. İlk olarak 14 Ağustos’ta Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Ankara’ya geldi. Bu ilk görüşme, AKP için hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Lavrov Türkiye’ye Astana taahhütlerini hatırlatarak “İdlip’te ateşkes teröristleri kapsamıyor. Teröristlerle, terörist olarak kalmak istemeyen silahlı gruplar kendilerini ayrıştırmalıdır” dedi; Suriye mevzileri ve Rus Hmeymim Hava Üssü’ne yönelik artan cihatçı saldırılarını hatırlatarak “Suriye ordusunu destekleyeceğiz” diye devam etti. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ezberden gitti: “Terörist var diye İdlip’i bombalamak katliam olur.”
Daha sonra 17 Ağustos’ta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve MİT Başkanı Hakan Fidan Moskova’ya giderek mevkidaşlarıyla görüştüler. 24 Ağustos’ta ise Çavuşoğlu, Akar ve Fidan birlikte Moskova’nın yolunu tuttu; önce mevkidaşlarıyla, ardından sonra Kremlin’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüştüler.
Tüm bu görüşme trafiği sonunda Rusya, cihatçıların sorumluluğunu üstlenen Saray-AKP iktidarının taahhütlerini hatırlatmakla kalmayıp “İdlip hamleleri”ni de bozdu. Kremlin, Erdoğan’ın İstanbul’da gerçekleşeceğini söylediği “Putin-Erdoğan-Merkel-Macron görüşmesi”nin olmayacağını açıkladı. Erdoğan’ın gerçekleştirileceğini iddia ettiği dörtlü zirve yapılsaydı, İdlip’te bir açmazla karşı karşıya olan AKP iktidarı, Şam yönetimini destekleyen Rusya ve İran karşısında Avrupa devletlerini bir denge unsuru olarak kullanabilecekti.
Rusya’nın İdlip beklentileri karşısında sıkışan AKP’nin imdadına ABD yetişti. 20 Ağustos’taki Kremlin açıklamasından bir gün sonra ABD, İngiltere ve Fransa yayımladıkları ortak açıklamada “Esad rejiminin tekrar kimyasal kullanması durumunda harekete geçmekte kararlıyız” dedi. 22 Ağustos’ta Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton tehditleri sürdürdü: “Eğer Suriye rejimi [İdlip’te] kimyasal silah kullanırsa çok güçlü karşılık vereceğiz.” Suriye’yi vurma tehditlerini de ABD’nin 56 seyir füzesi taşıyan USS The Sullivans destroyerini Basra Körfezi’ne, B-1B bombardıman uçağını da Katar’daki askeri üsse konuşlandırması izledi.
ABD’nin bu tehditleri İran beklentilerinden ileri geliyor: Rusya’ya “İran güçlerini Suriye’den çıkarmak için birlikte çalışalım” derken, AKP’nin imdadına yetişerek de “İran karşıt cepheye uyum sağla” mesajı veriyor. AKP şimdilik bu beklentiyi karşılamaktan uzak görünse de ABD ve müttefiklerinin Suriye’yi vurma tehditleri sonrası derin bir “oh” çektiği kesin. Üstelik Suriye’de ABD ile askeri uyumunu yitirmemeye özen gösterdiği de gözlerden kaçmıyor.
Rusya ise AKP’nin sevincini kursağında bırakmaya kararlı. İlk hamle Lavrov’dan geldi; “Şam’ın davet etmediği tüm dış güçler eninde sonunda Suriye’den çekilmeli” diyerek bir kez daha ABD ve Türkiye’yi işaret etti. Rusya ayrıca Kalibr füzesi donanımına sahip iki firkateynini Akdeniz’e gönderdi.
Rusya Savunma Bakanlığı da cihatçıların ABD ve müttefiklerinin saldırısına bahane oluşturmak için yeni bir kimyasal saldırı provokasyonu hazırlığı içinde olduğunu duyurdu. Açıklamaya göre, İngiliz özel askeri şirket Olive Group rehberliğinde, kimyasal maddeleri kullanabilmek için eğitilen bir grup militan “Beyaz Miğferliler’in kıyafetlerini giyip kimyasal saldırı kurbanlarını kurtarma mizanseni yapmakla görevlendirildi.”
Açıklamada asıl dikkat çeken kimyasal provokasyon için işaret edilen yerlerdi. Ruslar İdlip’in Cisr eş-Şuğur bölgesine klorin dolu sekiz tanker konuşlandırıldığını ve Kefer Zeyta köyüne ise kimyasal saldırı planlandığını söylüyor. Bu iki yerin ortak noktası, TSK’nin gözlem noktalarına yakın olması. Yani mesaj net: Rusya bu noktalardaki olası provokasyonların Türkiye tarafından engellenmesini, aksi halde bunlardan sorumlu tutulacağını belirtiyor.
Rusya, bölgedeki Nusra ve bağlantılı grupların kendilerini lağvetmesini sağlaması için Türkiye’ye yoğun baskı yapıyor; bunun için Eylül başına kadar süre verdiği dahi iddia edildi. AKP ise zamana oynuyor: Lavrov görüşmesinde Çavuşoğlu’nun “Rusya’yla beraber bu teröristleri tespit edip, onları etkisiz hale getireceğiz” çıkışı, HTŞ’ye “Kendini feshet, [AKP destekli] Ulusal Kurtuluş Cephesi’ne katıl” denilerek Ağustos sonuna kadar süre verildiği iddiaları…
Kendilerini feshetmek şöyle dursun, HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Culani “Devrim ve cihat silahının asla pazarlığı kabul edilmeyecek” dedi ve bunların “kırmızı çizgi” olduğunu savundu. El-Culani’nin AKP’ye de mesajı vardı: “Türkiye’nin gözlem noktalarına güvenmiyoruz, siyasi pozisyonları her an değişebilir.”
HTŞ’ye alternatif diye sunulan cihatçı gruplar da pek farklı değil. Muhaliflere ait “El-Dorar” haber sitesi, HTŞ ile Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin, 2015’te İdlip’i işgal eden “Fetih Ordusu”na benzer bir ortak operasyon odası kurduğunu ve bunun yakında resmen ilan edileceğini yazdı. Bunun yanı sıra HTŞ bünyesindeki altı grup saf değiştirerek El-Kaide bağlantılı Hurras el-Din (Din Koruyucuları) örgütüne katıldı. Hurras el-Din, 2016’da El-Kaide’yle bağını koparttığını duyuran Nusra’nın, “Şam’ın Fethi Cephesi” ile çatı örgüt HTŞ projelerinin başarısız olduğunu savunan ve Nusra’dan kopan “El-Kaide’ye sadık komutanlar” tarafından kuruldu.
Saray-AKP iktidarı bir yandan yoğun diplomasi trafiğiyle operasyonu erteletmeye çalışıyor, bir yandan Rusya’ya cihatçılara ayrıştırma sözleri veriyor, bir yandan da İdlip ve çevresindeki askeri varlığını güçlendirerek güdümündeki cihatçı gruplara “Merak etmeyin, buradayım” diyor. TSK’nin, Çin-Uygur kökenli cihatçıların kurduğu Türkistan İslam Partisi (TİP) kontrolünde bulunan Cisr eş-Şuğur’a yönelik olası Suriye ordusu operasyonunu engellemek için güvence verdiği dillendiriliyor… Bu, ABD’yle yaşanan kriz yaptırımlarla tırmanırken Erdoğan’ın “Ekonomi savaşında [İran ve Rusya’yla birlikte] bizimle” dediği ve 3,6 milyar dolar kredi aldığı Çin’i kızdıracak adımlar.
Suriye’de TİP’e karşı askeri operasyon düzenleme isteğini yıllardır dile getiren Çin, en son Ağustos ayı başında “Suriye ordusunun teröristlere karşı yürüttüğü savaşın Çin halkının da yararına olduğunu” belirterek Çin ordusunun İdlip operasyonuna katılmak istediğini açıkladı. Dolayısıyla tüm bu sözlerin, birlikte yerine getirilmesi mümkün değil. Saray-AKP iktidarı, İdlip’te önümüzdeki süreçte ya “terörist grup” kabul edilen cihatçıları ya da Rusya ve müttefiklerini karşısına almak zorunda kalacak.
AKP’nin Suriye’de bir geleceği yok; kesin olan öyle ya da böyle buradan çekileceğidir. Ama İdlip operasyonu başladığında IŞİD’inden Nusra’sına Türkiye içinde de kök salmış olan cihatçı tehditle bir şekilde karşı karşıya kalacak. Ateş Türkiye’ye de sıçrayacak; bu nedenle operasyonu erteletmek istiyor.
AKP aynı zamanda, bölgedeki varlığını bir pazarlık unsuru olarak kullanıp Kürtlerin kazanımlarını engellemek, bölgenin yeniden inşasından Türk şirketlere pay almak ve desteklediği grupları Suriye’nin geleceğinde bir şekilde söz sahibi kılabilmek istiyor. Kürtlerin Şam ile anlaşması halinde birinci seçenek zor. Üçüncü seçenek ise çok zor. Geriye kalıyor ikinci seçenek… “Fırat Kalkanı” bölgeleri [Azez-Bab-Cerablus] AKP için züğürt tesellisi olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.