Barselona’da erken kapitalistleşmenin doğurduğu ekonomik ve sosyal krizlere birer yanıt olarak ortaya çıkan ve daha sonra hızla gelişen bu ortaklaşma ve dayanışma deneyimleri bizlere de yeni birer kapı açıyor
Barselona’da erken kapitalistleşmenin doğurduğu ekonomik ve sosyal krizlere birer yanıt olarak ortaya çıkan ve daha sonra hızla gelişen bu ortaklaşma ve dayanışma deneyimleri bizlere de yeni birer kapı açıyor
Son zamanlarda iyice yükselen bağımsızlık mücadelesi[1] ve karşılaştığı yoğun baskılarla daha sık gündemimize gelen Katalonya’nın ekonomik ve siyasi merkezi Barselona, geçmişten gelen ekonomik, siyasal ve toplumsal dinamikleri nedeniyle birçok ortaklaşma ve dayanışma pratiğine de ev sahipliği yapıyor.[2] Ben de coğrafyamızda daha az sayıda rastladığımız bu pratiklere bir “göz atmak”, benzer oluşumları nasıl yaratabilirizi keşfetmek için oralara doğru kısa bir seyahate çıktım.
Ağırlıkla Barselona merkezindeki deneyimleri gözlemlemeye çalışırken birçok kooperatif, işgal evi ve ateneuyu ziyaret ettim. Tüm bu ziyaretler sırasında neden bu kadar çok oluşum var, hangi tarihsel, toplumsal koşullar bunları doğurmuş diye merak ettim. Kuşkusuz kökleri daha eskide olmakla birlikte bu oluşumların özellikle 1800’lerin Barselona’sından köklendiğini söylemek mümkün. İber yarımadasının önemli bir liman kenti olan Barselona’da 1833’te ilk buhar makineli fabrika kurulur ve ardı ardına sanayileşme adımları atılır. Coğrafyanın kendi işçi sınıfını yarattığı bu dönem bir yandan İngiltere’deki gibi işçi kooperatiflerine tanıklık ederken öte yandan da devletten alınamayan sosyal, kültürel desteklerin giderilmesi için öz örgütlü yeni sosyal merkezlerin (ateneular) oluşumunu da tetikler. Bu dönemde anarşist eğitimci Francesc Ferrer i Guàrdia’nın Escuela Moderna’sı (Modern Okul) da işçi sınıfının çocuklarına eğitim verirken yeni bir pedagojik yaklaşım geliştirir.
Tüm bu oluşumlar ve birçok yeni pratik 1931-1939 yıllarında İspanya’da var olan İkinci Cumhuriyet döneminde iyice serpilip gelişir. Özellikle Katalonya anarşist deneyimlere tanıklık eder. Ancak ardından gelen faşist Franco diktatörlüğü döneminde birçok oluşum kapatılır ve baskı koşulları oldukça artar. 1976’da Franco’nun ölümünün ardından ise bölgesel özerkliklerin kazanılmasının yanı sıra bu eski “damar” da yeni biçimlerde hayata geçme fırsatı bulur. Avrupa’da yükselen işgal evi hareketinin bir parçası olarak işgal evi hareketi (Okupa) Barselona’da canlanır, farklı türlerde çok sayıda kooperatif açılır ve ateneular tekrar varlık bulur.
Fotoğraf altı yazı: 1980’lerde canlanan işgal evi hareketi ilk başlarda “Punkçı gençlerin işi” olarak algılanıp gazete manşetlerinde olumsuz ifadelerle yer almış.
90’ların sonunda yükselen küreselleşme karşıtı hareket, Barselona’da da sokaklara çıkar ve 2000’lere geçerken Barselona’daki protestolarla birlikte bu ortaklaşma zeminleri de iyice güçlenir.[3] Son yıllara geldiğimizde ise 2008 Ekonomik Krizi’nin pek çok işkolunda işsizliğe neden olması ve güvencesizliği derinleştirmesiyle birlikte özellikle genç işsizliğinde büyük artışlar görülür ve barınma sorununun yakıcılığı da artar. Hatırladığımız üzere krizin ardından patlak veren, “Akdeniz havzası yangını” olarak da adlandırılan protesto dalgası İspanya’ya da ulaşmış ve şehirlerin ana meydanlarının uzunca bir süre işgal altında tutulduğu 15-M (15 Mayıs) adı verilen hareketi doğurmuştu. Hareket bir süre sonra inişe geçmiş olsa da geride bıraktığı meclisler (assembly) ve yarattığı yeni siyasal oluşumlar (Örn. Podemos, Barcelona en Comú) ile siyaset ve katılım kültüründe değişimler olmuştu. Ayrıca hâlihazırda geçmişten gelen bu ortaklaşma pratikleri (işgal evleri, ateneular ve kooperatifler) meydan işgallerinin ve meclislerin inişe geçmesiyle birlikte “enerji”, kültür ve fikirlerin cisimleştiği, soğrulduğu yerler haline gelmişler. Bu anlamıyla 2011 sonrası hayata geçirilen oluşumlardan insanlarla yaptığım görüşmelerde hep bir 15-M kökeni söz konusu oluyor.
Örneklere geçmeden önce, bu oluşumların arasında çoğu zaman keskin ayrımların olmadığından da bahsetmek gerekiyor. İşgal evlerinin pek çok kooperatife ev sahipliği yapmasından, işgal edilen bir yapının ateneu olarak kullanılmasına değin ayrımların ortadan kalktığı farklı örnekler mevcut.
İşgal evleri, Barselona’da oldukça yaygın, her mahallede görebileceğiniz oluşumlar. Sohbetlerimde sık sık işgal evlerinin bu kadar yaygın olabilmesinin nedenlerini arıyorum. Aldığım yanıtlardan anladığım, kiracıların (ya da işgalcilerin) sahip oldukları yasal haklar (ki bu da yakın zamanda tırpanlandı) ve kriz sonrası barınma sorununu çözmek için işgal evlerinin siyasal bir pratik olarak benimsenmesinin işgal pratiklerine zemin hazırladığı. Bir not düşmekte de fayda var. Bazı noktalardan anlaşmazlıklar da yaşasalar şu anki belediye başkanı Ada Colau da eski bir işgal evci. Her ne kadar bazı işgal evleri onun döneminde boşaltılmış da olsa birçok işgal evi de onun görünmez desteğinden memnun.
İşgal evleri deyince de aklınıza yekpare, birbiriyle tamamen bağlantılı örgütlenmeler gelmesin. Genel olarak ilişkilere sahip olsalar da işgal evleri birbirinden bağımsızlar ve farklı amaçlarla kullanılabiliyorlar. Örneğin kimi işgal evleri daha çok birer sosyal merkez niteliğine sahipken kimileri ise insanların içinde yaşadıkları ortak yaşam alanları şeklinde kullanılabiliyorlar.
Daha da somutlaştırabilmek için Barselona’da geçirdiğim süre zarfında detaylı inceleme ve görüşme fırsatı bulduğum birkaç işgal evinden söz etmek gerekiyor:
Can Batlló, 1878 yılında Sants mahallesinde Joan Batlló adıyla kurulmuş eski bir tekstil fabrikası alanı. Fabrikanın ilerleyen yıllarda uzun süre işlevsiz kalmasının ardından Tic Tac Can Batlló adı verilen süreçle birlikte mahalle sakinleri 2011 yılında fabrika alanını işgal ediyor ve bir çeşit sosyal merkez olarak kullanmaya başlıyor.
Oldukça büyük bir alana sahip işgal evi birçok kooperatife ve oluşuma da ev sahipliği yapıyor. İşgal evinin içerisinde kütüphane, bar, basımevi, atölye, akrobasi alanı, tırmanış alanı, sahne, çocuklar için oyun alanı, bahçe ve kooperatifler ile kooperatifler arası ilişkiyi geliştirme amaçlı oluşturulan Coòpolis isimli bir platform yer alıyor.
İçerisinde farklı kooperatiflerin işlev gördüğü Can Batlló’da her kooperatif kendi kararlarını alma hakkına sahipken aynı zamanda farklı komisyonlar da genel süreçlerin yönetiminden sorumlu.
Şekil 1: Can Batlló örgütlenme yapısı (Katalanca) Kaynak: https://www.canbatllo.org
Can Vies, Barselona’nın Sants mahallesindeki işgal evlerinden bir diğeri. Binanın tarihi 1879 yılına kadar uzanıyor. 1879 yılında inşa edilen Can Vies, metro inşaatı malzemelerinin depolandığı bir bina oluyor ilk olarak. 1930’larda ise anarko-sendikalist CNT’nin taşımacılık sendikası olarak kullanılıyor. Franco döneminde ise faşist bir sendikaya ev sahipliği yapıyor bina. 1997 yılında terk edilen bina, mahalle sakinleri tarafından işgal ediliyor ve tam adıyla Centro Social Autogestionado Can Vies, güçlü bir kooperatif geleneğine sahip bir mahalle olan Sants halkına çeşitli hizmetler sunan bir işgal evi olarak kullanılıyor.
2014 yılında işgal evini tahliye etmeye çalışan polis, mahallelinin ve diğer işgal evlerinden gelen aktivistlerin direnişi sonrasında binanın ön duvarında tahribat yaratsa da binayı boşaltamıyor.
Bina içerisinde müzik stüdyosu, öz savunma/jimnastik alanı, toplantı salonu, giysi bankası gibi kısımlar yer alıyor.
Can Vies’e haftanın iki günü mahalledeki esnafın paylaştığı yiyecekler getiriliyor ve insanlara dağıtılıyor. Giysi bankasında ise ihtiyaç sahiplerine giysiler ulaştırılıyor.
Can Vies ayrıca Sants ve komşu mahallelerin gazetesi olan La Burxa’ya da ev sahipliği yapıyor. La Burxa’ya web üzerinden (https://laburxa.org/) erişmek de mümkün.
2001 yılında işgal edilen Can Masdeu, şehrin az ötesindeki konumu ve uygulamaya çalıştığı agroekolojik üretim ile önemli bir işgal evi. Bazı işgal evlerinde görüldüğü üzere Can Masdeu’da işgal evciler hem yaşıyor hem üretim yapıyor. Şu an işgal evi içinde 22 yetişkin 6 çocuk yaşıyor. Can Masdeu içinde tarımsal alanlar, üç tane sosyal alan, bar, bisiklet atölyesi var. Diğer birçok işgal evinde olduğu gibi kendi biralarını da üretiyorlar ama bir farkla, kendi ısıtma-soğutma sistemlerini geliştirmişler.
Belki de en önemli konu işgal evindeki birikimin sosyallik ile kendine yetme arasında bir denge üzerine kurulu olması. Öyle ki, işgal evi, oldukça büyük bir alana sahip ve her türlü ürünü yetiştirebilecekken, sakinleri sadece bazı ürünleri yetiştiriyor ve diğer ürünleri diğer işgal evlerinden, kooperatiflerden alıyorlar. Böylece kendi içlerine kapanma tehlikesini ortadan kaldırıyorlar.
İşgal evine gönüllü olarak çalışmaya gidebiliyorsunuz ;) Biz görüşmeye gitmişken az biraz ot yolduk, saman taşıdık ve istenmeyen otların çıkmasını engellemek için saman serdik ;)
La Cinètika, ekonomik krizin ardından işlevsiz kalan ve çalıştırılmayan bir sinema kompleksinin 2016 yılında bir grup aktivistin işgal etmesiyle oluşturulan bir “işgal sineması”. Kendi tabirleriyle otonom, anti-kapitalist ve feminist bir işgal alanı.
Adı işgal sineması ama La Cinètika çok daha fazlası. İçerisinde ortak yemekler çıkıyor, farklı alanlarda birçok kitabın bulunduğu bir kütüphane (El Sotrac) yer alıyor ve feminist öz savunma, rap ve zumba gibi çok farklı atölyelere yer veriyor.
İşgal sinemasında şu anda haftada iki gün film gösterimi yapılıyor. Ben de ziyaretimi cuma gününe denk getirerek film gösterimine (Three Billboards Outside Ebbing, Missouri) katılma şansına sahip oldum. İşgal evinde film gösterimleri ve diğer etkinlikler ücretsiz. İsteyenler dayanışma kutularına para atabiliyor. Tüm kararlar ise düzenlenen meclislerle alınıyor.
Ateneular her mahallede görebileceğiniz, insanların bir araya geldiği, ortak sorunlarını konuştukları, atölyeler düzenledikleri, kültürel ve sosyal ortaklaşma alanları. Tarihleri 1800’leri yıllara değin uzanan Ateneulardan (isim, Hadrianus dönemi Roma’sındaki edebiyatla ve bilimle ilgili çalışmaların yapıldığı Athenaeumlardan geliyor) söz ederken yekpare bir yapılarmış gibi düşünmemek gerekiyor, her biri içinde yer aldıkları mahallelerin kültürel ve sınıfsal durumunu az çok yansıtıyor.
Ziyaretim sırasında 4. yıl kutlamalarına denk geldiğim, Poble Sec mahallesindeki La Base’de hem farklı atölyeler düzenleniyor hem de çocuk bakımı üzerine zaman paylaşımları yapılıyor. Ateneu del Raval, Ateneu Rosa de Foc ve Ateneu Popular de Vallcarca da akla gelen ilk örnekler arasında.
Barselona’da (ve daha genel olarak Katalonya’da) kooperatifçilik çok yaygın. Öyle ki ulaşımdan, yayıncılığa, farklı üretim alanlarından, mekan işletmelerine değin neredeyse her alanda kolayca bir kooperatife ulaşabiliyorsanız. Tabii kooperatiflerin fazlalığı kadar siyasal çeşitliliğini de kolayca görebiliyorsunuz. Kooperatifler içerisinde anti-kapitalist olanlar olduğu gibi, post-kapitalist veya kapitalist olanlar da söz konusu. Ben de hazır işgal evleri için Sans’a gitmişken oradaki kooperatifleri de göreyim istedim. Sans gerçekten bu anlamda oldukça “bereketli” bir yer. Neredeyse her adımda başka bir kooperatife, işgal evine, ateneuya denk gelebiliyorsunuz.
Bir sokağa üç kooperatif düşen Carrer de Riego’da ilk durağım La Directa. La Directa Katalonya’da yayın yapan en önemli sol medya kuruluşlarından biri. Uzun süredir Twitter radarımda olan bu ekiple yüz yüze tanışmak da ayrı bir keyif açıkçası. Barselona’da görüştüğüm birçok kişinin La Directa’yla bir şekilde teması var. Araştırmacı gazetecilik yaptığını söyleyen bu kuruluşa yazı yazan pek çok kişi olduğu gibi ziyaret ettiğim büroda tam zamanlı çalışanlar da yer alıyordu. La Directa bir kooperatif olarak kurulmamış olmasına rağmen bir süre önce bir kooperatife dönüşmüş, hem karar alma süreçlerinde hem de ekonomik işleyişte bunun artılarını görebilmek mümkün.
La Directa’nın hemen bitişiğindeki kapı kooperatif olarak işletilen bir yayınevi ve kitabevi olan La Ciutat Invisible. La Ciutat Invisible’deki hem öz yönetimle kararlar birlikte alınıyor hem de işleyişte artı değerin eşit olarak bölüşülmesi ve/veya farklı ortak fonlara, kooperatiflere aktarılması söz konusu. Kendi deyimleriyle kâr mantığı ve kapitalist kâr mantığı kooperatifte devre dışı.
La Ciutat Invisible’nin kooperatif olarak işlemesinin yanı sıra, yayımladıkları kitaplar da yine dayanışma ekonomileriyle ve kooperatiflerle ilgili. Örneğin, raflarda kısa bir süre önce yayımladıkları, Sans’taki kooperatif tarihiyle ilgili bir kitaba rastlayabiliyorsunuz.
Aynı sokakta bir şeyler içmek, yemek için Kop de Ma isimli bir yere oturuyoruz ve kooperatiflerle ilgili konuşmaya devam ediyoruz. Derken konuşmamız sipariş almaya gelen arkadaşın ilgisini çekiyor ve o da söze giriyor: “Ee burası da kooperatif, benimle de konuşun.” Böylece Kop de Ma’nın öyküsünü dinlemeye başlıyoruz. 2013’te bir buluşma noktası olan mekân, güvencesiz çalışmaya ve sömürüye karşı dayanışma ekonomisi modelini benimsemiş ve kooperatifleşmiş. Sans’taki farklı kooperatiflerle de dayanışma içinde olarak kendisini ayakta tutuyormuş.
İntegral hem kurucusu Enric Duran’ın modern dönemin Robin Hood’u olarak anılmasıyla artan popülerliği hem de Türkiye’de farklı röportajlara ve yazılara konu olması nedeniyle coğrafyamızda da biliniyor. Enric Duran evraklar üzerinde oynama yaparak iki yıllık bir sürede Katalonya’daki bankalardan 492 bin avro tutarında kredi çekiyor ve devletten bağımsız bir hayat kurmak üzerine İntegral Devrimi adını verdiği bir sürece girişiyor. Kurmaya çalıştığı bu yeni hayat İntegral Kooperatifi’nin fitili ateşliyor, Duran ise hakkındaki kovuşturmalar nedeniyle bir süre sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor.
Katalonya’nın birçok yerinde örgütlü olan kooperatif, farklı alanlardan üreticiler, serbest çalışanlar (freelancerlar), zanaatkârlar gibi pek çok kişinin oluşturduğu bir kooperatifler ağı aslında. Kooperatife dair değinilmesi gereken önemli noktalardan biri ise kendi iç mübadelelerinde Avro’yu ortadan kaldırıp sosyal paraya (eco) geçmiş olmaları. Kulağa başlangıçta ilginç gelse de sosyal paradaki mantık oldukça basit. Somut veya soyut fark etmeden iki farklı ürünün mübadelesinin gerçekleştirilebileceği, değerin yerel meclislerde belirlendiği, kendi içlerinde tamamen şeffaf bir sistemi olan bir para birimi eco. Örnek verecek olursak, diyelim ki diş ağrınız var ve sağlık güvenceniz bunu karşılamıyor. Dişiniz için yapılacak operasyonun (tamamını ya da bir kısmını) eco ile ödeyebileceğiniz kooperatif ağından bir diş hekimi buluyorsunuz ve tedavinizin karşılığında sistem üzerinden o kişiye eco ile ödeme yapıyorsunuz. Kazanacağı ecoyla ne yapacağı ise ona kalmış. İster araba alır, isterse de evinin ihtiyaçlarını… Tabii burada kritik olan ilk hedefte olduğu gibi devletten bağımsız (içerisinde dağıtım sorunlarını da çözebildiği) bir kooperatif içi pazar kurabilmek ve bunu sürekli kılabilmek için, adil, sömürüye yer vermeyen bir işleyiş oluşturmak. Kooperatifin kendi içerisindeki tüm işlemlerin şeffaflığını sağlayan yazılımın özgür ve açık kaynak kodlu olduğunu belirtmekte de fayda var.
Coòpolis Barselona’daki yaygın kooperatif geleneğinin doğurduğu bir oluşum. Fiziksel olarak Can Batlló işgal evinin içerisinde yer alan Coòpolis, kooperatifler arası işbirliğinin ve yerel ekonominin geliştirilmesi için bir laboratuvar işlevi görüyor. Farklı kooperatiflerin üyelerinden oluşan oluşum, yeni kooperatiflerin oluşturulması, eğitim faaliyetleri ve kooperatifçilik kültürü gibi birçok konuda çalışıyor. Böylece yeni bir kooperatif kurmak istiyorsanız ve yeterli bilginiz ve sosyal ilişkiniz yoksa Coòpolis’in kapısını çalabiliyorsunuz.
Barselona’da erken kapitalistleşmenin doğurduğu ekonomik ve sosyal krizlere birer yanıt olarak ortaya çıkan ve daha sonra hızla gelişen bu ortaklaşma ve dayanışma deneyimleri bizlere de yeni birer kapı açıyor. Şüphesiz coğrafyalar arasındaki siyasal, ekonomik ve kültürel farklılıklar oradaki modelleri alıp birebir aynısını uygulayabilmemizi imkânsızlaştırıyor. Ama birbirine kapitalist bağlarla bu kadar bağlı bir dünyada birçok pratik bize çok da uzak değil. Oradaki pek çok deneyimin benzerini burada da hayata geçirebiliriz diye düşünüyorum. Bu bakış açısından dağıtım ve yayın kooperatifleri aklıma ilk gelen örnekler arasında yer alıyor.
Tabii asıl mesele tekil örnekler yaratmaktan daha öteye geçmekle ilgili. Belki de bu anlamıyla Gezi’den beklediğimiz somut miras yerine, orada kurduğumuz ortaklaşma zeminlerini sürdürebilmenin bir yolu olarak da Katalonya ve farklı coğrafyalardaki bu gibi pratiklere bakmalıyız. Bizde de halihazırda kimi kooperatifler, kolektifler ve dernekler bunu sürdürmeye çalışıyor ama şüphesiz daha güçlü ve yeni pratiklere de ihtiyacımız var. Bu anlamıyla bu örnekler bizim için bir sonuçlar silsilesi olmamalı, tam aksine yeni başlangıçlar yaratmalı…
Dipnotlar:
[1] Bu konuya dair düşüncelerimi ve izlenimleri daha önce dile getirmiştim: Katalonya’da bağımsızlık: Dün, bugün, yarın http://sendika62.org/2018/02/katalonyada-bagimsizlik-dun-bugun-yarin-diyar-saracoglu-475641/
[2] Birikim Dergisi’nin Ocak 2016’da çıkardığı Dayanışma, Sosyal Sol, Alternatif Ekonomi temalı 321. sayısında Pelin Doğan, Irmak Ertör ve Baybars Külebi’nin yazdığı Katalunya kooperatifçilik tarihinden güncel sosyal ekonomi ve dayanışma ekonomisi pratiklerine – Mücadeleler arası köprü kurmak yazısı ele aldıkları konu ve ele alış biçimleri nedeniyle oldukça önemli bir yazı.
[3] Burada bir detaydan söz etmek gerekiyor. Yazıda bahsi geçen Barselona’nın şu anki belediye başkanı Ada Colau 2001’deki küreselleşme karşıtı protestolarda da yer alıyor ve Dünya Bankası karşıtı bir protestoda polis müdahalesiyle 32 kişinin yaralanmasının ardından Dünya Bankası Karşıtı Kampanya’nın sözcülerinden biri olarak “Polis, kavgayı kışkırttı; onlar kavganın bir parçasıydı” diyor. Kaynak: https://www.nytimes.com/2001/06/25/world/32-injured-in-anti-globalization-protest-in-barcelona.html
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.