Marksistler, kişilerin sınıf içindeki konumlarının veya geçmişlerinin, hayatlarını biçimlemekte, cinsiyetleri, ırkları veya cinselliklerinden daha baskın olmadığını bilmelerine rağmen, sınıf üzerine vurgu yaparlar
Marksistler, kişilerin sınıf içindeki konumlarının veya geçmişlerinin, hayatlarını biçimlemekte, cinsiyetleri, ırkları veya cinselliklerinden daha baskın olmadığını bilmelerine rağmen, sınıf üzerine vurgu yaparlar. Bunu iki belirli nedenle yaparız. Birincisi, kitlesel baskıların temelini anlamakta sınıf analizi çok önemlidir, ki bu baskıların nasıl ve hangi şartlarda başladığı ve neden bugün devam ettiğini anlamak demektir. İkincisi, sınıf analizinin hayati önemi vardır çünkü problemin kişilerde olmaktan çok sistemde olduğunu tespit ederek ve sistemi alaşağı edecek güçleri tanıyarak, temel ve kalıcı bir değişim olasılığını mümkün kılan tek gerçek umuttur
İMTİYAZ TEORİSİNİN YANLIŞLARI NELERDİR? (1) – ESME CHOONARA & YURI PRASAD
Beyazlığın Bedeli
Beyazlık teorisi geniş çapta, ayrı bir birim olarak “beyaz” insanlar kavramının nasıl ortaya çıktığını anlamakla ve bu sınıflandırmanın bugüne kadar getirdiği sonuçlarla ilgilidir. Beyazlık teorisinin tarihini yeniden gözden geçirerek “beyaz kimlik“ ve “beyaz imtiyaz” la nasıl şekillendirildiğini araştırır ve de bugün “beyaz“ lığı normallikle özleştirerek “beyaz olmayan“ları “diğerleri“ grubuna atmak sorularını ortaya koyar. Bunu destekleyenlerin çoğu ırk üstünlüğü kavramının sosyal olarak, ayrımcılığı ve köleliği haklı çıkarmak için ortaya atıldığı doğrultusundaki Marksist anlayışı paylaşırlar. Ancak Marksistler, her türlü bilincin sosyal var oluştan köklendiğini ve ırkçılığın da tüm diğer ideolojilerde olduğu gibi maddi gerçeklikten yapılandığını anlamışken, beyazlık teorisyenlerinin çoğu ırkçılığın, geniş çapta bu türlü kısıtlamalardan uzak olduğuna inanır. Onlar, Psiko-kültürel (psycho-cultural) bir olgu olarak ırkçılığın, sistemden tamamen bağımsız olarak çalıştığını iddia eder ve ırkçılığın gelişmesi ve idamesinde hâkim sınıfların rol oynadığı yolundaki fikirleri basit ekonomik determinizm olarak reddederler.
Muhtemelen bu disiplinin en sözü geçen teorisyeni David Roediger şöyle der: “Amerika’daki beyaz Marksistlerin yazılarının büyük kısmı beyazlığı ‘kabul etmiş’ ve ırkı fazlaca basitleştirmiştir.”21 Mesajını güçlendirmek amacıyla şöyle devam eder : “Irk tamamen ideolojik ve tarihsel olarak yaratılırken sınıfın tamamen öyle yaratılmadığı noktası, sınıfın (ya da “ekonominin“) politik anlamda ve tarihsel analiz anlamında ırktan daha gerçek, daha asıl, daha temel veya daha önemli olması anlamına gelir.” .22
Köle tüccarları, köle sahipleri ve tüm üretken, finans ve devlet yapılanmasının sahipleri yerine, Roediger, ırkçılığı körükleyenlerin ortaya çıkmakta olan işçi sınıfı olduğunu iddia eder. 19’uncu yüzyılda Avrupa’dan gelen Amerikalı esnaflar ve zanaatçılar, kapitalistler tarafından fabrikalarda esarete ve ağır işçiliğe maruz bırakılmaktan korktukları için, zincirlenmiş siyah kölelerin aksine kendilerini beyaz “özgür insan” olarak tanımlamışlardır. Irkçılığın temeli olduğundan “beyazlık“ çok önemlidir. Tim Wise, beyaz olmanın ne demek olduğunu söyle açıklar:
Kendimizi olumsuzla tanımlama, kendimize kökü dışarıda olan bir kişilik vermektir- başkalarını belirli oranda baskı altında tutmaktan köklenir … eşitsizlik ve imtiyaz beyazlığın tek gerçek unsurudur… Irk imtiyazı olmadan beyazlık olmaz ve beyazlık olmadan imtiyaz olmaz. Beyaz olmak sadece avantajlı olmak demektir.23
Roediger, analizlerini, büyük tarihçi ve aktivist W E B Du Bois’ya dayandırdığını söyler. 1935’de yazdığı, Amerikan İç Savaşı (Civil War) sonrası Yeniden İnşa dönemiyle ilgili kitapta Du Bois, ırkçılığın, ırklar-arası işçi dayanışmasına göre neden üstün geldiğini açıklamış ve beyaz işçilere “psikolojik ücret” diye tanımladığı ödemenin yapıldığını belirtmiştir:
Beyaz oldukları için onlara toplum saygısı ve nazik hitap edilme konumu veridi. Tüm beyaz sınıflar, toplum fonksiyonlarına, parklara ve en iyi okullara serbestçe kabul edildiler. Polisler onların saflarından işe alındı, nereye oy verdiklerine bağlı olarak mahkemeler sanki kanunsuzluğu teşvik eder gibi, onlara müsamaha gösterdi.24
Roediger, paragrafı aktarır ama kendisine kredi sağlamak için kendininmiş gibi davranır. Du Bois’nın en önemli noktası, işçileri bölmek için işçilere psikolojik ücret verenler patronlardır. Tabii ki başka kim Du Bois’nın bahsettiği “imtiyazları” sağlayabilir? Amaç, beyaz işçilere küçük imtiyazlar vererek, onları, kendilerinin beyaz-olmayanlardan daha üstün olduklarına inandırmak ve böylece stratejik olarak işçileri bölmekti:
Irk teorisi, dikkatlice planlanmış ve yavaş yavaş gelişen, beyaz ve siyah işçiler arasına büyük mesafe koyan bir metot tarafından öyle desteklendi ki pratikte ortak çıkarları tamamen aynı olan ama bu kadar birbirlerine karşı derin ve kalıcı bir nefret ve korku duyan ve birbirlerinden oldukça uzaklaştırıldığı için hiçbir ortak çıkar görmeyen iki işçi grubu muhtemelen bugün dünyada bulunamaz.25
Du Bois’nın psikolojik ücret kavramının daha yerinde kullanımı tarihçi Jack M Bloom’dan gelir. Bloom, ırkçılık ve fakir beyazlara sanki üstün kasta ait oldukları hissi verme girişiminin, Amerikan İç Savaşı sonrasında, Güney hâkim sınıflarını kasıp kavuran, aşağıdan gelen bir ayaklanma korkusuna verilen karşılık olduğunu tartışır. “Toprak sahipleri ve onların varisleri olan tüccar-toprak sahipleri kontrolü kaybetme korkusu olmadan rahat edemezlerdi. Bu süreçte, çoğu zaman saldırıya maruz kaldılar ve kendilerini daha üstün kılmak için beyazların üstünlüğü (white supremacy) programıyla cevap verdiler.”26 der.
“Beyazların üstünlüğü programı”nın kapsamı içinde, siyah seçmenlerin çoğunu saf dışı bırakmakla sonlanan oy kullanma ayrıcalığında küçük avantajlar dağıtma da vardı. Zenciler üzerindeki hakimiyet ürkütücü bir şekilde her fırsatta yükseliyordu. Eğer işçi sınıfının beyaz mensupları beyazlık teorisini bu teorinin kendilerini bu teoriyi ne kadar desteklediğini söylediği kadar destekleseydi, fakir beyazların da tüccar-toprak sahiplerinin zencileri oy vermekten uzaklaştırmasını hoş karşılamalarını beklerdik. Oysa ki, bu harekete en fazla protesto, muhalif beyazlardan geldi. Neden? Çünkü 19’uncu yüzyıl sonlarının halk hareketindeki birçok aktivist oy kullanma kısıtlamalarının aslında kendilerine yönelik olduğunu anladılar ve gözlerini boyamak için yapılan girişimlere inanmadılar. Her mal-mülk sınırlaması veya oy sandığı vergisinin, fakir beyazları da seçim kayıtlarından silme etkisi yapacağını biliyorlardı.
Beyazlık teorisyenleri, herhangi bir beyaz işçi sınıfının ırkçılık karşıtı olmasını açıklamakta zorluk çekerler çünkü bu durum, işçiler kendi, gerçek ya da hayal edilmiş olan menfaatlerine karşı hareket ediyorlarmış görüntüsünü verir. Eğer beyaz işçiler dünyayı, sınıf bilinciyle ve ırklar karışımı olarak görmelerini ilelebet engelleyen bir üstünlük teorisi geliştirdilerse, nasıl oluyor da birçoğu, hayatları boyunca içlerinde olan üstünlük fikirlerini, yükselen sınıf mücadelelerinde sorgulamaya başlıyorlar?
Amerika’da, Komünist Partinin yardımlarıyla çok ırklı sendikalar döneminin başladığı 1930’ların kitle grevlerinden, araba fabrikalarından, liman işçilerine ve daha ötesine kadar, tüm beyaz ve siyah işçilerin mücadelelerde birleştiği 1960’ların sonları, 1970’lerin başlarındaki yeni işçi militanlığına kadar her işçi militanlığının canlanışı, ırklar arası bölünme sorunlarını da yarattı. Hiç kimse ırkçılığın, geçmişte ya da bugün, işçi sınıfı mücadelesine ciddi bir engel olmadığını -ya da ırkçılığı yenen galibiyetlerin her zaman kalıcı olduğunu iddia edemez. Fakat tarih gösterir ki mücadele sürecinde en zorlu bölünmeler bile yıpranır. Beyazlık teorisyenlerinin iddia ettiği gibi sisteme karşı çıkabilmeleri için önce işçilerin kafasından ırkçılığı çıkarmamız gerektiğini savunmak bizi, çaresizlik döngüsünün ağına düşmüş halde bırakır.
Baskıları, birbirine rekabete kilitlenmiş kişilerin kuvvet yarışması olarak görmek yerine Marksistler başka yerden başlarlar. Biz bunları, toplumun ekonomik temeli tarafından şekillendirilmiş, hâkim sınıflara çıkar sağlayan belirli baskı biçimlerinin sınıflı toplumdan yükselmesi olarak görürüz. Örnek göstermek gerekirse, ırkçılık ilk önce, siyah Afrikalıların köleliğini haklı çıkarmak için, beyaz tarla sahipleri tarafından çıkarılmıştır. Irkçılığın kölelik döneminden sonra kalıcı olması ve radikal bir değişime uğraması hem sömürge baskılarına haklı neden sağlamakta yararlı olması hem de dikkati, sefalet, sömürü ve perişanlığın gerçek nedenlerinden başka tarafa çekmesi içindir.
Amerikalı ekonomist Michael Reich 1970’lerde, 48 şehirleşmiş alandaki gelir dağılımını inceledi ve beyaz ve siyahlar arasında en fazla ayrımın olduğu yerlerin, beyazlar arasındaki gelir eşitsizliğinin en fazla olduğu yerler olduğunu buldu. Reich, böylece, ırkçılık işçileri ne kadar bölerse, kapitalistlerin o kadar kârlı çıktığını gözlemledi.28
Irkçılığın bölücü özelliği, işverenle pazarlıkta, işçilerin gücünü zayıflatır; ırkçılığın ekonomik sonucu, sadece siyah işçilerin gelirlerini azaltmakla kalmaz, beyaz işçilerin de gelirlerini azaltır ve kapitalistlerin gelirlerini artırır. Kapitalistler, bilinçli olarak ırkçılığın yaratıcıları veya başlıca devam ettirenler olmasalar da ırkçılık, Amerikan kapitalist sisteminin yaşam gücünü destekler.
Yani, siyah işçilerin yaşamı beyaz işçilere göre çok daha zordur ama ırkçılığın iki tarafa da zarar verici etkileri vardır. Bu en dar anlamda –gelirleri, öğrenim düzeyini, yerleşim durumunu karşılaştırırken – doğru olduğu kadar en geniş anlamda da doğrudur, çünkü, ırkçılık, tersine çalışarak, dayanışma üzerine kurulan birleşik ve etkili işçi sınıfı mücadelesi olasılığını zorlaştırır
Kapitalizmden önceki baskı biçimlerinin –özellikle kadınlar üzerindeki baskılar– analizinde, kimin çıkarı olduğunu görmek daha zor olabilir. Çünkü, bu tür haksızlıkların toplumda derin kökleri olduğu ve toplumun içine işlemiş olduğu, sistem için ırkçılıkla aynı işlevsel rolü oynamadığı ve böylece biyoloji gibi daha temel bir şeyin sonucu olması gerektiği kabul edilir. Halbuki kadının üzerindeki baskılar her zaman var olmadı; fazla yiyecek üretimi başarıldığında ve sonuç olarak toplumun sınıflara bölündüğü ve varlıklarını bir sonraki nesillere geçirebilen aile biçimlerinin ortaya çıkmasıyla kendini gösterdi. Çoğunlukla bir grup zengin adam toplumun kaynaklarını kontrol etmeye başladı, bunun sonucu olarak evlerde ataerkilliğin ortaya çıkması körüklendi. Yani aile, eskiden beri kadınların hep baskı altında tutulduğu bir hiyerarşi yerine sınıfların gelişmesinin bir sonucudur.
Kapitalizm altında ailenin şekli ve fonksiyonu radikal olarak değiştirildi ve ailenin birinci rolü bugün, yeni işçi nesillerinin yetiştirildiği ve bakılıp büyütüldüğü bir yer haline geldi. Kadınlar üzerindeki baskının kimin yararına olduğunu anlamak için kapitalist ailenin, kadınlar ve erkeklerin ikisinin de farkına varılan rolleri üzerindeki etkilerini kavramak çok önemlidir. Birincisi, sistem, yeni nesil işçileri yetiştirme masrafının özelleştirilerek, zaman ve para olarak neredeyse tamamını ailenin üzerine devretmiştir. Devlet yardımı sağlayan kurumları yok etmek için olan saldırılar buna ilavedir – yani, özellikle kadınlar giderek sadece çocuklara değil yaşlılar ve hasta akrabalara bakma sorumluluğunu da taşımaktadırlar. İkincisi, asıl kariyer rollerinin aile içinde olduğu varsayımından dolayı, kadınların ev dışı işgücü ucuzlatıldı. Üçüncüsü, aile biriminin parasal yükünün hâlâ erkeklerin üzerinde olduğu farz edilerek, kapitalizmin herhangi bir sorumluluktan temize çıkması sağlanmış ve erkek için, iş bulamazsa ailesine bakamama korkusu yaratılmıştır.
Bu şekilde aile ideolojisi, kadınlar üzerindeki baskının esas gerekçesi olarak iş görür. İngiltere’deki insanların çoğunluğunun çekirdek aile içinde yaşamamasına rağmen bu aile ünitesinin idealleştirilmesi, hâlâ “doğal“ ve istenen yaşam biçimi olarak sunulmasıdır.
Irkçılığın ve kadınlar üzerindeki baskının ikisinin de kapitalist sistemin çıkarları için çalıştığı açık olmalıdır. Fakat bundan Marksistlerin tüm bu bölünmeleri hâkim sınıflar tarafından kasten tezgahlanmış olarak gördüğü sonucu çıkarılmaz. Tabii o gruptan bazıları –örneğin medyaya sahip olanlar- bilinçli olarak bölünmeyi arttırma ve aktif bir şekilde, işçi sınıfının dikkatini, zorlukların gerçek nedenlerinden uzaklaştırıp, suçlanmak için hiçbir nedeni olmayanlara çevirme yolları ararlar. Fakat genelde bölücü ideolojiler, daha az özenle geliştirilmiş yollarla çalışırlar. Elit tabakadan bazılarının baskıları alevlendirmesi, kendi sınıfının, nesillerden gelen ve kökleri derinde olan önyargıları yansıtır. Diğerlerinin davranışı ise tamamen fırsattan yaralanmaya çalışmaktır.
Bu fikirler toplumun içine sızar ve belirli miktarda ekonomik temelden bağımsız hareket ederler fakat aynı zamanda ekonomik sistemle de kısıtlıdırlar. Frederick Engels şöyle yazar:
Politik, hukukî, felsefî, dinî, edebî, sanatsal vb. gelişme ekonomik gelişmeye dayanır. Fakat bütün bunlar birbirinin üzerinde ve de ekonomik temelin üzerindedir. Bu, ekonomik pozisyon tek aktif nedendir, başka her şeyin pasif etkisi vardır demek değildir. Bunun yerine ekonomik gereklilik temelinde etkileşim vardır ki bu hemen hemen her zaman sonunda kendini öne çıkartır. 31
Ya bugün işçilerin çoğunun arasına girmiş olan rekabetler, kıskançlıklar düpedüz haksız önyargılar nedir? Tim Wise’ın iddia ettiğine göre “sınıflı sistemde önemli bir değişikliğin mümkün olabilmesinden önce, beyaz ırkçılığa saldırmamız ve önemli bir şekilde azaltmamız gerekir.“ Fakat bu, beyaz işçiler toplumu değiştiremezler çünkü çok ırkçıdırlar, ırkçıdırlar çünkü toplumu değiştirememişlerdir gibi bir görüşü içeren kısır döngü yaratır. Marks’ın buna cevabı, mücadelenin, tutucu fikirleri kırmakta ve toplumu değiştirmekte önemli rol oynayabileceğini söylemektir. Çünkü kapitalizm işçileri, yaşamın en temel gereksinimleri için bile mücadele etmeye zorlar, fikirleri sınayan ve açıklığa kavuşturan sınıf mücadeleleri oluşturur. Örneğin, İngiltere’de, siyahiler ve Asyalılara karşı düşmanlığın, daha önce işyerlerinde, okullarda ve toplum kesimlerinde olan önemli mücadeleler göze alınmaksızın 1980’lerden sonraya itilmesini anlamak imkansızdır. Bunlar, siyah ve beyaz işçileri birlikte hareket etmeye teşvik eden, bazen kesinlikle ekonomik sorunlar üzerine olan çatışmalardı ve sonuç olarak birçok beyaz işçiyi ırkçı klişeleri benimseyen görüşlerini tekrar değerlendirmeye zorladı. Marks’a göre mücadelenin temizleme etkisi vardır:
Koşulları değiştiren ve yetiştiren materyalist doktrin, koşulların insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğitimcinin kendisinin eğitilmesinin çok önemli olduğunu unutur. Bu doktrin bu yüzden toplumu, birisi topluma daha üstün olan iki bölüme ayırmalıdır. Koşulları ve insan eylemini değiştirme rastlantısı veya kendiliğinden değişim sadece devrimci pratikle kavranılabilir ve rasyonel olarak anlaşılabilir33
Marksistler mücadeleyi, etrafımızdaki tüm gerici fikirlerin tartışıldığı –bunu yapan insanların veya grupların var olması koşuluyla- verimli bir arazi olarak görürler.
Marksizm’e karşı olanlar sık sık, teorinin her şeyi sınıf sorununa indirgediğini bu yüzden kitlesel baskıları anlamamıza ve karşı koymamıza yardımcı olamayacağı iddiasında bulunurlar. Radikal soldan bazıları bile Marks ve Engels’in, işçilerin aralarındaki bölünmeleri basite indirgeyerek onları romantikleştirdikleri suçlamasını getirirler. Patricia Hill Collins, “Eğer siyah insanlar ve kadınlar kendi sınıf çıkarlarını görebilselerdi, sınıf dayanışması, ırkçılığı ve cinsiyetçiliği yok ederdi”.34 diyerek Marksistleri karikatürize eder.
Eğer bu bizim davranışımız olsaydı Marksistlerin kurtuluş mücadelelerini, esas gerekli olan sınıf mücadelesinden sapma olarak görüp, göz ardı etmelerini beklerdiniz. Tersine Marksistler her zaman kendilerini bu tür çatışmaların içine atmışlardır – Eleanor Marks’ın çok büyük rol oynadığı doğu Londra’daki en eski işçi sınıfı kadın hareketlerinden, Amerika’nın bunalım yıllarında, Güneydeki ırk ayrımına karşı yapılan kavgada Komünistlerin oynadığı role, 1980’lerde Thatcher’ın gaylara karşı çıkardığı Section 28 kanununa karşı yapılan kitle hareketine kadar böyle oldu.
Marksizm teori olarak da kitlesel baskı ve zulümleri görmezden gelmez. Marks ve Engels’i üstünkörü okumak bile gösterir ki ikisi de haklı olarak şovenizmi ve haksız önyargıları işçi sınıfı hareketindeki –günün sosyalist organizasyonların en fazla dikkat etmesi gereken– bir kanser olarak gördüklerini sergiler. 19’uncu yüzyılda İrlandalılara karşı olan ırkçılığı açıklayan Marks şöyle yazar: “İngiliz işçi sınıfının örgütlenmesine rağmen güçsüz olmasının sırrı, bu düşmanlıktır. Bu sır, kapitalist sınıfın güçlülüğünü korumasının nedenidir. Ve bu sınıf bu durumun tamamen farkındadır.”35
İngiltere’de kadınların oy kullanma haklarını kazanmasından çok önce, Marks (bazen zamanın uygunsuz lisanını kullanarak) onların tüm dünyadaki işçi sınıfı örgütlerine liderlik pozisyonlarına atanmalarını tartışıyor ve şöyle yazıyordu: ”Tarihi biraz bilenler, dişi maya olmazsa büyük sosyal devrimlerin başarılamayacağını da bilirler. Sosyal ilerleme, zarif cinsin sosyal pozisyonuyla ölçülebilir.”36 Ve İngiliz gazeteleri çoğu kez kanlı olan 1857 Hint ayaklanması hakkında ırkçı safra kustuklarında Marks isyancıları ve metotlarını korumuştur. Şöyle yazar “İnsanlık tarihinde öç alma diye bir şey vardır ve tarihsel öç almanın kuralı, bu gerecin zarar gören tarafından değil zarar verenin kendisi tarafından bileylenmiş olmasıdır.” 37
Marksistler, kişilerin sınıf içindeki konumlarının veya geçmişlerinin, hayatlarını biçimlemekte, cinsiyetleri, ırkları veya cinselliklerinden daha baskın olmadığını bilmelerine rağmen, sınıf üzerine vurgu yaparlar. Bunu iki belirli nedenle yaparız. Birincisi, kitlesel baskıların temelini anlamakta sınıf analizi çok önemlidir, ki bu baskıların nasıl ve hangi şartlarda başladığı ve neden bugün devam ettiğini anlamak demektir. Sınıf analizi, kitle baskılarından kimin kârlı çıktığını ve tüm kapitalist sisteme nasıl bağlı olduğunu anlamamıza yardım eder. Böyle bir yaklaşım geliştirmek Marksistlerin, kitle baskı ve zulümleri, zayıf öğrenim, eğitim yetersizliği veya doğuştan beynimize işlenmiş biyolojik bir şey olarak görmek eğilimindeki açıklamaların düştüğü tuzağa düşmekten kaçınmalarını sağlar. İkincisi, sınıf analizinin hayati önemi vardır çünkü problemin kişilerde olmaktan çok sistemde olduğunu tespit ederek ve sistemi alaşağı edecek güçleri tanıyarak, temel ve kalıcı bir değişim olasılığını mümkün kılan tek gerçek umuttur. Marksistler, kapitalizmin alaşağı edilebileceğini ve onunla beraber sistemin dayandığı tüm gerici fikirlerin de yok olacağını savunurlar.
Irk, cinsellik ve cinsiyet gibi etken fikirler, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri büyük çapta değişime uğradılar. Fakat iyiye giden değişimlerin hemen hemen tümü, tesadüfen veya yavaş yavaş gelişen bir evrimle gerçekleşmedi –hâkim sınıfların yanından bir aydınlanma dalgası geçtiği için de olmadı. Onun yerine, bu değişimler kapitalizmin değişen gereksinimleri ve halk mücadelelerinin içinde yaşadıkları dünyayı şekillendirmesidir.
Marks, işçi sınıfının, toplumu tümden tersine çevirme ve yeni bir dünya yaratma gücü ve çıkarı olan toplumdaki tek grup olduğunu tartışır. İnsanların kendilerini içinde oldukları sınıfla tanımlamasından bağımsız olarak sınıfların bir sosyal ilişki biçimi olarak var olduğunu anlamıştır. Bu şekilde gözlemlenince işçi sınıfı, kitle baskılarının ortaya çıkardığı diğer kategorilerden tamamen farklıdır ve basitçe, ayrımcılıkla yüz yüze olanlar listesine ilave edilecek bir grup olarak anlaşılmamalıdır.
İşçilerin şovenizmi yok ettiğini görmenin en önemli sonuçlarından birisi, baskılara maruz kalan kişilerin, bu işçileri, kötü niyetli rakipler veya düşmanlar olmak yerine kendilerinin müttefiki olarak görebilmesidir ve bu da kısa bir süre önce imkansız gibi görünen birlikte mücadeleler için umutları arttırır.
Devam edecek…
Notlar
17: Örnek için, bknz: Wise, 2011.
18: Kimmel & Ferber, 2010, s.9.
19: Irkçılığın kökeninin detaylı Marksist anlatımı için, bknz: Olende, 2013
21: Roediger, 2000, s.6.
22: Roediger, 2000, s.7.
23: Halley, Eshleman & Vijaya, 2011, s.11.
24: Du Bois, 1965, s.700-701.
25: Du Bois, 1965, s.700.
26: Bloom, 1987, s.26.
27: Bloom, 1987, s.49.
28: Reich, 1978, s.524.
29: Reich, 1971.
30: Detaylı tartışma için bknz: Harman, 1994, & German, 1989.
31: Engels, 1894.
33: Marx, 1845.
34: Collins, 2009.
35: Marx, 1870.
36: Marx, 1868.
37: Husain’den alıntı, 2006, s.89.
[International Socialism dergisinin 142. sayısındaki orijinalinden Gülden Yazgan tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.