Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’ndaki 692. oturma eyleminde gözaltında kaybedilen 31 yaşındaki Edip Aksoy ve 23 yaşındaki Orhan Cingöz’ün akıbetini soruyor
Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’ndaki 692. oturma eyleminde gözaltında kaybedilen 31 yaşındaki Edip Aksoy ve 23 yaşındaki Orhan Cingöz’ün akıbetini soruyor
Cumartesi Anneleri ve kayıp yakınları, 692. kez evlatlarının akıbetini sordu. Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kayıp yakınları “Failler belli kayıplar nerede?” pankartı açarak gözaltında kaybettiklerinin fotoğraflarını ve karanfiller taşıdı.
Cumartesi Anneleri’nin 692. oturma eylemine HDP İstanbul Milletvekili Hüda Kaya ve Musa Piroğlu ile beraber çok sayıda insan hakları savunucusu katıldı.
Açıklamada ilk olarak HDP Milletvekili Musa Piroğlu söz alarak şunları söyledi:
Gelmekte olan dönemi anlamanın en kolay yolu buradaki fotoğrafa bakmaktır. Buradaki insanlar en ağır baskı süreçlerinin bedellerini en ağır ödeyen insanlardır. Bu ülkeye biçilen gelecek aslında bizim tarihimiz ve yaşadıklarımızdan ibarettir. Siyasal iktidarlar, hükümetler yıllardır kayıplarımızın akıbetini bulmamızı engelledikleri gibi sorumluları yargılamamak için her türlü tedbiri aldılar ve onları korumaya devam ettiler. Bununla da yetinmediler yeni siyasal iktidar bir adım daha attı. Mehmet Ağar ve Tansu Çiller gibi sicilleri kayıplarla, yargılı-yargısız infazlarla döşenmiş kendi geçmişleri sadece kan ve katliam ile anılan insanları vitrine çıkardılar. Biz kayıplarımızın akıbetlerini ortaya çıkarmaya, sorumluları bulmak için mücadele etmek için devam edeceğiz.
Piroğlu’nun ardından Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak seslenerek şu ifadeleri kullandı:
Bu meydanda babamın bir söyleşisi var. Musa Ağacık, babama ‘Ne olacak bu memleketin hali?’ diye sordu. Babamın verdiği cevap ‘Bugün yarından daha iyidir’ oluyor. Babamın bu cümleyi kurmasının üstünden 22 yıl geçti. Bizler de daha geriye gittik, daha çok şey yaşadık, daha büyük ağrılar eklendi yüreklerimize, daha çok ağladık, daha çok öldük. İki gün önce babamı kaybedişimizin 17. yılıydı. Sadece kendi ağrısı değil, kendi yaşadıkları değil herkesin yaşadıkları ile yüzleşerek mücadele eden babamı, babamızı bir kez daha anıyoruz.
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Avukat Gülseren Yoleri yaptığı konuşmada şöyle konuştu:
Bugün bir kez daha anacağımız Edip Aksoy insanları hakları savunucuydu. Diyarbakır şubemizin üyesiydi. İnsan haklarına yönelik faaliyetleri nedeniyle güvenlik güçlerinin hedefindeydi. Yaptığı çalışmalardan dolayı çok kez gözaltına alınmıştı. Ama o insan hakları mücadelesinden vazgeçmemişti. O susmayınca ve vazgeçmeyince kaçırmayı tercih etti devlet. Bizler bu baskının ilk olmadığı gibi son da olmadığı günleri yaşıyoruz. O günden bu yana İnsan Hakları Derneği üyesi, yöneticisi çok sayıda arkadaşımız kaçırıldı, kaybedildi, faili meçhul cinayetlere kurban gitti. Biz her oturmamızda Tahir Elçi’nin katilini soruyoruz halen… Daha geri çekilmemiz imkan dahilinde değil. Biz onları aramaktan vazgeçmeyeceğiz.
Babası Edip Aksoy kaybedildiğinde 40 günlük bebek olan Beritan Aksoy gönderdiği mektupta şöyle seslendi:
Ben Beritan Aksoy. 07 Haziran 1995 tarihinde ben daha 40 günlükken, gözaltında kaybedilen Edip Aksoy’un kızıyım. Bir kadın yaşamın her anında babasına ihtiyaç duyar. İlk adımını onunla atmak ister, okula onunla başlamak ister, ilk ona aşık olmak ister. Bir yerde okumuştum; kız çocukları ilk babalarına aşık olurmuş… Ben babamı hiç görmedim ama ilk aşık olduğum, örnek aldığım erkektir. Babam, hayattaki tek kahramanımdır. Yaşamı boyunca yaptığı çalışmalar, vermiş olduğu mücadele, harcadığı emek her zaman bana yol gösterdi. Ben onun ölmüş olabilme ihtimaline hiçbir zaman inanamadım, hiçbir zaman kabul etmedim, edemem…
O hayatımın her noktasında en gözde köşede. Ben 24 yıldır onunla yaşıyorum, onunla gülüyor, onunla ağlıyor, onunla birlikte mücadele ediyorum ve şundan da eminim 70 yaşına da gelsem bu böyle devam edecek. Peki babam nerede? “Öldürdük” diyorlar, artık sebebini sorgulamıyorum çünkü biliyorum; korktular, verdiği mücadeleden savunduğu ideolojiden korktular! Bu korkuyla baş edemeyince göç etmeleri için baskı uyguladılar, işkencelerle yıldırmaya çalıştılar ve yetmedi öldürdüler. Çünkü onları öldürünce korkularının biteceğini sandılar, yanıldılar. Hesaba katmadıkları bir şeyler vardı: Her Edip’in bir Beritan’ı her Orhan’ın bir Amed’i kalmıştı geride ve onların ayak izlerinden yürümeye devam edeceklerdi. Babamın yürüttüğü kutsal mücadeleden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim ondan vazgeçmediğim gibi. Onun mezarı başına oturup konuşabileceğim günler de gelecek elbet. Bugün gelinen süreçte görüyorum ki onlar bizim ölülerimizden bile korkuyorlar. Peki gözaltında kaybedilen sevdiklerimize ulaşmak için daha ne kadar bedel ödememiz gerekecek? Ölülerimizi almamız için daha ne kadar ölmemiz gerekecek! Korkmaları gerekiyorsa ölülerimizden değil bizden korkmaları gerek, çektiğimiz acılardan korkmaları gerek çünkü er ya da geç ben mutlaka babama ulaşacağım ve bedeni yoldaşım, mezarı sırdaşım olacak.
Bu haftaki basın metnini Cumartesi İnsanları’ndan Gönül Sonbahar okudu. Sonbahar açıklamasına şu ifadelerle başladı:
692 haftadır “Hakikate ve adalete ulaşmamızın önündeki engeller kaldırılsın!” talebiyle Galatasaray’dayız.
692 haftadır kamu otoritelerinin hak ve özgürlüklerimizi ihlal eden müdahalelerine itirazımızın ifadesi olarak Galatasaray’dayız. Çünkü demokrasinin olmazsa olmazı olan; devlet iktidarını kullanan kişileri frenleyici ve sınırlayıcı mekanizmaların yokluğu sonucunda Türkiye hukuk devleti olamıyor. 692 haftadır her cumartesi Galatasaray’da; “İnsanız haklarımız var. Devlet bu haklarımızı korumak ve geliştirmekle yükümlüdür!” diyerek kamuoyunun önüne çıkıyoruz. Çünkü Türkiye’de devlet gücünü sınırlayan, yurttaşın hak ve özgürlüklerini koruyan hukuk kurumlarının boşluğu ağır hak ihlallerine neden oluyor.
Sonbahar bu haftaki oturma eylemlerinde 23 yıldır akıbetleri bulunamayan Edip Aksoy ve Orhan Cingöz dosyasını kamuoyu ile paylaşmak için bir araya geldiklerini belirterek yaşanan süreci aktardı.
Edip Aksoy Lice’ye bağlı Zenge (Dolunay) köyünde yaşıyordu. Çevresinde tanık olduğu ihlalleri üyesi olduğu İHD’ye bildirdiği için güvenlik güçlerinin baskısıyla karşılaşıyordu. Askerler tarafından 3 kez gözaltına alınmış ağır işkence görmüştü. Güvenlik güçlerinin köyü terk etmeleri yönündeki baskıları sonucunda Aksoy Ailesi 1993 yılında, Diyarbakır’a göç etmek zorunda kaldı. Edip Aksoy ektikleri tütünü satarak ailesine bir ev almayı ve geçimlerini sürdürmeyi planlıyordu. Uzun yılların ardından dünyaya gelen bebeği 40 günlük olmuştu. 31 yaşındaki Edip Aksoy 7 Haziran 1995 sabahında bebeğini öperek evden ayrıldı ve tütün satmak için Melikahmet’teki dükkânına gitti. Tütün ticareti yapan ve tütün almak için Diyarbakır’a gelen köylüsü 23 yaşındaki Orhan Cingöz’le buluştu. Birlikte saat 12.00 civarında Diyarbakır Dağkapı’daki Yeşilçınar Çay Bahçesi’ne gittiler. Burada arkadaşları ile birlikte oturup sohbet ederken çay bahçesinin önünde Beyaz Toros marka bir araç durdu. Araçtan inen sivil giyimli, silahlı ve telsizli üç kişi yanlarına geldi. Kendilerini polis olarak tanıtan bu kişiler Edip ve Orhan’ın kimliklerini aldıktan sonra “ifadenizi alacağız” diyerek onları bölgede “ölüm arabaları” diye bilinen Beyaz Toros’a bindirerek götürdüler.
Edip ve Orhan’ın gözaltına alındığına tanık olanlar ve yolda onları Beyaz Toros’un içinde görenler vardı ama gözaltına alındıkları inkar edildi. Kendilerinden bir daha haber alınamadı. Olaydan 10 yıl sonra JİTEM mensubu Abdulkadir Aygan basına da yansıyan ve kitaplaştırılan itiraflarında Edip Aksoy ve Orhan Cingöz’ün JİTEM tarafından sorgulandığını, sorguladıktan sonra infaz edilerek Silopi yolu üzerinde bir dere kenarına gömdüklerini söyledi. Bunun üzerine İHD, 06 Temmuz 2005 tarihinde Aygan’ın tarif ettiği yerde incelemelerde bulundu. Topladığı bilgilerle Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu. Savcılık Aygan’ın tarif ettiği yerde 2 kişiye ait cesedin belediye aracılığıyla Kimsesizler Mezarlığı'na gömüldüğünü tespit etti. Aileler de soruşturma dosyasındaki cesetlere ait fotoğrafların Edip ve Orhan’a ait olabileceklerini beyan etti. Savcılık kararı ile açılan mezardan çıkan dört kişiye ait kemikler İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Adli Tıp Kurumu yapılan DNA testi sonucunda kemiklerin Aksoy ve Cingöz aileleriyle eşleşmediğini açıkladı. Sara Aksoy ve Ayşe Cingöz’ün “Oğullarımızı istiyoruz, onları kaybedenlerin yargılanmasını istiyoruz!” talebi bu güne kadar karşılıksız kaldı. Devlet, Edip Aksoy ve Orhan Cingöz’ün gözaltında kaybedilmesini önleyecek yasal, idari ve adli tedbirleri
almadı.Edip Aksoy ve Orhan Cingöz’ü gözaltına alanlar, işkenceyle sorgulayıp infaz edenler ve gömenlerin isimleri bu suça kendisi de iştirak etmiş olan JİTEM mensubu tarafından açıklanmasına rağmen, adli makamlar maddi gerçeği açığa çıkartacak, adaleti sağlayacak etkinlikte bir soruşturma ve kovuşturma yürütmedi.
Sendika.Org