Erdoğan meşruiyet/rıza üretme kapasitesinin sınırına dayandı. İnandırıcılığı dibe, endişesi dile vurdu. Bu elbet boş duracağı anlamına gelmiyor ancak psikolojik üstünlük ve pratik hareket edebilme kozu bu defa muhalefette
Erdoğan meşruiyet/rıza üretme kapasitesinin sınırına dayandı. İnandırıcılığı dibe, endişesi dile vurdu. Bu elbette boş duracağı anlamına gelmiyor ancak psikolojik üstünlük ve pratik hareket edebilme kozu bu defa muhalefetin elinde
Mayıs ayının 15’inden bu yana geçen on günlük manzara oldukça ibretlik…
Londra yolunu tuttu önce. Dış yatırımcıların huzuruna çıktı. Ekonomi biliminin temel saiklerine aykırı biçimde “Faiz sebep, enflasyon neticedir” tezini dillendirdi, neoliberalizmin temel ilkelerine aykırı biçimde “başkan olması halinde para politikasında daha etkin olacağını”, yani Merkez Bankası’na daha fazla müdahale edeceğini söyledi.
Financial Times’ın aktardığına göre; çıkışta gözlerin çevrildiği yatırımcılardan biri “Cumhurbaşkanının temel faiz oranı teorisine inanmadığı bir ülkeye nasıl yatırım yapabilirsiniz?” diye sordu. Diğeri “Artık umut yok, kimseyi dinlemiyor gibi” dedi. Ötekisi “Erdoğan’ın ateşe benzin döktüğü” yorumu yaptı. Financial Times manzarayı, “Yatırımcılar ikna olmak için gittikleri yemekten paralarını TL’ye, hisse senetlerine veya kamu tahvillerine yatırmak için herhangi bir neden kalmadığını söyleyerek ayrıldı” diye aktardı.
Londra’daki yatırımcıların asık suratları yetmezmiş gibi, kulağına Putin’in sözleri fısıldandı. Soçi’de Esad ile yaptığı görüşme sonrasında “Yabancı silahlı güçlerin Suriye topraklarından çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz” demişti Putin. Kafasında oluşan “Acaba?” sorusunun yanıtını da Putin’in Suriye özel temsilcisi Alexander Lavrentiev verdi: “Çağrıya ABD, Türkiye ve Hizbullah dahil.”
Ekonomi sakat, Suriye sakat, en iyisi yine Filistin gündemiydi. Daha İngiltere’deyken Yenikapı’da bir “Kudüs Mitingi” yapılmasını salık vermişti. Gel gör ki onun yokluğunda muhalefetin sesi bu defa o kadar güçsüz çıkmadı. HDP ve CHP İsrail ile yapılan anlaşmaların iptaline ilişkin verdiği önergelerle, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu “İktidarsanız miting değil icraat yapın” söylemiyle, Mavi Marmara mağdurları “Bu miting Kudüs için değil, seçim için” tepkileriyle, toplumsal muhalefet boykot çağrılarıyla dört koldan sıkıştırdı. İsrail karşıtı rüzgârı arkasına alamadığı, Yenikapı’da ayyuka çıktı. Devletin tüm olanakları kullanılmasına karşın milyonluk miting alanının yarıdan fazlası boş kaldı. Çaresizlik diline de vurdu, kürsüden “İsrail’i kınamaktan başka bir şey yapmıyoruz, yapamıyoruz” deyiverdi.
Referandumdaki gibi Avrupa ile yaşanacak bir krizden faydalanmak da pek olanaklı değil. Şu ana kadar herhangi bir ülkede etkinlik yapamadığı gibi, Avrupalı mevkidaşlarından etkinlik yapamayacağına dönük işine yarayacak bir çıkış da gelmedi. Gidip konuşabildiği yegane yer Saraybosna olurken, “suikast” gibi normal şartlarda büyütülebilecek bir iddia da bu sönüklük içerisinde heba edildi.
Bu halet-i ruhiye, kendisinden ibaret olsa keşke ama ne mümkün. Parti sözcüsü Mahir Ünal çıkmış televizyonda “oy oranının %46 bandında olduğunu”, yani düşüşte olduklarını aktardı.
Partisinin Edirne Milletvekili Rafet Sezen, “tarım arazilerinin talan edildiğini, tarımın bitme noktasına getirildiğini, bakan Fakıbaba’nın tarımın ‘t’sinden anlamadığını” söyleyerek adeta günah çıkardı.
Urfa Birecik’te bir milletvekili aday adayı, listeye konulmamasına tepki göstererek destekçileriyle birlikte parti binasını bastı. Birecik Belediyesi’nin AKP’li başkanı Faruk Pınarbaşı ona destek verdi. Genel merkez için “Gözleri kör, kulakları sağır” dedi. Kimsenin aşireti olmadıklarını söyledi. Benzer bir rahatsızlığın Urfa’nın diğer ilçelerinde de olduğuna dikkat çekip ekledi: “Ondan sonra kimse alınan başarısızlığı teşkilatlara, halka, millete, belediye başkanlarına mal etmesin.”
Diyarbakır’daki milletvekili adaylarının tanıtım toplantısı Genel Başkan Yardımcısı Mehdi Eker konuştuğu sırada il gençlik ile Bismil ilçe gençlik kolları üyeleri slogan atma kavgasına tutuştu. Bakan Numan Kurtulmuş salondan korumalar ve polis eşliğinde çıkabildi.
Medyasının yazarları bir yandan birbirleriyle didişmekte, diğer yandan “metal yorgunluğunun sürdüğünden”, “güç kirlenmesi yaşandığından”, “lobileşme olduğundan” söz etmekte. Yeni Şafak’tan Kemal Öztürk’ün yazısı en ibret verici olandı. Tarikat-cemaat liderlerinin kamuoyu önündeki kapışmalarının tabanlarına yayıldığını söyledi ve “içerideki” manzarayı şöyle aktardı: “15 Temmuz gazilerinin, şehit yakınlarının birbirleri aleyhine suçlamaları, tartışmaları ve ithamları elden ele dolaştırılıyor. İnsanlar canları yanarak okuyorlar yazılanları. Çoğu asılsız, yanlış ve temelsiz çıkıyor. İnternet sitelerinde muhafazakar camianın önde gelen siyasileri, yöneticileri, yazarları ve gazetecileri aleyhine akıl almaz iftiralar, suçlamalar ve ithamlar yazılıyor. Bu yazılar bir ekip tarafından sosyal medyaya taşınıyor ve yayılıyor. Bunu yapanların dilinden din, iman, bayrak, ezan düşmüyor güya…”
Anlaşılan o ki; şoför direksiyonu tutamadığı gibi tutmaya yeltendiğinde de fayda etmiyor.
“İktidar partileri dıştan kendilerinden emin görünseler bile, içlerinde hep bir endişe taşırlar. Ancak bu defa AK Parti’den, endişeden daha fazlası dışarıya yansıyor” diyor Fehmi Koru.
Yorumunun arkasından az sayıdaki nitelikli kamuoyu araştırma şirketlerinden KONDA’nın AKP seçmenine ilişkin raporuna atıf yapıyor: (1) Şartlar ne olursa olsun AKP’ye oy vermekten vazgeçmeyeceklerini söyleyenlerin oranı %71. Yani, %30’luk bir seçmen, her an AKP tercihini değiştirebilecek bir noktada. (2) AKP seçmeninde eğitim ve gelir seviyesi arttıkça sadakat azalıyor. (3) “Her durumda oyum AKP’ye” diyenlerin oranı eğitimli orta sınıfta %58’e kadar geriliyor.
Üstüne üstlük bu kitlenin önünde artık hem milliyetçi-muhafazakar bir dil tutturup hem de “Demirtaş’ın tahliyesi”, “anadilde eğitim hakkı” gibi talepleri dillendirebilen İyi Parti-Saadet Partisi gibi bir sağ seçenek de var.
Erdoğan, meşruiyet/rıza üretme yetilerini birer birer yitirdi. Krizlerle kuşatıldığından kapasitesinin sınırına dayandı. Sicilinin kabarıklığından inandırıcılığı dibe vurdu.
Kimilerince bir metin/söylem hatası gibi görülmek istense de “Şayet milletimiz ‘Tamam’ derse çekiliriz” sözleri, iktidarının sınıfsal müttefikleri ve onların devlet içindeki uzantılarına dönük bir güvence sunma amacı taşıyordu. Sermaye çıkışlarının arttığı, dış yatırımcı gelişlerinin daraldığı, kol kola büyüdüğü şirketlerin birer birer borç yapılandırmasına gittiği, daha fazla siyasal krize tahammül edilemeyecek koşullar altında sunmak zorunda kaldığı bir güvence…
Ne var ki bu söz, kullanılma zamanı ve bağlamı ile birlikte, parçalı haldeki muhalefetin tek bir sözcük etrafında birleşebilmesine, ortaklaşabilmesine yol açtı. Dahası, 7 Haziran-1 Kasım arası deneyimden hareketle akıllarda olan “Seçimle gider mi?” tartışmalarında muhalefete malzeme verdi. Muhalefet, bunu barındırdığı potansiyelin zerresi ile yaptı.
İdeolojik aygıtlarıyla meşruiyet/rıza üretemeyen bir iktidarın zor aygıtlarıyla baskı yaratma yoluna gitmesi olasıdır.
Devletin tüm olanaklarına, gücüne sahip olması itibariyle Erdoğan’ın elinde bu koz var kuşkusuz ancak ekonomideki sarsıntının büyük çaplı bir krize dönüşmesi riski, tabiri caizse pamuk ipliğine bağlı olması Erdoğan’ın bu kozu kullanabilme alanını sınırlıyor.
Hem farklı kesimlere hitap edip birbirini gözetmesinin hem de Erdoğan karşıtlığında ortaklaşabilmesinin olanaklarından yararlanabilme, psikolojik üstünlüğü elinde bulundurma ve -“Tamam” örneğindeki gibi- “Erdoğan’ın hamlesi”ni “Erdoğan’a hamle”ye dönüştürebilme kozları ise muhalefetin elinde duruyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.