Solun, başkalarıyla birlikte çalışma ve baskılara karşı mücadelelere mümkün olduğunca canlılık kazandırma ve genişletme; fakat galip gelebilecek bir politika ve stratejiyle kavga verme sorumluluğu vardır
Bugünün aktivistlerinin birçoğuna göre imtiyaz teorisi başta baskılara karşı gelmenin bir yoludur. İyi bir başlangıç noktası olabilir ve ortak endişelerimizi dile getirir fakat mücadeleyi ilerletebilecek bir temel değildir. Bu durumda solun, başkalarıyla birlikte çalışma ve baskılara karşı mücadelelere mümkün olduğunca canlılık kazandırma ve genişletme; fakat galip gelebilecek bir politika ve stratejiyle kavga verme sorumluluğu vardır
İMTİYAZ TEORİSİNİN YANLIŞLARI NELERDİR? (1) – ESME CHOONARA & YURI PRASAD
İMTİYAZ TEORİSİNİN YANLIŞLARI NELERDİR? (2) – ESME CHOONARA & YURI PRASAD
Dünyayı hak edilmemiş imtiyazların yapılandırdığı bir yer olarak görmenin dolaylı olarak önerdiklerinden biri, “imtiyazlıların” durumlarını kabullenip imtiyazlarından vazgeçmesidir. Örneğin erkek ve kadın arasındaki ücret farklılıklarına bakalım. Sosyolog R W Connell ve diğerleri bunu “erkeklik payı“ (masculinity dividend) – sırf erkek oldukları için erkeklere verildiği söylenen kazanılmamış haklar olduğunu söyler. Guardian’da yazan Ally Fogg, kadınları, erkeklere oranla daha az kazanıyor olarak görmeyi bırakıp, erkekleri kadınlara göre daha çok kazanıyor olarak görmeye başlamalıyız demektedir.39
Yani, erkekler eşitlik uğruna daha az para mı almalılar? Eğer bu inandırıcı görünmüyorsa, 2005-2007’lerin şehir meclislerinde en az parayla çalışan kadın işçilerin eşit ücret isteklerini karşılayabilmek için yerel idarecilerin başvurduğu bir yol olduğu hatırlanmalıdır. Tabii bunu yapmaları adalet uğruna değil, para harcamamak içindi fakat bu, iş verenlerin bir işçi grubunu ötekine karşı oynamayı durdurmaları için eşit gelir sorununu bir sınıf sorunu olarak görmek gerektiğinin keskin pratik bir hatırlatmasıdır.
İmtiyaz teorisyenlerinin çoğu muhtemelen, “imtiyazlıların“ imtiyazlarını bırakmaya çağrılmaması gerektiğini onaylar. Bunun başlıca nedeni de geniş çapta dayanışmayı sağlamak için değil, imtiyazın baştan atılabilecek bir şey olmadığına inandıklarındandır. Michael Kimmel’in söylediği gibi “bir kimse nefes almaktan nasıl vazgeçemezse imtiyazlı olmaktan da o kadar vazgeçemez.“ Bu çok kötümser bir teoridir -bir kimse imtiyazını bırakamazsa başkalarını ezmekte suç ortağı olmayı da bırakamaz. Sadece kendi “imtiyazlarının “ daha çok farkında olmayı isteyebilir ve imtiyazların en kötü şekilde ifade edilmesini veya kanun haline getirilmesini engellemeye çalışır.
İşe bakın ki, “imtiyazlarımızdan “ kaçınamamız teorisi Marksist “varlık, bilinci belirler“ – kişinin fikirleri ve davranışları dolaysız olarak “imtiyazlı“ veya “dezavantajlı“ konumlarından ortaya çıkar, kavramını yankılıyor gibidir. Fakat kitle baskılarının nasıl oluştuğu üzerine olan bu çok indirgeyici ve deterministik anlayış, gördüğümüz kadarıyla Marksizm’den çok uzaktır. Öncelikle bir kişinin varlığı hangi baskılara maruz kaldığının toplamına indirgenemez. İkincisi toplum içinde, baskı altındakiler dahil, birçok fikir dağılımı vardır – ve fikirlerle baskıya maruz kalma oranında doğrudan bir ilişki yoktur. İnsanların fikirleri sabit değildir –aksi halde tartışmalarla politik organizasyonlarla kendimizi yormamızın anlamı olur muydu? Sonuç olarak insanlar sadece pasif nesneler değillerdir. Sürekli etrafımızdaki dünya içinde hareket ederiz ve onunla iletişim halindeyizdir. Özellikle kapitalizmin içindeki uzlaşmazlıklar halkı karşı koymaya zorlar ki bu, kişinin (human agency) sadece dünyayı değil kendini de değiştirdiği bir durumu yaratır.
İmtiyaz teorisi bir çeşit elitizm de sergiler –biz hepimiz kaçınılmaz içsel bir önyargıyla bağlanmışızdır ama teorisyenler buna dahil değildir, onlar aydınlanmış bir kişisel uyanışa ulaşmışlardır. Hepimizi kendi kazanılmamış avantajlarımızın tutsağı olarak görenler, ancak bir azınlığı kendi imtiyazlarını itiraf etmeye ikna etmeyi bekleyebilirler. Buradan, görünüşte materyal gerçeklikte köklenmiş gibi görünse de imtiyaz teorisi aslında– fikirlerin çok önemli olduğuna inanarak, idealizme çöker. Bu nedenle imtiyaz teorisinin esas odağı eğitim ve uyanıştır.
Bu yaklaşımın liberalizmle birçok ortak yönleri vardır –kişileri eğitmeye odaklanma ve eşitsizliğin (en azından tüm erkeklerin, beyazların ve de heteroseksüellerin kökünü kazımadan) tamamen yok edilmesinin mümkün olabileceğini anlamaksızın adaleti sağlamak için ahlaki çaba göstermek zorunluluğu gibi.
İmtiyaz teorisi literatürünün çoğu sadece başkalarıyla yüzleşmek olduğu kadar, kişinin kendisi ile de yüzleşmesine odaklanır. Collins gibi geniş tarihî kapsamı olan bir yazar bile şöyle iddia eder “Değişim kendinle başlar ve etrafımızdaki kişilerle olan ilişkilerimiz sosyal değişim için en temel yer olmalıdır.“
Tabii ki insanların davranışları ve başkalarıyla ilişkilerinde kendilerini eleştirmesinde bir sorun yoktur ve de tüm baskıcı davranışları, dili ve tavırları tartışmak doğru bir şeydir. Fakat ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi gibi büyük sistemik ayrımlarla mücadelede birkaç ilerici insanın kişisel içebakışına bel bağlanamaz.
Bu tartışmalar yeni değildir. Ambalavaner Sivanandan, esas olarak kişisel ve kişiler arası ilişkilere odaklanan yaklaşımın tehlikeleri konusunda yazdığından beri 20 yıl geçti: “Gücü kişiselleştirerek ‘kişisel olan politiktir’ demek düşmana kişilik kazandırır: Siyahın düşmanını beyaz olarak, kadının düşmanını erkek olarak görmek ve tüm beyazlar ırkçıdır, tüm erkekler cinsiyetçidir demektir”.42
İmtiyaz teorisi politik tartışmayı ahlaklılığa başvuru ve kişisel hislere indirgeyerek, bir şey söyleyenin, genellikle söylenenden daha önemli olduğunu açıklar. Bu yüzden, imtiyaz kavramını tartışmak potansiyel olarak zararlıdır ve baskıcı hareketleri temize çıkarır. Eğer bir kimse ırkçı ve cinsiyetçi bir şekilde davranıyorsa, otomatik olarak onların “imtiyazlı“ ırka veya cinsiyete bağlı olduğuna atfetmektense, söylediklerinin ırkçı ve cinsiyetçi olduğunu tartışmak, tabii ki herkes için daha eğiticidir.
İmtiyaz teorisinin destekleyicileri, sürekli kişiler üzerine odaklanmaktan uzaklaşırken ve daha geniş bir kampanyalarla uğraşırken bile “imtiyazlıların“ yapabileceği en fazla şeyin, ezilenlere destek rolü oynayabileceklerinde ısrar ederler. Frances Kendall, örneğin, kendi imtiyazlarımızı kontrol etmemizin amacı, bizim imtiyazlarımızı paylaşmayanlarla “dostluk“ ve “gerçek ilişkiler“ kurabilmek içindir diye tartışır. 43
Daha geniş yapısal değişiklik yapmadan kendimizin ve başkasının fikirlerini değiştirebileceğimizin mümkün olmasına inanmak her şeyi tamamen tersinden almaktır. Gerek daha iyi işyeri şartları için, gerek savaşı durdurmak için, ırkçılığa karşı, cinsiyetçiliğe karşı, veya daha başka nedenlerle mücadeleye giren kişilerin çoğu, çelişkili fikirleri de beraberlerinde getirirler. Bazı gerici fikirleri benimseseler, bazılarını reddederler. Fakat işte tam da değişiklik için verilen mücadelede kapitalizmin işleyişi ile ilgili yeni birikimler kazanırlar ve eski varsayımlar ve önyargılar parçalanır. Bunun nedeni, değişimler için verilen mücadelede insanların dolaysız tecrübeleri, kapitalist kurumlar tarafından geliştirilen dünya görüşüyle keskin bir çelişkiyle düşer.
İmtiyaz teorisyenleri arasında “kesişimselcilik” (intersectionality) kavramı çok yaygındır. Özünde kesişimselcilik, kişilerin ve grupların değişik yönlerden baskıya maruz kalabileceklerinin ve bu farklı yönden gelen baskıların birbirini nasıl etkilediğinin ve – nasıl kesiştiğinin tanınmasıdır.
İmtiyaz teorisi ve kesişimselcilik aynı şey değildir. Fakat bazı yerlerde üst üste çakışırlar: Birçok imtiyaz teorisyeni kesişimselciliği, insanların nasıl bazı alanlarda “imtiyazlı“ olduğunu fakat diğer alanlarda baskıya maruz kaldığını anlatmakta kullanırlar. Örneğin, Courtney E Martin’in, New Statesman’da yazdığına göre, Peggy McIntosh kendi “bilinçsiz imtiyazlar“ının listesini çıkardığında “kesişimselciliği düşünmeye başladı – onun durumunda sadece kadın olmak değil, aynı zamanda beyaz hetereseksüel bir kadın olmak gibi. Başka bir deyişle, tüm kadınların aynı durumu paylaşmadığını fark etti – bunun sınıfa, ırka, cinselliğe bağlı olduğu gibi…
Aynı şekilde kesişimselciliğin ana savunucuları da birden fazla baskılara maruz kalanların, geniş mücadeleler içinde dışlandıkları konusuyla ilgili tartışmalarında, imtiyaz teorisi kavramlarını kullanma eğilimi gösterirler. Kimberlé Crenshaw, zenci kadınların hem beyaz kadınlar tarafından hem de zenci erkekler tarafından dıştalandıklarını yazarak “en imtiyazlı grup üyeleri üzerine odaklanmak çok yönlü baskı altında olanları dıştalar”45 der.
Kesişimselcilik, baskıyı anlamada temel etki olarak büyüdü. Yani “Benim feminizmim ya kesişimselcidir ya da palavradır“ sloganı feminist blogerlar arasında çok belirgin bir slogan oldu. Bu kavram birçok genç aktivist arasında da popüler oldu. Örneğin, Edinburg Üniversitesi’nde öğrenci konseyi, kendi öğrenci birliğini, kesişimselci feminizme açık bir yer olmasını oylamayla kabul etti. Ayrıca son yıllarda kesişimselcilik yaklaşımını kullandığını iddia eden akademik araştırma ve yazılarda veya toplumun en dıştalanmış “kesişmelerinde“ki kişileri araştırmakta büyük bir artış oldu. Bu çalışmaları bütünlüğüyle incelememiz konumuz dışındadır. Fakat kesişimselciliğin, özellikle eylemciler arasında nasıl olageldiği ve imtiyaz teorisiyle nasıl etkileşim halinde olduğu gibi birkaç kilit noktasını açıklamaya ve değerlendirmeye çalışacağız.
Kesişimselcilik iki düzeyde çalışır – birincisi tanım düzeyindedir. Birçok taraftan bu tanımlama rolü, kesişimselciliğin asıl fonksiyonudur. Özelde kesişimselcilik, birden fazla baskıyı “toplama“ yaklaşımını reddeder. Yani siyahî kadının üzerine olan baskı, basitçe ırkçılık artı cinsiyetçilik olarak anlaşılmamalıdır. Bu baskıların özel kesişimi ikisinin toplamından daha büyük başka bir şey yaratır. Örneğin ırkçı fikirler, sadece siyahî olmanın ne demek olduğu değil, siyahî kadın veya siyahî erkek olmanın ne demek olması gibi özel cinsiyetli klişeler arasında çalışır.
İkincisi, kesişimselcilik kavramı özellikle son zamanlarda eylemciler tarafından kullanıldığı biçimiyle sık sık, imtiyaz teorisinin temel çerçevesine çok benzeyen bir güç teorisini yansıtır. Tarihe ve birkaç kilit noktaya derinliğine baktıktan sonra bu soruya tekrar döneceğiz.
Kesişimselcilik kavramı genellikle 1980’ler ve 1990’ların başlarında Amerikalı hukuk profesörü Kimberlé Crenshaw ya da Amerikalı sosyoloji profesörü Patricia Hill Collins tarafından başlatılmış olarak gözlemlenir. Oysa ki kesişimselciliğin temel fikirleri, 1970’ler ve 1980’lerdeki kadın hareketlerini ve siyahi kurtuluş hareketlerini, siyah kadınların kendine özgü tecrübelerini gözardı ettikleri ve dışladıkları nedeniyle ağır bir şekilde eleştiren siyahî kadınların yazdıkları yazılara kadar geriye gider. Bu yazılar siyah feminizm olarak bilinir -ve Collins’in etkili çalışması Black Feminist Thought 46 ‘un konusu ve başlığını oluşturmuşlardır. Yani bu kavram, siyahî kadınların görüşlerini ve üzerlerindeki baskıları anlama yöntemi olarak gelişti ancak o zamandan beri çeşitli baskılar arasındaki bağlantıları anlamaya çalışmak için ele alındı ve genişletildi.
Siyah feminizmin çıkışı Amerikan kadın hareketinin özel karakterine birçok yönden yanıttır. Kadın hareketi, toplumsal haklar, Siyah Güç (Black Power) ve Vietnam savaşı karşıtı hareketlerden daha sonra ortaya çıkmış ve bu hareketler içinde aktivistlerin maruz kaldığı cinsiyetçiliğe karşı bir reaksiyon olarak şekillenmiştir. İngiltere’nin tersine, Amerikalı kadınların hareketi sosyalist solun çok zayıf olduğu, sendika üyeliğinin az olduğu ve halkçı reformcu örgütlerin bile olmadığı bir ortamda gelişti. Baştaki köktenci politikalarına ve kitle etkilerine rağmen, 1970’lerin ortalarına doğru kadın hareketleri giderek temelde ve odaklaşmalarında bile dar ve tutucu olmaya başlamış ve geniş mücadelelerden ayrılmıştır. Bu daralış, tüm erkeklerin kadınları bastırdığı üzerine olan teorileri güçlendirmiştir.
Bazı siyah feministler kadın hareketindekilerin tüm kadınlar adına konuştukları iddialarına büyük eleştiriler getirdiler. Özellikle hareketin, diğer grupları dışarıda tutup beyaz orta sınıf kadınların problemlerini yansıttığına dikkati çektiler. Audre Lorde bu konuda şöyle der:
Genelde bugünkü kadın hareketi içinde beyaz kadınlar ırkı, cinsel tercihi, yaş ve sınıfı göz ardı ederek kendi kitlesel baskılarına odaklanırlar. Kadınların kardeşliği (sisterhood) sözcüğünü kullanarak homojen oldukları izlenimini vermeye çalışırlar ama gerçekte böyle bir şey yoktur.48
Birçok yönden siyah feministler bu konuda haklıdırlar. Kadın hareketi genelde –çoğunluğu beyaz- orta sınıf kadınlar ve onların sorunları ve bunu yansıtan metotlarda kaldı. Fakat birçok siyah feminist de kadın hareketinden edindikleri kendi tecrübelerini yorumlayarak onun, sadece beyaz eylemcilerin tarihçesi olduğunu ve siyah kadınları dışlamak ve kendilerine yapılan ırkçılığın bir aleti olmaktan başka iyi bir şey yapmadıklarını söyleyerek yanlış bir genelleme yaptılar.
Beyaz feministlerin çoğu, Amerikan kadın hareketinin bir bütün olarak ırkçılığı ve emperyalizmi göz ardı ettiğini kabul etmezler. Birçok eylemci, kadın hareketine, Vietnam karşıtı ve insan hakları mücadelelerinden geldiler ve bu sorunları birlikte getirdiler. Önceleri, kadın hareketi savaşa karşı aktifti ve Siyah Panterlere yapılanlara karşı protestolara katılıyorlardı. Amerikalı eylemci Lise Vogel, örneğin, feministlerin 1980’lere kadar ırkçılığı ve sınıfları görmezden geldiklerini reddeder. 1970’lerin sonlarında, birçok radikal sosyal hareketin yok olup yeniden ortaya çıkması sürecinde, eski genel politikaların bir kısmının kaybedildiğini savunur. Başka bir deyişle, kadın hareketinin problemleri beyaz kadınların imtiyazlarıyla ilgili değil, politikayla ilgiliydi.
1977’de, bir siyah feminist hareket olan Combahee River Collective’in yayınladığı bildirge, daha sonra kesişimselcilik olarak bilinen kavramın temeli olarak görülür. Onların bu bildirgesi, kesişimselciliğin ana temalarından bazılarını içerir:
Şu anda bizim politikamızın en genel ifadesi olarak, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, heteroseksüel ve sınıf ayrımlarına karşı mücadele etmeye kararlıyız ve özelde, en önemli baskı sistemlerinin iç içe geçmiş olması gerçeğine bağlı olarak, görevimizi, entegre analizi ve pratiğimizi geliştirmek olarak görmekteyiz.
Geniş kurtuluş hareketlerinde ve “beyaz erkek solu“ etrafında edindikleri tecrübelerinden dolayı ayrı örgütlenme yolunda harekete geçtiklerini ve “beyaz kadınlarda olduğunun tersine, ırkçı olmayan, siyah ve beyaz erkeklerde olduğunun tersine, cinsiyetçi olmayan bir politika geliştirmek“ ihtiyacını belirlediklerini belirttiler.
Bildirgeleri oldukça radikal görünüyordu. Örneğin, “Tüm baskı ve zulüm altındaki halkların kurtuluşu politik-ekonomik sistemler olan kapitalizm ve emperyalizmin olduğu kadar patriyarkinin de imhasını gerektirir” diye belirtiyorlardı. Oysa ki politikaları en dar anlamda söylenilenlerin söylenmesi için derlenmişti fakat gerçekte çelişkiliydi. Yani, “Marks’ın [ekonomik] teorisi ile temelde aynı fikirde” olduklarını belirtiyorlardı ama feminist yazıyı Sisterhood Is Powerful (Kızkardeşlik Güçlüdür)‘dan beğenerek alınan şu paragrafla bitiriyorlardı “Beyaz heteroseksüel erkeklerin ne gibi bir devrimci rolü gerçekleştirebilecekleri hakkında en ufak fikrim yok çünkü kendileri bizzat gerici çıkarcı gücün temsilcileridir.“ Siyah feministler, daha geniş kadın hareketinin sorunlarını ve yapılanışını eleştirirken, metotlarını reddetmediler. Örneğin Combahee River Collective, çalışma gruplarına ve bilinci artırmaya odaklanmaktaydı ve cinsiyetçilik üzerine olan ayrımları, geniş kadın hareketinde görülen ayrımcılık ve kimlik tartışmalarının bir yansımasıydı.
Siyah feminizm, bir düşünceler zinciri olarak birbiriyle uyumludur ama bu tutarlı demek değildir. Bu bir sürpriz değil – sadece siyah ve kadın olmak bir kişinin politik görüşlerini belirlemez. Yine de, örneğin Collins’in Black Feminist Thought (Siyah Feminist Düşünce) yazısında olduğu gibi bu fikirleri tutarlı bir bütün olarak sunma girişimleri olmuştur. Collins’in kendisi, politik sonuçlar için bu konunun üzerinde aşırı derecede durduğunu bildirir. Aslında siyah feminizm geleneğinin önde gelen kişileri arasında da ciddi tartışmalar vardır. Örneğin Bell Hooks, geniş kadın hareketinin acımasız eleştirisini birçok siyah feministle paylaşırken, Combahee River Collective’in siyah kadınlar olarak ayrı örgütlenme kararını, mücadele meydanını terk eden gerici bir düşünce olarak görür.
Nitekim siyah feministlerin kadın hareketine olan eleştirilerinde haklı oldukları taraflar vardı. Marksistler de fark gözetmeyen “kızkardeşlik“ (sisterhood) kavramını eleştirdiler. Bazı feministler tarafından benimsenen bu çerçeve, değişik sınıflardan gelen kadınların farklı olan çıkarlarını belirsizleştirir. Tabii ki tüm kadınlar baskılardan eziyet görürler – fakat hakim sınıftan gelen kadınlar varlıklarını kullanarak çeşitli yönlerden cinsiyetçiliği hafifletirler. Sistemin tümüne karşı koymak söz konusu olunca, işçi sınıfından kadınların sisteme karşı koymakta çıkarı varken hâkim sınıf kadınlarının çıkarı, varlıklarını devam ettirmek için sistemi devam ettirmekte yatar.
Baskıya maruz kalanlar arasında otomatik bir birlik olmadığı doğrudur – ve bazı feministler diğer baskıya maruz gruplarla ilişkilerde gerici rol oynamışlardır. Örneğin, Fransa’da ve daha başka yerlerde, Müslüman kadınların tesettür giyme hakları tartışmasında normal feministlerin rolü bunun karşısında yer almak oldu. Oysa ki baskıları ve sömürüleri nasıl anladığımızı yansıtan bu soruların hepsi politiktir. Bazılarının zannettiği gibi imtiyazların bilinçsizce uygulanması değildir.
Siyah feminizm denilen literatür kölelik dahil, tarihte olanlarla ilgili anlayışımızı artıran, düşünceleri harekete geçiren yazılar üretti. Angela Davis, Bell Hooks ve diğer birçok yazar bu konuda olduğu kadar, kadınların oy kullanma mücadelelerindeki tartışmalarda ve ırkçı cinsiyetçi görüntülerin analizinde de geniş çapta ve yetkili bir şekilde yazdılar. Kesişimselci yaklaşım olarak bilinen bu anlayışın sosyal politika alanında da göz önüne alınması faydalıdır, örneğin, Crenshaw’ın siyahî ve diğer azınlık kadınların ne gibi özel ihtiyaçları olabileceği konusunda yaptığı gibi. Bir göçmen kadının, örneğin, evdeki şiddet karşısında ne gibi servislerin yardımından yararlanabilmesinin önünde ne gibi ek engellerin olabileceği gibi. Fakat kesişimcilik burada yaptığı, Laura Miles’ın bu dergide tartıştığı gibi, “gerçeğin adını anmak“, yani tanım seviyesinde kalmaktır.
Tanım tabii ki önemli – köle ticaretinin mekanizmalarını anlamak önemli, çünkü tarih bugünü bilgilendirir. Cinsiyetçi görüntünün de aynı anda ırkçılaştırıldığını göz önüne almak faydalı olur, çünkü ideolojinin ne kadar baskıcı bir şekilde çalıştığını anlamamızın yararı vardır. Fakat kendi başına bu yeterli değildir.
Kesişimselcilik kavram olarak iki yöne çeker. Son zamanlarda bu kadar yaygın olması, birçok yönden geniş çapta toparlanma isteğini yansıtır. Birçok feminist ve diğer aktivist “kesişimselci“ olduklarını ifade ederek, değişik deneyimleri kabullenen, özelde siyahî kadınlara açık, kapsayıcı bir politika istediklerini açığa koyarlar. Açıktır ki özellikle yıllardır ayırımcı ve ahlakçı kimlik politikalarından geçmiş olanlarımız için bu olumlu bir gelişmedir.
Fakat kesişimselcilik kimlik politikalarını ya da post-Marksist güç kavramlarını reddetmez. Crenshaw, örneğin, kesişimselciliğin, post modernist öğelerle baskılara karşı olan mücadeleleri birleştirme girişimi olduğunu açıkça gördüğünü belirtir .55
Gerçekte kesişimselciliğin tüm temeli kimlik sorunlarına tutunmaktadır. Combahee River Collective, örneğin, “en derin ve potansiyel olarak en radikal politikalar, başkası üzerindeki baskıları kaldırmaya çalışmaktan değil, kendi kimliğimizden gelir” der. Kesişimci politikalar bu yüzden, aynı daha önceki kimlik politikaları gibi, parçalanmış ve ahlakçı olan bölünmeye açılırlar.
Bu yaklaşımın büyük bir bölümü, kişisel deneyimlerin yükselmesinin, kavramanın kilit noktası olduğunu görerek imtiyaz teorisi ve kimlik politikalarıyla bu ortak noktaları paylaşır. Bu nedenle Collins şöyle tartışır:
Kapsamlı üstünlük matrisi, dezavantajlı ve imtiyazlı değişik tecrübeler ve bunların ürettiği ortak tek taraflı bakış açısıyla gelen birçok grubu kapsar… Hiçbir grup açık bir görüş açısına sahip değildir. Hiçbir grup gerçek ”doğru”yu keşfetmeye izin veren teori ve metodolojiye sahip değildir.56
Bazı yazarlar ve aktivistler, sadece baskıların kesişimlerinde yaşamak bile direnmenin kendisidir diye önerirler. Yine de kesişimselciliği benimsemiş diğerleri için amaç sadece isim vermek değil baskıları karşılarına alıp mücadele etmektir. Birçok yazar ve aktivist, sadece kişilerle yüzleşmek değil, sosyal adalet uğraşısı için koalisyon kurmaktan bahsederler. Sosyalistler de bu amaçları ve mücadeleleri paylaşır. Fakat ortak amaçlar için çalışmak neyle kavga ettiğimizi ya da direnmedeki strateji tartışmamamızı daha iyi anlamak gereksinimlerini ortadan kaldırmaz.
Kesişimselcilik teorisinin başlıca sınırlarından biri, bir yaklaşım olarak, içeriğinin tarif ettiği kesişen baskıların kaynağını bulmaya teşebbüs etmek yerine deneyim seviyesinde kalmasıdır. Bunun tersine Marks tarafından özetlenmiş metot, Marks’ın “en basit belirleyici faktörler “ (simplest determinants) dediğini bulmak için soyutlama yaparak, hayattaki güçlüklerin tanınmasından öteye geçmeyi içerir – bu durumda sınıflı toplumda baskıların kaynağını bulmaktır. Fakat bu tablonun sonu değildir. Marksistler bu çapraşık somut gerçekleri soyutlamaktan edindikleri birikimleri gerçeğe uygulamak zorundadır- bu Marks’ın “soyuttan somuta yükselmek“ diye açıkladığı durumdur. Bu şekilde hem baskıların kaynaklarını hem de bunu kavrayarak, insanların başlarına gelenlerin kapitalizm altında nasıl oluştuğunu daha iyi anlarız.
Marks’ın metodundan iki ayrı nokta daha çıkar. Birincisi Marks, farklı gibi görünen iki olayın, toplumun bütünlüğü içindeki parçalar olarak görülmesi gerektiğini iddia eder- yani oluşumlar ve deneyimler toplumun nasıl işlediği yönündeki daha geniş sorulardan soyutlanmış olarak anlaşılamaz. İkincisi, somut her zaman tarihseldir. Baskılar durumunda, bu özel oluşumlar ve deneyimlerin zamanla değişir olmasını tanımaktır. Örneğin, son zamanlarda kapitalizmde olan yapısal değişiklikler, tüm dünyada milyonlarca kadını daha işyerlerine çekerek kadınların baskı deneyimlerini ve bu baskılara karşı koyma olasılıklarını değiştirdi.
Marksizm’in stratejik birikimleri, dünyayı anlamaktaki bu anlayış metodundan kaynaklanır. Sınıflı toplumlarda baskıların kaynaklarını doğru tespit ederek yapısal yeteneklerimizi ve kapitalizm içinde işçilerin güçlerinin potansiyelini görebiliriz. Kesişimselcilik haklı bir şekilde toplumda iç içe geçmiş birçok bölümlerin olduğuna işaret ederken, imtiyaz teorisinde olduğu gibi, sınıflar sorununu, onlardan sadece bir tanesi olarak baskılar listesine havale eder. Böylece, kapitalizmdeki sınıfların özel yerini gözden kaçırır. Sınıf, sadece baskı kaynağı değil aynı zamanda gücün kaynağıdır ve farklı geçmişlerden ve kesişen baskılardan gelen insanların birleşmesinin mümkün olduğu bir tabandır. Marks, işçi sınıfında herkesin aynı olduğu nedeniyle değil, işçi sınıfındaki insanların kapitalizmle ortak ilişkilerinin olması ve birlikte tüm toplumu alaşağı edebilecek özgün bir güç kurabilecekleri nedeniyle, işçi sınıfına, evrensel sınıf (universal class) demiştir.
İmtiyaz teorisinin ana odağı kişiler arasındaki eşitsizlikler olduğundan, bizi, bir bütün olarak eninde sonunda sisteme karşı vereceğimiz kavga için silahlandıramaz. Fakat hasar sadece mücadele ufkumuzu kısıtlaması değil haksızlıklara ve önyargılara karşı her an olagelen kavgaların önünde bir engel olma riskini taşımasıdır. Örneğin, solun ve adaletsizlikten yakınanların en fazla üzerinde durduğu konulardan biri olan göçmenlerin acımasızca suçlanması, medya ve politikacılar tarafından kamçılanmakta olmasını ele alalım. Bu zehiri yok etmenin tek çaresi, şu anda Tories’den (İngiltere’nin Muhafazakâr Partisi) ve aşırı sağdan doğrudan bu tacizlere maruz kalmayan işçi sınıfının beyaz ve siyah insanlarını bir araya getiren bir mücadeledir. Ancak imtiyaz teorisi bize, harekete geçirmemiz gerekenlerin çoğunun bilinçli ya da bilinçsiz ırkçılığa ve “beyaz üstünlüğü“ne ortak olduğunu söylemektedir.
Şu anda süregelen göçmenlerin suçlanması beyazların veya İngilizlerin “imtiyaz“ının bir sonucu değildir ama ekonomik mutsuzluğun suçunu başkasına yöneltmeye kararlı acımasız hâkim sınıfların fırsatçılığı ve ihtiyaçları sonucudur. Bunu anlamak, sınıf bütünlüğünün en etkili direniş aracı olduğu tartışmasını kazanmayı mümkünleştirir. Tabii ki sınıf bütünlüğü otomatik değildir ve işçi sınıfından birçok kişi, bölücü politikalara ve yalanlara kanabilirler. Bu nedenle sadece hâkim sınıflarla değil, kendi sınıfımızdakilerle de politik kavga vermeliyiz. Fakat imtiyaz teorisi, beyaz aktivistleri, ırkçılığa karşı mücadelelerinde kendini koruma durumuna düşürmeye çalışarak, müttefiklerini uzaklaştırmakta ve göçmenleri kendi kavgalarında yalnız bırakmaktadır.
Birçok yönden baskılara karşı kavgalar yol kesimlerinde oluşur. Bir önceki neslin verdiği kavgalar, baskılara maruz bir tabakanın orta ve hâkim sınıflara yükselmesi için kapıları açtılar. Bu tabaka için eşitlik mücadelesi, fırsatlardan eşit şekilde yararlanmaya yani en üst masada yeterli sandalye almaya indirgenmiştir. Böylece dünyanın en güçlü ülkesinde siyahi başkana ve Avrupa’nın en güçlü ülkesinde kadın şansölye Angela Merkel’e sahip olabiliyoruz. Eşcinsel evlilik İngiltere’de artık serbest ve engelli kişilerin hakları çok yetersiz olsa da kanunla tanındı. Tepedeki birkaç kişi, mücadele gündemini kendi istekleri doğrultusuna çekmeye çalışırken aşağıda baskı ve eşitsizlikler sürüyor ve hayat çoğunluk için daha da zorlaşıyor. Bu durum, gerçek kurtuluş için nasıl mücadele verileceği konusunda Marksistlerin büyük katkıları olabileceği tartışmalara yol açar. Bugünün aktivistlerinin birçoğuna göre imtiyaz teorisi başta baskılara karşı gelmenin bir yoludur. İyi bir başlangıç noktası olabilir ve ortak endişelerimizi dile getirir fakat mücadeleyi ilerletebilecek bir temel değildir. Bu durumda solun, başkalarıyla birlikte çalışma ve baskılara karşı mücadelelere mümkün olduğunca canlılık kazandırma ve genişletme fakat galip gelebilecek bir politika ve stratejiyle kavga verme sorumluluğu vardır.
Notlar
38: Kimmel & Ferber, 2010, s.6.
39: Fogg, 2013.
40: Kimmel & Ferber, 2010, s.9.
41: Collins, 2010, s.234-235.
42: Sivanandan, 1990, s.14.
43: Kendall, 2013, s.171.
44: Martin, 2007.
45: Crenshaw, 1989, s.140.
46: Collins, 2009 (ilk basım 1990).
47: See German, 1989.
48: Lorde, 2000, s.289.
49: Vogel, 1991.
50: Combahee River Collective, 1977.
51: Combahee River Collective, 1977.
52: hooks, 1992, s.150 (first published 1982).
53: Angela Davis, diğer birçok siyah feminist ile cinsiyet aynı çerçevede politika yapmasa da, ırk ve sınıf politikası arasındaki bağlantıları araştırdığından genellikle siyah feministler kategorisine dahil edilir. Bu durum birçok açıdan siyah kadın yazarları savundukları politikaya göre değil, kimliğe göre kategorilendirip bir araya toplamanın sorunlarını yansıtır.
54: Miles, 2014.
55: Crenshaw, 1991, s.1244.
56: Mann & Huffman’dan alıntı, 2005, s.62.
57: Marx, 1857.
Referanslar
Bloom, Jack M, 1987, Race, Class and the Civil Rights Movement (Indiana University Press).
Callinicos, Alex, 1989, Against Postmodernism (Polity).
Choonara, Esme, and Yuri Prasad, 2012, “The Crisis of Black Leadership”, International Socialism 136 (autumn), www.isj.org.uk/?id=844
Collins, Patricia Hill, 2009, Black Feminist Thought: Knowledge, Consciousness and the Politics of Empowerment (Routledge).
Collins, Patricia Hill, 2010,”Toward a New Vision: Race, Class and Gender as Categories of Analysis and Connection”, in Michael S Kimmel and Abby Ferber (eds), 2010, Privilege: A Reader (Westview Press).
Combahee River Collective, 1977, The Combahee River Collective Statement www.sfu.ca/iirp/documents/Combahee%201979.pdf
Crenshaw, Kimberlé, 1989, Demarginalizing the Intersection of Race and Sex: A Black Feminist Critique of Antidiscrimination Doctrine, Feminist Theory and Antiracist Poltics (University of Chicago Legal Forum), http://politicalscience.tamu.edu/documents/faculty/Crenshaw-Demarginalizing.pdf
Crenshaw, Kimberlé, 1991, “Mapping the Margins: Intersectionality, Identity Politics, and Violence Against Women of Color”, Stanford Law Review Volume 43 (July),
www.marxists.org/archive/marx/works/1894/letters/94_01_25.htm
Fogg, Ali, 2013, “’Check Your Privilege’ isn’t a Trump Card—It’s a Call for Time Out”, Guardian (23 January), www.guardian.co.uk/commentisfree/2013/jan/23/check-your-privilege-not-trump-card
Foucault, Michel, 1981, The Will to Knowledge: The History of Sexuality, Volume 1 (Penguin).
Fukuyama, Francis, 1992, The End of History and the Last Man (Free Press).
German, Lindsey, 1989, Sex, Class and Socialism (Bookmarks).
Halley, Jean, Amy Eshleman, and Ramya Mahadevan Vijaya, 2011, Seeing White: An Introduction to White Privilege and Race (Roman and Littlefield).
Harman, Chris, 1994, “Engels and the Origins of Human Society”, International Socialism 65 (winter), www.marxists.org/archive/harman/1994/xx/engels.htm#oppori
hooks, bell, 1992, Ain’t I A Woman: Black Women and Feminism (Pluto).
Husain, Iqbal (ed), 2006, Karl Marx on India (Tulika Books).
Kendall, Frances, 2013, Understanding White Privilege: Creating Pathways to Authentic Relationships Across Race (Routledge).
Kimmel, Michael, and Abby Ferber (eds), 2010, Privilege: A Reader (Westview Press).
Laclau, Ernesto, and Chantal Mouffe, 1985, Hegemony and Socialist Strategy: Towards a Radical Democratic Politics (Verso).
Lorde, Audre, 2000, “Age, Race, Class and Sex: Women Redefining Women”, in Wendy Komar and Frances Bartkowski (eds), Feminist Theory: A Reader (Mayfield).
Mann, Susan Archer, and Douglas J Huffman, 2005, “Decenterising of Second Wave Feminism and the Rise of the Third Wave”, Science and Society, Volume 69, number 1 (January).
Martin, Courtney E, 2007, “Identity Crossroads”, New Statesman (28 November),
www.newstatesman.com/blogs/the-faith-column/2007/11/identity-oppression-approach
Marx, Karl, 1845, Theses On Feuerbach, www.marxists.org/archive/marx/works/1845/theses/
Marx, Karl, 1857, Grundrisse (Outline of the critique of political economy), www.marxists.org/archive/marx/works/1857/grundrisse/ch01.htm
Marx, Karl, 1868, “Marx To Ludwig Kugelmann In Hanover” (12 December), www.marxists.org/archive/marx/works/1868/letters/68_12_12.htm
Marx, Karl, 1870, “Marx to Sigfrid Meyer and August Vogt In New York” (9 April),
www.marxists.org/archive/marx/works/1870/letters/70_04_09.htm
Marx, Karl, 1972 [1894], Capital, volume 3 (Lawrence & Wishart), www.marxists.org/archive/marx/works/1894-c3/ch48.htm
McIntosh, Peggy, 1988, “White Privilege and Male Privilege”, reprinted in Michael S Kimmel and Abby Ferber (eds), 2010, Privilege: A Reader (Westview Press).
Miles, Laura, 2014, “Transgender Oppression and Resistance”, International Socialism 141,
www.isj.org.uk/?id=944
Olende, Ken, 2013, “The Roots of Racism” in Brian Richardson (ed), Say It Loud: Marxism and the Fight against Racism (Bookmarks).
Reich, Michael, 1978, “Who Benefits from Racism? The Distribution among Whites of Gains and Losses from Racial Inequality”, Journal of Human Resources, volume 13, number 4 (autumn).
Reich, Michael, 1971, “The Economics of Racism”, in David M Gordon (ed), Problems in Political Economy: an Urban Perspective (Heath) http://tomweston.net/ReichRacism.pdf
Roediger, David, 2000, The Wages of Whiteness: Race and the Making of the American Working Class (Revised Edition) (Verso).
Sivanandan, Ambalavaner, 1990, “All that Melts into Air is Solid: the hokum of New Times”, Race and Class, volume 31, number 3.
Smith, Sharon, 1994, “Mistaken Identity—or Can Identity Politics Liberate the Oppressed?”, International Socialism 62 (Spring), www.isj.org.uk/?id=311
Transformative Justice Law Project of Illinois, 2012, Checking Your Privilege 101, www.tjlp.org/Privilege101.pdf
Vogel, Lise, 1991, “Telling Tales: Historians of Our Own Lives”, Journal of Women’s History, Volume 2, number 3, http://muse.jhu.edu/journals/jowh/summary/v002/2.3.vogel.html
Wilson, Colin, 2008, “Michel Foucault: Friend or foe of the Left?”, International Socialism 118, (spring) www.isj.org.uk/?id=431
Wilson, Colin, 2011, “Queer Theory and Politics”, International Socialism 132 (autumn)
www.isj.org.uk/?id=759
Wise, Tim, 2011, White Like Me: Reflections on Race from a Privileged Son (Counterpoint).
[International Socialism dergisinin 142. sayısındaki orijinalinden Gülden Yazgan tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.