24 Haziran öncesinde Erdoğan, “Kandil Operasyonu” ve “Münbiç Anlaşması”yla hem ABD’nin aleni desteğini almış hem de bunları seçim malzemesine dönüştürmüş oldu. Bunlara karşılık ABD, önümüzdeki günlerde İran ve Suriye beklentilerine Erdoğan’ın yanıt vermesini isteyecek
24 Haziran öncesinde Erdoğan, “Kandil Operasyonu” ve “Münbiç Anlaşması”yla hem ABD’nin aleni desteğini almış hem de bunları seçim malzemesine dönüştürmüş oldu. Bunlara karşılık ABD, önümüzdeki günlerde İran ve Suriye beklentilerine Erdoğan’ın yanıt vermesini isteyecek
24 Haziran seçimlerine haftalar kala ABD, Türkiye’ye Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta alan açarak Tayyip Erdoğan’ın iktidarına ihtiyacı olan desteği vermişti: “Münbiç Anlaşması” ve “Kandil Operasyonu”. Seçimler Erdoğan iktidarının lehine sonuçlanınca yüksek perdeden süren operasyonların ivmesinde ciddi bir düşüş başladı.
Erdoğan ve AKP’nin “Kuzey Irak’ta 30 kilometre içerideyiz” diyerek başlattığı; “Kandil’e az kaldı”, “Her an Kandil’e girebiliriz” denilerek vites yükselttiği operasyon çıkışları 24 Haziran sonrasında duruldu.
“Münbiç Anlaşması”nın ardından ise TSK’nin Cerablus-Münbiç hattında 2016’dan beri yaptığı devriye faaliyeti yeni bir gelişmeymiş gibi sunuldu.
Sonuç olarak Erdoğan, hem en büyük müttefiki ABD’nin aleni desteğini almış hem de bu iki konuyu seçim malzemesine dönüştürmüş oldu. Ancak tam bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: ABD bu desteğe karşılık Erdoğan’dan ne istedi?
Bu noktada hiç kuşkusuz ilk akla gelen İran.
ABD, İsrail ve yanlarında saf tutan Körfez monarşilerine göre bölgedeki “en büyük tehdit” İran. Türkiye de Trump yönetiminin İran’ı sınırlama-çevreleme politikasında kilit ülkelerin başında geliyor. Dolayısıyla zamanı geldiğinde Erdoğan Türkiyesi’nden “İran karşıtı cephe”de yer alması istendiğinde bu taleplerin karşılıksız bırakılmaması beklenecek.
Aslında Erdoğan ve AKP’liler “Kandil Operasyonu” çıkışlarının ilk günlerinde “ciddi bir operasyon” gerçekleştiği izlenimini vermek için sık sık İran’la işbirliği yapıldığını dillendirdiler. İran ve Irak’la “tam bir mutabakat içinde” olunduğu, Tahran’la görüşmelerin sürdüğü ve Erdoğan-Ruhani ikilisinin “bölgedeki güvenliğin korunması için” uzlaştığı günaşırı dillendirilse de durum pek böyle olmadı. İran Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Ebulfazıl Şekarçi 15 Haziran’da “komşu ülkelerin egemenliğini zedeleyecek girişimlere” hiçbir zaman destek vermeyeceklerini belirterek TSK operasyonunun “hukuksuz” olduğunu ima etti: “İran, bir başka ülkenin topraklarında o ülkenin meşru hükümetinin izni olmadan terörle mücadele bahanesiyle askeri eylemde bulunmanın hukuksuz olduğunu düşünüyor.”
İran Genelkurmayı’nın bu çıkışından bir hafta sonra da Anadolu Ajansı’nda yer alan bir haber, Ankara-Tahran ilişkilerinin geleceğine ilişkin işaretler barındırıyordu. İktidara yakınlığıyla bilinen bazı güvenlik uzmanı, akademisyen ve düşünce kuruluşu direktörlerinin demeç verdiği “İran’ın Kandil tutumunu bölgesel rekabet belirliyor” başlıklı haberde Tahran karşıtı bir dilin kullanılması dikkat çekti.
Trump yönetiminin Erdoğan’dan ikinci beklentisi ise Suriye konusunda olacaktır. Suriye’deki pozisyonunu güçlendirmek için Münbiç gibi tavizlerle Erdoğan Türkiyesi’ni yanına alan ABD, Kürtleri de gözden çıkarmış değil. Çünkü “Münbiç Anlaşması”, aynı zamanda Türkiye’yi sınırlama işlevi gördü. ABD bu “kontrollü durum”u tüm Rojava’ya yayıp sürekliliğini arzulasa da son gelişmeler işlerin umduğu gibi gitmediğine işaret ediyor.
“Münbiç Anlaşması” kısa vadede Erdoğan’ın işine yaradı ancak anlaşmaya paralel olarak Kürtleri Şam yönetimine yakınlaştıran bir sonuç doğurdu. “Münbiç Anlaşması”nın sürdüğü süreçte taraflar arasında ciddi bir diyalog zemininin oluştuğu, hatta bazı bölgelerde ön anlaşma yapıldığı dahi öne sürüldü.
ABD-Türkiye arasındaki mutabakat ne TSK’nin kente girmesiyle ne de (YPG-YPJ öncülüğündeki) Münbiç Askeri Meclisi’nin kentten çıkmasıyla sonuçlandı. Öte yanda ise son bir hafta içinde, Suriyeli Kürtler ile Şam yönetimi arasındaki ilişkilerin geleceğini doğrudan etkileyecek düzeyde bir dizi iddia basına yansıdı. Buna göre Kürtlerin, ülkenin en büyük barajı Tabka ile en büyük petrol sahası El-Ömer’i Şam’a devredileceği öne sürüldü.
Bunlar henüz doğrulanmayan iddialar olsa da müzakerelerin sürüyor olmasının bile Kürtlerin Suriye’nin geleceğindeki konumunu güçlendirdiğini söyleyebiliriz.
Aynı durum, her fırsatta Şam yönetimi tarafından Suriye’deki varlığı gayri meşru kabul edilen Erdoğan Türkiyesi için geçerli değil. Suriye ordusu ve müttefiklerinin geçtiğimiz günlerde, “isyanın başladığı” yer olan Dera kent merkezini kontrol altına alarak ülkenin güneyinde büyük oranda kontrolü sağladı. Şimdi ise gözler “Cihadistan”a dönüşen İdlip’e çevrildi.
İdlip-Lazkiye kırsalı hattındaki cihatçıların Suriye ordusuna yönelik operasyonları ile Rus hava üssü Hmeymim’e yönelik insansız hava aracıyla saldırı girişimlerinde bulunmaları Moskova’nın sabrı sonsuz değil. Bu bölgelerde TSK’nin gözlem noktaları bulunuyor ve dolayısıyla buradaki cihatçıların her hareketinin sorumluluğunu da AKP üstlenmiş oluyor.
Önümüzdeki günlerde Rusya ve İran sıranın İdlip’e geldiğini söyleyecek, diğer yanda ABD “Kandil Operasyonu” ve “Münbiç Anlaşması” karşılığında beklentilerine yanıt verilmesini isteyecek. AKP’nin Suriye’nin kuzeyinde kendi eliyle yarattığı cihatçı bataklığında neyi, ne kadar yapabileceğini ise hep birlikte göreceğiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.