Erdoğan tercihini kader ortağı “Anadolu kaplanları”ndan yana kullandı ve kurmayları arasındaki çatlak sesleri ayıkladı. Erdoğan, tekelci burjuvazinin çağrılarına tıkamış olsa da piyasalar yeniden kendini dayatacaktır Londra ziyareti sonrası, büyük ihtimalle kurmaylarının da baskısıyla, finans piyasasını rahatsız edecek ve seçim öncesinde ekonomik krizin patlamasına mahal verecek açıklamalarına ara veren Tayyip Erdoğan, 24 Haziran sonrası rotayı yeniden mücbir yola çevirdi. Hem de kendisine tekelci burjuvazinin taleplerini […]
Erdoğan tercihini kader ortağı “Anadolu kaplanları”ndan yana kullandı ve kurmayları arasındaki çatlak sesleri ayıkladı. Erdoğan, tekelci burjuvazinin çağrılarına tıkamış olsa da piyasalar yeniden kendini dayatacaktır
Londra ziyareti sonrası, büyük ihtimalle kurmaylarının da baskısıyla, finans piyasasını rahatsız edecek ve seçim öncesinde ekonomik krizin patlamasına mahal verecek açıklamalarına ara veren Tayyip Erdoğan, 24 Haziran sonrası rotayı yeniden mücbir yola çevirdi. Hem de kendisine tekelci burjuvazinin taleplerini hatırlatacak kurmaylarını da bir nevi tasfiye ederek.
Başkanlık sistemi ile ekonomi yönetiminde de birleştirilen bakanlıklar, oluşturulan ofis ve kurullarla yeni döneme girildi. Ekonominin başına damat getirilirken, Merkez Bankası’nın (MB) yapısını etkileyen düzenlemeler de yapıldı. Söz konusu yapılanmada ekonomide tek merkez esas alındı.
MB başkanının görev süresi beş yıldan dört yıla indirildi. Böylelikle, bürokratik özerkliğin ana unsurlarından olan seçim periyodundan uzun görev süresinin olması ilkesi ortadan kaldırılmış oldu. İkinci değişiklik, başkan yardımcıları için aranan “meslekleriyle ilgili en az 10 yıl çalışma ve başkanın önerisi ile müşterek kararla beş yıl süreyle atanma” ibaresinin kaldırılması oldu. Son olarak para politikası kurulu üyelerinin de Cumhurbaşkanı tarafından atanacak olmasını eklemek gerek.
MB’nin bağımsızlığı konusunda çıkışları bulunan ve ekonomi politikalarının tek elde toplandığını gören piyasaların tepkisi ise beklendiği üzere olumsuz oldu ve Türk Lirası (TL) bir gecede yüzde 4’e yakın değer kaybetti. Değer kaybının her yeni değişiklikle artacak olması ise herkesin malumu. Yeni Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın piyasaların ani ve negatif tepkisi karşısında mali disiplinden taviz verilmeyeceğini söylemesi de düşüşün etkisini geri çevirmedi.
Öte yandan bu ve benzer değer kayıplarında AKP’lilerin iddia ettiği gibi Türkiye’de bir ya da birkaç oyuncunun döviz kurlarını manipüle etmesi, “kurları fırlatması” olanaklı değildir. İktisatçı Uğur Gürses’in de belirttiği gibi; TL, dalgalı kur rejimine geçildiği 2001’den bu yana dünya piyasalarında 24 saat işlem gören bir paradır. Bu yüzden “Küçük bir işlemle manipüle edildi, orada kaldı” doğru bir önerme değildir. Erdoğan istemese de faiz dayatması ile yabancı sermaye Türkiye’yi terk etmektedir.
Ancak Erdoğan, TL’nin olağanüstü değer kaybına ve döviz kurunun da etkisiyle yüzde 15’e dayanan enflasyona rağmen faiz politikasından ve tekelci burjuvazinin eşit rekabet talebini bozmaktan geri durmuyor. Hatta yeni kurulan iki kuruldan biri olan Ekonomi Politikaları Kurulu’nun amacı “Faizsiz finans sisteminin daha hızlı ve sağlıklı geliştirilmesi” olarak açıklanıyor.
Erdoğan’ın mutlak yönetimi altına giren ekonomi yönetimine “faizsiz finans sistemi” safsatasını söyleten ise muazzam derece batağa saplanmış Anadolu sermayesi ve KOBİ’ler. 15 Temmuz sonrası bu kesime dağıtılan krediler şimdiden 400 milyar TL’yi aşmış durumda. Ayrıca Türkiye’nin, kamu ve özel sektör dahil, toplam borcu 453 milyar dolar ve bunun 278 milyar doları özel sektöre ait. Teşviklerle, iflas ve borç ertelemeleri ile ayakta durabilen “Anadolu Kaplanları” her faiz artımı ile birlikte uçuruma daha da yaklaşıyor.
İktidarla çıkarlarını ortaklaştıran bu kesimin hayatını sürdürebilmesinin yegâne şartı Erdoğan’ın iktidarda kalmasıdır. Bu sebeple ekonomik kriz göstergelerinin 2001’den sonra tavan yaptığı bir dönemde bu kesim Erdoğan’dan desteğini çekmemiştir. Ancak bu önermenin tersi de doğrudur, bağımlılık ilişkileri gereği Erdoğan da bu doyumsuz AKP’li esnaf sürüsünün siyasi desteğine muhtaçtır. Erdoğan da neoliberalizmin yapısal krizinin uluslararası boyutta yarattığı etkileri fırsat bilerek tercihini bu kesimden yana kullanmaya devam ediyor.
Ancak bu durum sürdürülebilir değil. Dağıtılan kredilerin ve verilen borçların geri ödenmeyecek bir boyuta ulaşması çok uzak bir ihtimal değil. Öte yandan dış borç ve cari açığa eklenen bütçe açığı ekonomiyi sürdürülebilir olmaktan çıkarıyor. Erdoğan’ın dayattığı bu yeni modeli korumak adına atılacak her adımın piyasaların negatif tepkisiyle karşılaşacağını da unutmamak gerekiyor.
Erdoğan kurmayları arasındaki çatlak sesleri ayıklamış ve tekelci burjuvazinin çağrılarına tıkamış olsa da piyasalar yeniden kendini dayatacaktır. Neoliberal ekonomi modeliyle üretim bazlı ekonominin köküne kibrit suyu döken, Türkiye’nin dışa bağımlığı derinleştiren Erdoğan seçim öncesinde olduğu gibi geri adımlar atmak zorunda kalabilir. Erdoğan önceliğine ekonomik teamülleri değil siyasi çıkarlarını alması, tekelci burjuvazinin reform adı altında talep ettiği fırsat eşitliğini ve güven talebini zedeleyecek mevcut krizi derinleştirecektir. Erdoğan bu iki uçlu krizde yolun ortasında bulunuyor ve yolun her iki ucu da krize çıkıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.