Zizek’e göre, toplumun çoğunluğunu işçi sınıfı oluşturmuyor, toplumsal serveti işçi sınıfı üretmiyor, işçi sınıfı toplumun sömürülen üyelerinden oluşmuyor ve toplumun yoksulları artık işçiler değil
Devrimler, ya da işçi sınıfının toplumu dönüştürme iradesi ise Zizek’in iddia ettiği gibi işçiler bugün kapitalist üretim tarzı altında sömürülmedikleri için değil, işçi sınıfı dünya çapında gelişen sert sınıf mücadelelerinde son 50 yılda çok ağır yenilgiler aldığı, ekonomik ve politik mücadele örgütleri büyük ölçüde dağıtıldığı, işçi sınıfı içindeki katmanlaşma yeni boyutlar kazandığı için yok
Karl Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü, onun hakkında dünya çapında bir haber ve yorum sağanağına neden oldu. Yaşamının detaylarından düşüncelerinin ince kıvrımlarına uzanan çeşitlilikte pek çok yazı dünya basınında ve Türkiye’de yayımlandı. Kapitalizmin en güçlü eleştirmeni, enternasyonal işçi sınıfının teorik ve politik önderi olarak Marx’ın bu yaygınlıkta gündeme gelmesi kuşkusuz nedensiz değil. Marx en son 2008’de, kapitalist dünya ekonomisi derin bunalımın sarsıntıları altındayken sermaye tarafından anımsanmış, sermayenin sözcüsü yayın organları “Marx aslında haklı mıydı?” türünden manşetler atmıştı.
Marx’ın günümüz dünyasında geniş bir ilgiyle karşılanması boşuna değil. Oxfam International, ekonomik eşitsizliğin dünya çapında boyutları hakkındaki son araştırmasının sonuçlarını geçtiğimiz Ocak ayında dünyanın efendileri Davos’ta toplandıklarında açıklamıştı. Oxfam’ın açıkladığı araştırma sonuçlarına göre, geçtiğimiz yıl dünya üzerinde üretilmiş toplam servetin yüzde 82’si dünya nüfusunun en tepedeki yüzde 1’lik kesimine gitmişti. Nüfusu 3.7 milyara tekabül eden dünyanın en yoksullarının gelirinde hiçbir artış yaşanmazken; dünyanın milyarderlerinin serveti 2010 yılından bu yana her yıl ortalama yüzde 13 artmıştı. (Richest 1 percent bagged 82 percent of wealth created last year -poorest half of humanity got nothing, Oxfam International 22 January 2018)
Araştırma sonuçlarına göre, ABD’de bir şirket CEO’su sıradan bir işçinin bir yıllık toplam gelirini bir günde kazanıyor; dünyanın en büyük beş moda markasından birinin CEO’su Bangladeşli bir giyim sektörü işçisinin tüm çalışma yaşamı boyunca elde ettiği toplam geliri sadece dört günde elde ediyordu. Oxfam’ın bulgularına göre, 2.5 milyon Vietnamlı giyim sektörü işçisinin ücretlerinin onları geçindirebilecek seviyeye yükseltilebilmesi için yıllık 2.2 milyar dolarlık bir artışa ihtiyaç vardı ve bu rakam giyim sektöründeki beş büyük markanın zengin hissedarlarına 2016’da aktarılan miktarın sadece üçte birine denk düşüyordu. Oxfam’ın saptadığı bir başka gelişme, Mart 2016 ile Mart 2017 arasında dünyadaki milyarder sayısının benzeri görülmemiş bir artış oranına sahip olmasıydı. Bu zaman dilimi içinde her iki günde bir listeye yeni bir milyarder eklenmişti.
Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren Oxfam yöneticisi Winnie Byanyima, “Yaşanan milyarder patlaması gelişen başarılı bir ekonominin işareti değil, bir ekonomik sistemin başarısızlığının semptomudur” diyordu. Byanyima’ya göre, giysilerimizi, telefonlarımızı ve yiyeceklerimizi üreten insanlar bu malların istikrarlı ve ucuza arz edilmesini sağlamak, şirketlerin ve milyarder yatırımcıların karlarını yükseltmek için yoğun bir sömürüye tabi tutuluyordu.
Byanyima’nın başarısız bulduğu ve şikayetçi olduğu bu “ekonomik sistem”i Marx kapitalizm olarak adlandırmıştı ve Kapital adlı eserinde kapitalist üretim tarzının sürekli eğiliminin ve gelişme yasasının, “üretim araçlarını emekten giderek daha fazla ayırma” “parçalanmış olan üretim araçlarının giderek büyük gruplar halinde bir araya getirme” “yani emeği ücretli emeğe ve üretim araçlarını sermayeye dönüştürme” olduğunu saptamıştı.
Sürekli eğiliminin ve gelişme yasasının bu niteliği nedeniyle Marx’a göre “Kapitalist üretim süreci, bir bütün olarak ele alındığında ya da bir yeniden üretim süreci olarak, sadece meta, sadece artık değer üretmekle kalmaz, sermaye ilişkisinin bizzat kendisini, bir tarafta kapitalisti, diğer tarafta ücretli işçiyi üretir ve yeniden üretir”di. İşte bu nedenle, kapitalist ekonominin işleyişinin ya da Oxfam’ın sözünü ettiği “ekonomik sistemin” tam kalbinde bu sermaye ilişkisi yer alıyordu. Marx’ın Kapital’i yazdığı dönemde kapitalizm dünya üzerinde oldukça küçük sayılabilecek bir alan üzerinde egemen konuma gelmiş, toplumsal üretim üzerinde egemenlik kurabilmişti, ama Marx’ın analizleri kapitalizmin sürekli genişleme ve yayılma yönünde bir eğilime sahip olduğuna da işaret ediyordu. Öyle de oldu, kapitalizm 20. Yüzyılda dünyanın dört bir yanına farklı tempolarla yayıldı ve yerleşti, kapitalist üretim tarzı toplumsal üretime büyük ölçüde egemen oldu. 20. Yüzyıl Devrimleriyle kapitalist dünya ekonomisinden kopan Sosyalist ülkelerde yaşanan karşı-devrim süreçlerinin ardından kapitalizm 21. Yüzyıl’da tüm dünyada egemenliğini kurdu. Oxfam’ın sunduğu eşitsizliğin ulaşmış olduğu boyutlara ilişkin tablo, esas olarak kapitalizmin dünya çapındaki hakimiyetinin yaratmış olduğu sonuçlara ışık tutuyor. Bu tablo aynı zamanda, Marx’ın teorisinin günümüz koşullarında ne derece güncel ve canlı olduğunun da güçlü bir göstergesidir.
Marx’ın Kapital’i yazdığı dönemde, dünyanın ezici bir çoğunluğunda toplumsal üretim yine kesintisiz yapılıyordu ama bu sermaye ilişkisi temeline dayanmıyordu. Sınıflar da sömürü de vardı ama bunlar kapitalist nitelikte değildi, kapitalist nitelikte ilişkiler sınırlı bir alanda egemendi. “Sermaye”, demişti Marx, “artı-emeği icat etmemiştir. Toplumun bir kesiminin üretim araçları üzerinde tekele sahip olduğu her yerde emekçi, özgür olsun olmasın, kendi varlığını sürdürmek için gerekli-emek zamanına, üretim araçlarına sahip olanların yaşamları için gerekli tüketim maddelerini üretmek için de fazladan bir emek-zamanını eklemek zorunda kalmıştır.” İşte sınıflı toplumlara özgü bu temel mekanizma Marx’a göre sömürünün ve sınıf mücadelelerinin kaynağını oluşturmuştur ve Marx’ın teorisinde sömürüye dayalı sınıflı toplumlar, “karşılığı ödenmemiş artık emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alındığı özgül iktisadi biçim” ile birbirinden ayırt edilirler. Marx’ın teorik mirasının en güçlü parçası, kapitalizmde “karşılığı ödenmemiş artık emeğin doğrudan üreticilerden çekilip alındığı özgül iktisadi biçim”in anatomisini açığa çıkarması, bunu kapitalist topluma özgü artı-değer sömürüsü olarak ortaya koymasıydı.
Marx’ın doğumunun 200. yıldönümü vesilesiyle yazılan bazı yazılardan öğrendik ki, böyle düşünmeyen Marksistler de var. Bunlardan birisi, “Marx kültür konusunda haklı çıktı” başlıklı yazısı Gazete Duvar’da yayımlanan Slavoj Zizek. Zizek’e göre, Marx’ın teorisi “zirve noktasına ancak bugün ulaşan kapitalist dinamiklerin çılgın dansını harika bir biçimde tarif ediyor”, ama diyor Zizek, “Gerald A Cohen, işçi sınıfına dair klasik Marksist nosyonun dört özelliğini sıralamıştır: (1) [işçi sınıfı] toplumun çoğunluğunu oluşturur; (2) toplumun servetini üretir; (3) toplumun sömürülen üyelerinden oluşur; ve (4) üyeleri, toplumun yoksul kesimleridir. Bu dört özellik birleştiğinde, iki başka özelliği daha ortaya çıkarır: (5) İşçi sınıfının devrimde kaybedecek bir şeyi yoktur; ve (6) toplumu devrim yoluyla dönüştürebilir ve dönüştürecektir.”
Zizek bir Marx yorumcusu Cohen’den alıntı yapıyor, Cohen’in formülasyonu Marx’ın yaklaşımını başarılı bir biçimde yansıtıyor, yani isabetli bir seçim. Cohen’den bu unsurları aktaran Zizek kendi yaklaşımını şu şekilde ortaya koyuyor: “İlk dört özelliğin hiçbiri bugünün işçi sınıfı için geçerli değil; 5. ve 6. özelliklerin bugün ortaya çıkmamasının sebebi de bu. Özelliklerin bazıları bugünün toplumunun bazı kesimleri için geçerli olsa da, artık tek bir unsurun altında birleşmiyor: Toplumdaki yoksul insanlar artık işçiler değil ve saire.”
Zizek’e göre, toplumun çoğunluğunu işçi sınıfı oluşturmuyor, toplumsal serveti işçi sınıfı üretmiyor, işçi sınıfı toplumun sömürülen üyelerinden oluşmuyor ve toplumun yoksulları artık işçiler değil. Peki tüm bunları doğru kabul edersek, elimizde Marx’tan ya da Marx’ın en kapsamlı analizini sunduğu ve hatta Zizek’e göre, Marx’ın “zirve noktasına ancak bugün ulaşan kapitalist dinamiklerin çılgın dansını harika bir biçimde tarif” ettiği bir sömürü düzeni olarak kapitalizmden geriye ne kalır?
İşçilerin üretken faaliyetleri sonucunda oluşan ekonomik çıktının bir bölümüne sermaye ilişkisi aracılığıyla el koymadan bir Amerikalı CEO bu geliri nasıl elde edebilir? Dünyanın hemen her köşesinde işçiler her sabah, Marx’ın ifade ettiği gibi sadece meta üretmek için değil aynı zamanda artı-değer üretmek için çalışmaya zorlanmıyorlar mı? Ve bu Marx’ın teorisine göre kapitalist sömürü anlamına gelmiyor mu?
Marx, Kapital’den önce henüz 1856’da şu saptamayı yapmıştı:
“19. yüzyılda, bir yandan, bundan önceki insanlık tarihinin hiçbir insan evresinin aklına dahi getiremediği sınai ve bilimsel kuvvetler ortaya çıkmaya başlamıştır. Öte yandan, Roma İmparatorluğu’nun son zamanlarında görülen umutsuzluğu kat kat aşan çürüme belirtileri vardır. Günümüzde her şey kendi karşıtına gebe görünüyor. İnsan çalışmasını kısaltma ve bereketlendirme şaheser gücüne sahip makinelere [karşın] kendisinin yoksulluk içinde, gücünün ötesinde çalıştığını görüyoruz. Ortaya yeni çıkmış zenginlik kaynakları, garip bir gizemli büyü ile, yokluk kaynakları haline dönüşüyor.
“Bir yanda modern sanayi ve bilim, öte yanda modern sefalet ve ayrışma arasındaki bu uzlaşmaz çelişki; üretici güçlerle çağımızın toplumsal ilişkileri arasındaki bu uzlaşmaz çelişki, apaçık, karşı konulmaz ve su götürmez bir olgudur.”
Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından açıklanan yıllık rapora göre küresel “savunma harcamaları” 2017 yılında 1 trilyon 739 milyar dolara yükseldi. Aynı 2017 yılını milyonlarca işçi sefalet ve yoksunluklar içinde geçirdi. Dünyanın dört bir yanında fabrika adı verilen hapishanelere kapatılarak uzun saatler boyunca çalışmaya zorlanan işçiler aynı yıl kıt kanaat geçinmeye çalıştılar. Dünyanın dört bir yanında ihtiyaç duyduğu sağlık hizmetlerine erişemeyen işçiler yaşamını yitirdi, ya da kapitalistler ve hizmetkarları tarafından “iş kazası” adı verilen cinayetlerle katledildiler. İşte tüm bunlar, “üretici güçlerle çağımızın toplumsal ilişkileri arasındaki bu uzlaşmaz çelişki”nin çok daha büyük boyutlar kazanmış olmasından başka ne alma gelir?
Marx’ın kurucu önderi olduğu işçi sınıfı devrimciliği de zaten kaynağını bu su götürmez çelişkiden almıyor mu? İşçi sınıfının devrimde kaybedecek bir şeyi var mı? İşçiler Marx’ın teorisinin üretildiği dönemle günümüz arasındaki uzun zaman içinde tam da Marx’ın öngördüğü gibi, kapitalizmin gelişme yasası uyarınca daha önce kısmen sahip oldukları “parçalanmış olan üretim araçlarını” geri gelmeyecek şekilde her yerde kaybettiler, yani mülksüzleştiler. Zaten bunu kaybettikleri için işçi sınıfının bir parçası haline geldiler ve yine tam da bu nedenle işçilerin devrimden halen çıkarı var. Devrimler, ya da işçi sınıfının toplumu dönüştürme iradesi ise Zizek’in iddia ettiği gibi işçiler bugün kapitalist üretim tarzı altında sömürülmedikleri için değil, işçi sınıfı dünya çapında gelişen sert sınıf mücadelelerinde son 50 yılda çok ağır yenilgiler aldığı, ekonomik ve politik mücadele örgütleri büyük ölçüde dağıtıldığı, işçi sınıfı içindeki katmanlaşma yeni boyutlar kazandığı için yok. Bu nedenlerden ötürü işçi sınıfı bugün daha fazla sömürülüyor. İşçi sınıfının yeni ekonomik ve politik örgütleri günümüz koşullarında mutlaka kurulacak, sermaye düzeninin ölüm çanı anlamına gelen devrimci işçi sınıfı mücadelesi gelişen sınıf mücadeleleri içinde kendini yeniden kuracak ve bu kez daha güçlü ayağa kalkacak. Oxfam’ın araştırmasının ortaya koyduğu tablo bunun gerçekleşmemesi durumunda bugün Marx’ın döneminden çok daha fazla büyümüş olan “çürüme belirtilerinin” korkunç sonuçlar yaratma potansiyeline sahip olduğundan başka neye işaret ediyor?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.