Sol bir inisiyatif merkezinin inşası; sokak/mahalle meclislerinden sandık komitelerine, 24 Haziran akşamını garanti altına alacak örgütlenmelerden vekilliğe kadar birçok aracın birlikte kullanılmasıyla gerçekleştirilebilir
Sol bir inisiyatif merkezinin bugünden inşası; sokak/mahalle meclislerinin kurulmasından sandık komitelerinin oluşturulmasına, 24 Haziran akşamı kazanımı garanti altına alacak örgütlenmelerden milletvekilliğine kadar birçok aracın birlikte etkin bir biçimde kullanılmasıyla gerçekleştirilebilir
Anketler ve kamuoyu yoklamaları istenildiği gibi gelmiyor. Siyasal İslamcı dinci vurgular AKP tabanını heyecanlandırmaya yetmiyor. Filistin halkının kanı üzerinden İstanbul ve Diyarbakır’da yapılan “seçim mitingleri” dahi bu gerçeği değiştiremiyor. Erdoğan’ın “her iki seçimi de kazanma” zorlaması, koşulları belirleyen kendisi olmasına rağmen kendi tabanı nezdinde dahi karşılık bulmuyor.
İktidar partisi, seçmenine bizzat kendisinin 16 yıldır yarattığı sorunları çözmeyi vaat ediyor. Ancak Erdoğan’ın Türkiye halklarının toplumsal sorunlarına ya da ekonomik temelli işsizlik, yoksulluk gibi problemlerine yönelik tek somut önerisi, tüm yetkileri Erdoğan’ın elinde toplamak. Muhtarından milletvekiline, bakanından belediye başkanına kadar hiçbirisinin seçmenin önüne koyabileceği bir başka hedef bulunmamaktadır.
Elbette Erdoğan tehlikenin farkında! Görüldü ki seçimlerin baskın bir biçimde erkene alınması yeterli değil. AKP seçmeninin üçte biri, bir şekilde AKP’nin maddi olanaklarından yararlanıyor olmasına rağmen dağınık ve psikolojik üstünlük muhalefette. Bu yüzden 24 Haziran’da kendisi ve partisi için olumsuz tüm seçenekleri, seçmenini baskılayarak, muhalefeti ise tehdit ederek engellemeye çalışıyor. Kendisine oy verip AKP’ye vermeyeceklere “münafık” dedikten iki gün sonra ekliyor: “Meclis’te çoğunluğu kazanamazsak A, B, C planlarımız var!” Havuz medyası sorumluluğun bilincinde, sürekli “Reise sadakat” diyerek safları sıklaştırma çağrısı yapıyor. Doların yükselişi “uluslararası komplo” ile açıklanıp dış mihraklara karşı birlik naraları atılıyor. Suikast mı dediniz? Yandaşlarına göre “Reis” zaten siyasete girdiği günden beri kelle koltukta mücadele etmekte!
Açık ki milletvekili listesi de dağınıklığı gidermek üzere belirlenmiş. Sadece ekonomi yönetimi liste dışı bırakılarak, bakanlık yapan 21 isim sahaya sürülüyor. Bekir Bozdağ, Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Nurettin Canikli gibi ağır toplar liste başlarında. Böylece bir taraftan bunları koruma, diğer taraftan vazgeçme seçenekleri bir arada tutulmuş (Yeni rejimde bakan olabilmek için milletvekilliğinden ayrılmak gerekiyor).
Cumhur İttifakı’nın zayıf direği MHP, İyi Parti’ye kayan tabanını toparlama hamleleriyle meşgul. Akşener’in adaylığını engelleyemeyen Bahçeli, kafayı önce “FETÖ’nün seçmen ayağı”na, sonra da cezaevlerine taktı. Bahçeli o kadar sıkışmış olmalı ki cezaevindeki mahkumların, onların yakınlarının oylarına muhtaç kalmış durumda. Bir de tabi Alaattin Çakıcı gibileri “bağlayarak” birtakım kirli işlerde kullanma hesaplarını boş geçmemek gerek.
BBP’deki çatlama ise yeni başlıyor. Aday listeleri açıklandığında gördüler ki “yancılık”, oyunun kurallarını belirlemek için yeterli değil. Genel başkan dışında kimse seçilebilir yerden aday değil. Genel başkan yardımcıları Diyarbakır 7. sıradan, İstanbul İl Başkanı ise ancak İstanbul 1. Bölge 23. sıradan kendine yer buldu. BBP’liler geç de olsa “genel başkanlarının kendilerini sattığını” ve “Saadet kadar olamadıklarını” anladılar!
Türkiye’de sağın birliği meselesi sömürge tipi faşist rejimin her zaman temel meselelerinden biridir. ‘80 öncesi Milliyetçi Cephe hükümetleriyle, 90’larda koalisyonlarla tesis edilmeye çalışılan sağın birliği, bugün Cumhur İttifakı’yla sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak ne OHAL ne muhalefete dönük saldırılar ne Afrin savaşı ile sürdürülen Kürt düşmanlığı ne de devrimci öğrencilere dönük saldırılar bugün bu birliği sağlamaya yetmektedir. Cumhur İttifakı karşısında İyi Parti, Saadet Partisi ve Gül’ün tutumu artık Erdoğan karşısında net bir pozisyonu yani gerçek bir saflaşmayı temsil etmektedir.
Sorun, Erdoğan’ın rejim değişikliğini zorlaması ve iktidar paylaşımı sorunudur. Ve bu tablo Türkiye siyaset düzlemini değiştirmiştir. CHP bu tabloyu okuyarak plan yapmaktadır. Aday listelerinde de görüldüğü üzere giderek “merkez” rolüne oynanmasının sebebi de budur. Erdoğan’a %50+1’i aldırmama taktiği de bu amaç gereğidir. CHP parçalanan sağı kendi bünyesinde taşıyarak Meclis’te AKP’yi geriletmeyi hedeflemektedir. Bu tutumun somut karşılığı en temel sosyal demokrat ilkelerin dahi geri plana itilmesidir. Örneğin Muharrem İnce, “memlekete huzur, demokrasi, uzlaşma getirmeyi” vaat ederken laikliği asla dillendirmemektedir. Ayrıca sol değerlere sahip çıkan, Meclis’te az çok sokağın sesi olan milletvekillerinin birçoğu liste dışı kalmıştır. İnce’yle heyecanlanan sosyal demokrat tabanın adaylarla hayal kırıklığına uğradığı kesin. Açıktır ki, CHP yönetimi ve temsil ettiği bu taban arasındaki açı giderek artacaktır.
Sonuç itibariyle egemen siyasette saflar belli; ya Cumhur İttifakı ekseninde rejim değişikliği ya da Millet İttifakı ekseninde parlamenter rejimin restorasyonu.
Saflaşma elbette neoliberal politikalara yönelik bir itirazdan kaynaklanmamaktadır. Örneğin AKP’nin patronlara güvence veren son adımları dahi muhalefetin gündemine girememiştir. Erdoğan’a muhalefet eden siyasal aktörlerin, işçi sağlığı iş güvenliği tedbirlerinin maliyet unsuru olarak görülüp kaldırılmasına, istihdam maliyetlerinin düşürülmesine, mahkemelerde kaybeden patronların “zorunlu arabuluculuk” sistemi getirilerek kazanmasına yönelik somut tek bir itirazı yoktur. Tam tersine CHP yönetimi hazırladığı ekonomik programı TÜSİAD’a göndererek “onay” istemektedir.
Aslında iflas eden de krizin kaynağı olan da neoliberal sömürgecilik modelidir. Mevcut aktörlerin hiçbirisi bu anlamda alternatif değildir. Tersine aynı politikaları sürdürmenin garantörleri, adaylarıdır. “Sen düşünce dolar düşecek” sözü meydanlarda propaganda aracı olabilir ancak Türkiye ekonomisi, kuru propaganda ile toparlanamaz! Çözüm bağımsızlıkçı, barışçı, demokratik, sosyalist bir program alternatifinin yüksek sesle dile getirilmesidir. Bu alternatifin temel kavramları da “restorasyon” ya da “normalleşme” değil, “halk egemenliği” ve “kurucu irade” kavramlarıdır. Bugün Erdoğan karşısında yer alan cephede “zorunlu” olarak bulunan sosyalistlerin belirgin olarak öne çıkarmaları gereken tam da bu kavramlardır.
Siyasal yelpazenin ağırlıklı olarak sağdan yapılandığı bu koşullarda HDP, sol-sosyalist adaylarla ittifakını genişleterek siyaset sahnesinin solunda açığa çıkan boşluğu doldurmaya ve yeniden Türkiye partisi olmaya yönelik adım atmaktadır. Şimdilik 7 Haziran öncesinde yakalanan ve Demirtaş şahsında simgeleşen sol-popüler atmosfer olmasa da, tüm siyasal aktörler AKP’nin Meclis çoğunluğunu kaybetmesinin tek koşulunun HDP’nin barajı geçmesi olduğunun farkındadır. Bu tercih güçlendirilmelidir. Sol-sosyalist adayların varlığı bu anlamda önemli bir fırsat yaratmıştır. Sol adına milletvekilliği sıfatını yüklenenler, elbette hem toplumsal mücadelenin Meclis’te sesi hem sokaktaki direnişin neferi hem de sosyalist hedefin yüreği olacaklardır (Ancak bilinmelidir ki “henüz” Kürt hareketi ile sosyalist hareket bir program birliğine sahip değildir. Ve elbette Erdoğan’ın hesaplarını bozacak ve yeni bir ülkeyi inşa edecek asıl güç temsiliyetler değil halkın örgütlü mücadelesi ve gücüdür).
Bu süreçte toplumsal muhalefet açısından ilk hedef, Erdoğan iktidarının sokakta ve sandıkta yenilmesidir. 16 Nisan referandumunda büyük kentleri kaybeden iktidarın oy oranını daha da aşağılara çekmek ve çatırdayan AKP tabanına Erdoğan’ın toplumun geleceği için hiçbir şey vaat etmediğini anlatmak mümkündür. Tıpkı, Hayır Meclisleri’nde olduğu gibi bugüne kadar yarattığımız tüm birikim bu amaç doğrultusunda aktif bir biçimde seferber edilmelidir. Muhalefetin, AKP iktidarına farklı noktalardan vurup aynı zamanda birbirini gözetebilme avantajını, sokakta yürütülecek çalışmalarda gelmeye başlayan/gelebilecek saldırılara karşı koymak için kullanabilmesi de bu seferberliğin bir parçası olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
İkinci olaraksa önümüzdeki bir ay boyunca Tek Adam diktatörlüğüne karşı açık siyasal propagandanın sokakta aktif militan biçimlerde sürdürülmesi; anti-demokratik uygulamaların fiilen kaldırılması ve adil/eşit propaganda yapabilme hakkının kullanılabilmesi için tek güvencedir. Bu anlamda sokağın sandığı da kuşatacak, sandık güvenliğini de sağlayacak biçimde 24-25 Haziran’ı görerek örgütlenmesi zorunluluktur. AKP’nin, yaptığı son değişiklikle sandıkları neredeyse tamamen kendi atadığı sandık görevlilerine teslim etme oyunu ancak boşta hiçbir sandık bırakmayacak bir duyarlılık ve organizasyonla mümkündür (Son gün 1 Haziran).
Son olarak, AKP’nin 16 yılda yarattığı tahribat ancak sol bir programla ortadan kaldırılabilir. Siyasetin tamamıyla sağa savrulduğu ve sol boşluğun/ihtiyacın giderek artacağı böylesi bir süreçte devrimciler; neoliberalizme karşı kamunun yeniden inşasını hedefleyen, gericiliğe karşı laikliği, milliyetçiliğe ve şovenizme karşı kardeşliği bayrak edinen, halkın bağımsız çıkarları doğrultusunda siyaset sahnesine müdahale eden ve iktidar mücadelesini hedefleyen bir sol inisiyatif merkezi yaratma amacı/göreviyle karşı karşıyadır.
Sol bir inisiyatif merkezinin bugünden inşası; sokak/mahalle meclislerinin kurulmasından sandık komitelerinin oluşturulmasına, 24 Haziran akşamı kazanımı garanti altına alacak örgütlenmelerden milletvekilliğine kadar birçok aracın birlikte etkin bir biçimde kullanılmasıyla gerçekleştirilebilir. Devrimciler bu anlamda karşılarına çıkan tüm olanakları değerlendirerek, gereğinden fazla misyon yüklemeden ve basit bir tabiiyet ilişkisine de indirgemeden mücadele araçlarını elbette çoğaltacaklar.
Yeni bir siyaset, yeni bir örgüt ve yeni bir ülke kurmak için yola çıkanlar bu çoklu görevleri yerine getirecek birikime, sorumluluğa ve deneyime sahiptir.
Ne başkanlık ne restorasyon… Sokağı örgütleyecek, sandığı kuşatacak, yeni bir ülke kuracağız!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.