Solun bir ezberi yok çünkü böyle bir rejimle daha önce mücadele etmedi ancak tereddüdümüz yok: Faşizme karşı birleşik cephe oluşturmak ertelenemez, devredilemez bir görevdir
Solun bir ezberi yok çünkü böyle bir rejimle daha önce mücadele etmedi ancak faşist diktatörlüklere karşı mücadelenin genel olarak hangi eksende verilmesi gerektiği konusunda bir tereddüdümüz yok: Faşizme karşı birleşik cephe oluşturmak da ertelenemez, devredilemez bir görevdir
Tayyip Erdoğan 24 Haziran seçimleri ile diktatörlüğü kurumsal bir yapı haline getirmenin (şöyle ya da böyle) yolunu açan sonucu elde etti. Uzunca bir süredir zaten fiili olarak sürdürülen yeni rejim modeli artık Anayasa ile düzenlenen bir hukuksal/kurumsal yapı haline getirilecek, boşlukları yine Erdoğan’ın keyfine göre doldurulacak ve yine Erdoğan istemedikçe 5 yıl boyunca işletilecek. Türkiye’deki rejimin yaklaşık 100 yıllık işleyiş biçiminin değiştirilmesinin getireceği kaos şimdiden öngörülebilir. 100 yıllık yerleşik alışkanlıklar, siyaset yapma biçimleri, oturmuş mekanizmalar sistematik bir dönüşüme tabi tutulmadan büyük ölçüde tek bir kişinin değişken inisiyatifi altında metamorfoza uğrayacak. Yeni rejim dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmadan bile (Erdoğan sayesinde) parçalanabilme, dağılabilme yeteneği pekala gösterebilir.
Erdoğan’ın kuracağı diktatörlük sadece kendi işleyişiyle değil, karşı karşıya kalacağı ekonomik sorunlarla, siyasi ve toplumsal sorunlarla, hatta dış sorunlarla da mücadele etmek zorunda kalacak. Tüm bu süreç içerisinde de sistem içi güçler rejim içerisinde yeni pozisyonlar almaya çalışırken Erdoğan’a karşı bir muhalefet cephesi örmeye çalışacaklar.
Peki sol ne yapacak? Açıkçası yeni döneme ilişkin ne bir ezberi ne de kapsamlı bir analizi ve karşı programı mevcut.
Ezberi yok çünkü böyle bir rejimle daha önce mücadele etmedi. Sömürge tipi faşizmin açık icrasını daha önce birkaç kez yaşamıştı. Açık faşizme karşı mücadelede, elinde THKP-C gibi başarılı bir örnek, Devrimci Yol gibi de başarısız bir örnek var. Parlamentonun lağvedildiği, sendikalar dahil her tür ekonomik-demokratik örgütlenmelerin yasaklandığı, ifade özgürlüğünü kullanmak isteyenlere en ağır cezaların verildiği bir rejimde zorunlu tercih silahlı mücadelenin temel alındığı bir program ve elbette onun örgütü ve silahlı mücadeleyi verenler arasında oluşturulacak cephedir.
Diğer yandan klasik faşizme karşı nasıl mücadele edileceğinin bilinci de tarihsel deneyimde saklı. Irkçı ideolojiye dayanan, kendinden olmayana gittikçe artan bir şiddet uygulayarak kitle tabanını genişleten ve her türden demagojiyi kullanarak özellikle toplumun en alt tabakasını arkalayan bir açık faşizme karşı mücadele de Avrupalı direnişçilerden miras kalmış durumda.
Ancak Erdoğan’ın faşizmi bunlardan esinlense de farklı özellikler barındırıyor, çağdaşı faşizmlerle ise benzer özellikler taşıyor. Seçimle kendisine meşruluk oluşturuyor, Putin gibi muhaliflerine seçmeci enterne taktiği uyguluyor, Trump gibi bol keseden demagogluk yapıyor, kendinden olmayanı devlet olanaklarından tamamen uzaklaştırıyor ama yaşam adacıkları kurmalarına da ses çıkarmıyor, ulusaşırı sermayeyi hoş tutmaya çalışırken kendi iktidarını dayandırdığı sermayeye hep öncelik veriyor, örtük emperyalist emeller beslemekten geri durmazken kuyruğu ne zaman kıstıracağını da hesap ediyor, vs. vs.[1]
Kuşkusuz en öne çıkan özelliği, seçimlerin sıklığı ve istediği sonucu elde edene kadar tekrarı. 16 yılda 15 seçim yaptırdı. Erken seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri iktidarını tahkim etmek olarak değerlendirilebilecekken, üç referandum kuşkusuz yeni rejimin altyapısı içindi. Ancak bundan sonra bu kadar sıklıkla seçim beklemek çok mantıklı olmayacaktır (Bu sürecin son seçimi önümüzdeki dönem yapılacak olan yerel seçimler olacak).
Bu kadar sık aralıklarla seçim yapılması bireylerin ve her türden örgütsel yapının siyasallaşmasını ve taraflaşmasını getirdi. Ve sonuç olarak toplumsal muhalefetin de sandık merkezli bir mücadeleyi önüne koymasını zorunlu kıldı.
Erdoğan’a karşı muhalefet etmenin, var olan herhangi bir siyasi partiye angaje olmayan ilerici toplumsal muhalefette yarattığı en belirgin özellik ise yaygın, amorf, lidersiz taban örgütlenmeleri oldu. Bu örgütlenme modeli, sandık önüne geldiğinde ise sandık hilelerini engellemeyi hedefleyen daha yaygın ve disiplinli organizasyonlara dönüştü. Sandıktaki tercihini belirleyen ise Erdoğan’ı engellemeyi hedefleyen bilinçli siyasal taktikler geliştirmekti. Bu durumu basitçe bir “sandık tavrı” olarak okumak yerine, siyasal tavrın sandığa yansıması olarak değerlendirmek gerek. Açıkçası bu tutumun en belirgin örnekleri 7 Haziran’da ve 24 Haziran’da görülebilir (Ekmeleddin tercihi bile sayılabilir). İlerici toplumsal muhalefetin “ortaklaşmış en ileri düzlemini” sayısal olarak ifade etmek gerekirse HDP’nin aldığı oy (%11,7 – 5 milyon 860 bin) ile Selahattin Demirtaş’ın aldığı oy (%8,7 – 4 milyon 371 bin) arasındaki farktır. Bu “düzleme” sadece HDP ve Demirtaş’a ve sadece CHP ve İnce’ye verilen oyların içinden de belli bir yüzde eklemek gerek elbette.[2]
Toparlamak gerekirse; dünyadaki “gericilik dalgası”nın[3] içerisinde kendi ülkemize özgü yeni bir tür faşizmle karşı karşıyayız. Faşist diktatörlüklere karşı mücadelenin genel olarak hangi eksende verilmesi gerektiği konusunda bir tereddüdümüz yok. Devrimciler için bunun en açık yanıtı; yılmaz, yıkılmaz bir örgüt oluşturmaktır. Bunun gerekliliğine sürekli vurgu yapmaktan daha işlevli olan ise vakit geçirmeden devrimci bireylerin kendisinden başlayan bir dönüşüme girişmesidir. Bu dönemin gereklerini yerine getirebilecek kadroların oluşturulması ve elbette örgütsel yapının buna uygun “değişimi” zorunludur.
Faşizme karşı birleşik cephe oluşturmak da ertelenemez, devredilemez bir görevdir. Nasıl yapılacağı konusunda özellikle üzerinde durulması gereken tam da şudur: Erdoğan faşizmine karşı oluşturulacak anti-faşist bir cephe örgütüne/örgütlenmelerine kimlerle, nasıl bir ilişkilenme düzlemi yaratarak ve hangi kriterleri asgari müşterek kabul edilerek başlanacaktır? Açıktır ki basit bir çağrıyla ya da var olanları basitçe bir araya toplayarak gerçekleşmeyecektir.[4] Asgari bir programı ve azami hedeflerin oluşturulması, (başlangıçta) en yavaş yürüyene göre bir hızın tutturulması, kendisine özgü bir kadro politikasının ve disiplinin geliştirilmesi, dayanışmayı ve mücadeleyi esas alması ilk sayılacak başlıklar olacaktır kuşkusuz.
Ve unutulmamalıdır ki kervan, düzeni yolda oluşturacaktır!
Dipnotlar
[1] Bu konu hâlâ kavramsal bir çerçeveye ve kavramsal bir tanıma muhtaç elbette.
[2] Açıktır ki bu sayılar bir siyasal proje oluşturmak için mutlak değildir. Ancak yine açıktır ki anti-faşist bir mücadelenin potansiyel kitle tabanını tanımlamak için değerlendirilebilir.
[3] Bu noktada gericilik kavramı sadece dinci gericiliğin özelliklerini kullanması anlamında değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal kazanımların gasp edilmesi ve yerine baskıcı bir tek tipleşmenin dayatılması olarak değerlendirilmeli.
[4] Siyasal tarihimiz, özellikle yakın siyasal tarihimiz, bu konuda çoğu başarısız olan örneklerle doludur. Bir kısmı tekrar, bir kısmı yeniden bir başlangıç olarak değerlendirilebilecek, başarılı ve başarısız (kabul etmek gerekir ki çoğu) deneyimler, bu dönemin zorlu ve zorunlu şartlarında birer engel değil, tam tersine ders çıkartılması gereken deneyimler olarak değerlendirilmelidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.