Lula’nın suçu, elitist bir ülkedeki bir işçi ve bir siyasi lider olmasıydı. Lula’nun suçu, rezil siyasetçilerin ülkesinde popüler olmaktı
Lula’nın suçu, elitist bir ülkedeki bir işçi ve bir siyasi lider olmasıydı. Lula’nun suçu, rezil siyasetçilerin ülkesinde popüler olmaktı. Lula’nın suçu, Brezilya’yı 500 yıl boyunca yönetmiş olan elitlerin üyesi olmayan bir yabancı olmasıydı. Bu nedenle, iktidardaki siyasetçiler suç kanıtları ortadayken masum sayılırken, –Dilma’nın yanı sıra– Lula suçlu bulundu ve hiçbir kanıt olmaksızın cezalandırıldı
Brezilya’daki en popular siyasetçi olan eski devlet başkanı Luís Inácio Lula da Silva, yolsuzluk suçlamasıyla 12 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı. Bu durum, halihazırda dört yıldır süregiden benzeri daha önce görülmemiş bir yargılama sürecinin –bugün dünyadaki en korkunç siyasi uzlaşmazlık davasının– bir sonucuydu. Olayın Lula’nın eşi Marisa’nın ani ölümüne bile katkıda bulunduğu düşünülüyor. Lula’yı çaresiz hale getirmek için banka hesaplarına, birikimlerine ve emekli aylığına el konuldu. Yine de Lula’ya yöneltilen hiçbir suçlama kanıtlanamadı ve ceza ise, alenen bir sağ partiye sadakatiyle bilinen, ABD Adalet Bakanlığı ile yakın temas halinde olan ve hem savcı hem jüri rollerini üstlnene bir yargıç tarafından verildi. Meseleye ne kadar yakından bakarsanız iş o kadar kötüleşiyor.
Lula uzun zamandan bu yana tartışma yaratan bir kişilik – fakat hapse atılmasından önce, bu yıl yapılacak seçimlerde en önde giden aday konumundaydı. Lula’nın henüz bir ayını dolduran hapisliği, pek çok insan –hatta onun siyasetiyle uyuşmayan kişiler– için, Brezilya demokrasisinin dokusuna yönelik bir tehdidin alarm zillerini çalmış oldu. Peki, canlı bir demokrasiye sahip yükselen bir küresel güç nasıl oldu da bir siyasi uçuruma yuvarlandı?
Luís Inácio Lula da Silva, 1970’li yıllarda Brezilya’nın en etkili sendika lideriydi ve askeri diktatötlük altında ortaya çıkan “yeni sendikalar”ın en önemli önderiydi. Bu savaşkan sendikalar daha çok tüketim malları endüstrisinde, devlet işletmelerinde ve devlet memurları arasında yoğunlaşmıştı.
1970’lerin sonu ile 1980’lerin başı arasındaki yıllarda, Lula, Brezilya tarihindeki en geniş katılımlı ve en etkili işçi grevlerinin başını çekti. Yine Lula, 1980’li yılların başında yıllarca parti başkanlığını yürüteceği Brezilya İşçi Partisi’nin en önde gelen kurucusuydu. Fakat Lula, o dönemde medyanın yalan yanlış söylediğinin aksine asla herhangi bir anlamda bir “sosyalist” olmadı. Lula her zaman bir sosyal democrat ve bir müzakereciydi: Ekonomik ve siyasi cepheleşmelerde uzlaşma sağlanmasında etkileyici biçimde iyiydi ve bu niteliği onun siyasi yörüngesi açısından asli önemdeydi.
Lula, İşçi Partisi lideri olarak, 1989’da, 1994’te ve 1998’de üç başkanlık seçimine katıldı ve kaybetti. Bu seçimlerinden her birinde, Brezilya işçi sınıfı ve devlet memurları neoliberalizme, sanayisizleşmeye, enformelleşmeye, özelleştirmeye ve kamu sektörünün “küçültülmesine” geçiş süreci tarafından kırıp geçirilirken, İşçi Partisi, siyasi merkeze ve orta sınıfa giderek daha fazla başvurarak daha ılımlı bir seçim kampanyası yürütecekti.
Lula ve İşçi Partisi, 2002 başkanlık seçimlerine giderken, partinin destek tabanı geleneksel işçileri, topraksız köylü hareketi (MST) tarafından temsil edilen radikalleşmiş köylüleri, orta sınıfın “ilerici” kesimini ve Brezilya’nın yerli burjuvazisinin geniş bir kesimini bir araya getiren aşırı derecede geniş bir koalisyon oluşturdu. Bu toplumsal gruplar, 2002 seçimlerinde, kendi çabalarıyla yükselmiş, tekstil sanayinin lideri ve bir merkez sağ partiye bağlı milliyetçi bir siyasetçi olan Lula’nın başkan yardımcılığı adayı José Alencar tarafından temsil edileceklerdi.
Lula’nın 2002 yılı başlarındaki kamuoyu anketlerindeki yükselişi, döviz kurundaki ve devlet tahvillerindeki ciddi dalgalanmalar ile aynı döneme denk gelecekti. Bir ödemeler dengesi krizi ve mali çöküş tehdit, Lula’nın seçimden dört ay önce “Brezilya Halkına Mektup” metnin yayınlamasına ve hükümetinin o dönem sağcı PSDB partisi lideri ve sonrasında (bugün de) İşçi Partisi’nin esas rakibi olan Başkan Fernando Henrique Cardoso tarafından dayatılmış olan neoliberal makroekonomik politikaları kabul etmesine yol açtı.
Lula rahat bir biçimde seçildi. Önde gelen uluslararası bankacılardan ve sağcı PSDB üyesi –ve 2016’da Maliye Bakanı olarak kariyerine devam edecek olan– Henrique Meirelles’i Merkez Bankası başkanı olarak atadı. Lula, Meirelles’i atamakla, mali sermaye, uluslararası sermaye ve Brezilya elitleri ile bir uzlaşma sağlamak için müzakere etmeye çalışıyordu. Lula, ülkenin makroekonomik politikalarını değiştirmeyecek ve karşılığında da sermaye çevreleri ona sosyal politikalara, en yoksullara gelir sağlamaya ve Brezilya’nın sarsıcı yoksul oranını azaltmaya odaklanmasına izin vereceklerdi.
Gerçeklik iki yoldan müdahalede bulunana kadar, Lula’nın ilk hükümetinin yapmaya çalıştığı şey işte buydu. İlk olarak, hükümet neoliberal makroekonomik politikaların (mali kemer sıkma, yüksek faiz oranları, enflasyon hedefleri, bapımsız bir merkez bankası, sermayenin serbest uluslararası dolaşımı vb.) kendi sosyal politikalarını hayata geçirmek için ihtiyacı olan hızlı ekonomik büyüme ile uyumsuz olduğunu keşfetti. İkincisi, siyasi ılımlılığın, geleneksel eliti tatmin etmek açısından işe yaramadığının farkına vardı.
Anlaşmayı bozan şey ise, hükümetin hızlı ekonomik büyümeyi hayata geçirmekte başarısız olması değildi. Lula’dan önceki Cardoso yönetimi de bunu başaramamıştı (hatta Cardoso yönetiminde, Brezilya, uluslararası borç krizinin sonrasındaki “kayıp on yıl” 1980’ler boyunca olduğundan bile daha az büyümüştü). Benzer şekilde, önceki Temer yönetimi de bir büyüme çevrimi yaratamamıştı. Brezilya elitlerinin keyfini kaçıran şey, Lula’nın ilk hükümeti boyunca ana akım medyanın, yargının, üst orta sınıfın ve mali elitlerin devlet kurumlarından ve iktidarın yakın çevresinden uzaklaştırılmalarından duydukları hınçtı.
Brezilya elitleri, devlet iktidarını yeniden ele geçirmek adına, 2005 yılında mensalão skandalı olarak bilinen olayı uydurdular. Bu sözümona skandal, İşçi Partisi’nin pek çok Senatöre ve Milletvekiline aylık para verdiği iddiasına dayandırılmıştı ve bu hikaye halen daha kanıtlanmamış olmasına karşın skandal hızla kamuoyunun zihnini ele geçirecekti. Mensalão skandalı, neredeyse Lula’nın görevden azledilmesine yol açacaktı ve İşçi Partisi’nin imajında tamir edilemez biçimde hasar bıraktı ve Maliye Bakanı Antonio Palocci’yi, Lula’nın özel kalemi José Dirceu’yu ve partinin önde gelen pek çok kişisini tasfiye etti. Bu kişiler uzun yıllar boyunca hapiste kaldılar.
Lula, sadece yoksullar ve sanayi eliti arasında ona dönük artan destek sayesinde kendisini toparlayabildi. Lula 2006 yılında yeniden başkan seçildi ve bu yeni destek tabanıyla uyumlu biçimde daha cesur ekonomik politikalar uygulamaya başladı. Aynı zamanda talihi de yaver gidecekti çünkü Brezilya, 2000’lerin başındaki ve ortasındaki küresel emtia patlamasının getirdiği refah çevrimi dalgasına binmişti.
Ekonomi daha hızlı biçimde büyümeye başladı ve hükümet, asgari ücreti yükseltecek, mali aktarımlar arttıracak, daha hırslı sosyal politikalar uygulayacak ve “ulusal şampiyonlara” destek de dahil daha cesur sanayi politikaları izleyecek kaynaklara sahipti (“Ulusal şampiyonlar”, Japon ve Güney Koreli holding şirketlerin ekonomik büyümeyi, yenilenmeyi ve ihracatı güçlendirmesi örneğini takip ederek Brezika içinde ve dışında güçlenecek büyük yerli şirketlerdi). “Şampiyonlar”, büyük petrol ve madencilik holdinglerinden bankacılık ve telekomünikasyon şirketlerine kadar uzanıyordu. Muhtemelen rastlantı olmayan biçimde, bu şirketler, lavajato yolsuzluk-karşıtı operasyonunun yıllar sonar hedefine koyacağı ve darbe sonrasındaki Temer yönetiminin yıkmaya çalışacağı şirketlerdi.
İkinci Lula hükümetinde uygulanan politikalar fazlasıyla başarılı oldu ve Brezilya, istihdam yaratma, emeğin kayıt altına alınması, gelir dağılımı, eğitim, sağlık ve toplumsal göstergeler alanlarında kayda değer gelişmeler gösterdi. Buna karşılık gelen biçimde, Lula’nın popülaritesi de eşi benzeri görülmemiş düzelere yükseldi: 2010 yılında bir daha aday olmayacağını açıkladığında, Lula’nın destek oranı, onu Cumhuriyet tarihinin en popular siyasetçisi yapan biçimde yüzde 80’in üzerine çıkmış durumdaydı.
Lula’nın halefi olarak seçtiği Dilma Rousseff ise onun kadar talihli değildi. 2008 krizinden sonra Brezilya, 2011 yılına kadar ekonomik olarak ayakta kalmayı başardı. Yine de ülke ekonomisi, emtia piyasalarındaki deflasyon nedeniyle ağır yara almıştı. Dilma hükümeti ekonominin büyümesini sürdüremedi ve Dilma, Lula’nın yarattığı koalisyonu bir arada tutamadı. Dilma’nın hükümeti adım adım çöküyordu.
İşçi Partisi hükümetleri verimli bir ekonomik büyüme döngüsünü, siyasi istikrarı ve bölüşüm alanında kazanımları gerçekleştirebilmişti. Gelgelelim, Lula ve Roussef tarafından idare edilen hükümetler, beş düzeyde sınırlıydılar.
Birincisi, bu hükümetlerin neoliberal ekonomik politikaları hayata geçirmesi, ekonomik istikrarı ve sermayenin güvenini korumak anlamına geliyordu. Ancak neoliberal politikalar, ekonomik büyüme, bölüşüm ve toplumsal kapsayıcılık açısından sınırlamalar getiriyordu. Lula ve Dilma bu sonuçları değiştirmeyi denediklerinde ise tatminsizlik homurtuları (ve mensalão tehdidi) görülüyordu; medya ve elitler, neoliberal politikaların yerine başka politikalar koymak istedikleri anda İşçi Partisi’ne başkaldırıyorlardı.
İkincisi, yüksek faiz oranları, serbest sermaye akışı ve sürekli aşırı değerlenen para birimi, yurtiçi gelir büyümesinin illa ki ev sahibi ülkedeki mallara yönelmesini gerektirmiyordu – fakat ithal malların artması biçiminde bu gelirin ülke dışına sızmasına yol açıyordu. Sonuç ise, imalat sanayi pahasına tarım şirketlerinin büyümesiyle birlikte yurtiçinde sanayisizleşme, vasıflı işlerin kaybı ve ekonominin çeşitliliğini yitirmesiydi. Brezilya ekonomisi, 2000’li yıllarda (koyu neoliberal 1990’lardaki 11 milyona karşı) toplamda 21 milyon iş yarattı fakat bu işler çoğunlukla güvencesiz ve düşük gelirli işlerdi. Lula ve Dilma hükümetleri, bugün –Lula döneminde yükseköğrenim alanındaki çarpıcı yaygınlaşma sayesinde– bugün kitlesel sayılarda üniversiteye gitmekte olan orta sınıfın beklentilerini ya da yükselen işçi sınıfının arzularını karşılayamadılar.
Üçüncüsü, yatırım yetersizliği ve zayıf bir sanayi politikası, ekonomik ve toplumsal altyapının geliştirilmesini engelledi ve ilk başta gelişmiş Batı ekonomileri ile olan ve sonrasında hızla büyüyen Doğu Asya’nın “mucize” ekonomileri ile ve nihayet Çin ile olan üretkenlik uçurumunu iyice derinleştirdi. Brezilya, zayıf politika üretme kapasitesine bağlı olarak, kendisini uluslararası işbölümündeki ülkelerin alt sıralarına kilitlemiş oldu. Sadece bu nedenle bile, gelecek yıllarda sürdürülebilir ekonomik büyüme olasılığı ortadan kalkmıştır.
Dördüncüsü, ekonomi küresel kriz sonrasında ekonomik çevrenin kötüye gitmesi ve gelişmiş ekonomilerdeki “parasal genişleme” nedeniyle kötü durumdadır. Brezilya’nın şu politikaların etkilerini ortadan kaldırmaya dönük araçları yoktur: Eğer bir ülke daha büyük, daha zengin ve daha dinamik ekonomilerin alt sıralarına sıkışıp kalmışsa, o ekonomilerin makroekonomik düzenlemelerinin yükünü taşımaya ve kendi düzenlemelerini yapmak için hiçbir politika alanının olmamasına yazgılıdır.
Beşincisi, İşçi Partisi, siyasi istikrara sadık bir partidir. Gelgelelim istikrar, İşçi partisi yönetimlerinin, ancak küresel ölçekte refah zamanlarında mümkün olabilecek şekilde kazanımları neredeyse herkese bölüştürebilme kabiliyetine bağlıdır. Küresel büyüme yavaşladığında, bu yönetimler de baskı altına girerler. Nihayet, politika hataları, terse işleyen küresel çevre, ekonomik yavaşlama, muhalefetin artan gücü ve ardı ardına gelen yolsuzluk skandalları Brezilya’da hükümeti felç etmiştir.
Rousseff 2016 yılında bir sivil-yargısal darbe ile devrildiğinde, Rousseff’in eski Başkan Yardımcısı Michel Temer yönetimindeki hükümet, sert bir mali küçülme de dahil uzlaşmaz bir ortodoks neoliberalizmi zorla uygulamaya koyuyordu. Hükümettekiler, kamu harcamalarını 20 yıllığına dondurmayı dayatan bir anayasa teklifini yürürlüğe koydular, işçi haklarına dönük büyük bir saldırı başlattılar ve Brezilya’da inşa edilmiş olan zayıf refah devletini parçaladılar. İşçi Partisi döneminde elde edilmiş olan gelir ve istihdam kazanımları yok edildi. Yine aynı ölçüde endişe verici olan şey ise, aşırı sağın 1960’ların başından bu yana ilk defa yeniden bir kitle tabanı oluşturabilmesiydi.
Bütün bunlara karşın ya da belki de bütün bunlar nedeniyle, Lula Brezilya’daki en popular siyasetçi olmaya devam etti. Lula, Ekim 2018’e tarihlenen başkanlık seçimlerinde potansiyel bir aday olarak bütün kamuoyu anketlerinde önde gidiyordu. Lula’nın seçilmesini engellemek, darbeciler, ülkenin en etkili yargıçları ve savcıları ve de bütün ana akım medya açısından bir öncelik haline geldi.
Lula bugün bir siyasi mahkum – ve demokrasiye inana herkes tarafından savunulmak ve desteklenmek zorunda. Adaleti siyasallaştırmak, ABD hükümetinin yön verdiği bir politika yapma mekanizmasına sahip olmak ve Lula’nın yargılanması, bunların hepsi birer skandaldır. Temer’in yaptığı gibi, kendi otoritesini askeri müdahale tehditleriyle dayatmak için yasal süreci bir tiyatroya dönüştürmek ve orduyu yeniden siyasete davet etmek birer skandaldır.
Lula’nın suçu, elitist bir ülkedeki bir işçi ve bir siyasi lider olmasıydı. Lula’nun suçu, rezil siyasetçilerin ülkesinde popular olmaktı. Lula’nın suçu, Brezilya’yı 500 yıl boyunca yönetmiş olan elitlerin üyesi olmayan bir yabancı olmasıydı. Bu nedenle, iktidardaki siyasetçiler suç kanıtları ortadayken masum sayılırken, –Dilma’nın yanı sıra– Lula suçlu bulundu ve hiçbir kanıt olmaksızın cezalandırıldı.
Lula’nın miras, Sol açısından ve bir bütün olarak ülke açısından karmaşık bir mirastır. Pek çok yönden, Lula’nın reformları ülkeyi dönüştürdü fakat bu reformlar –bugün Lula’nın siyasi kariyerini sonsuza kadar yerle bir etmek için çabalayan– Brezilyalı elitler ile bir şeytani pazarlık yapmak zorunda kalmanın karşılığında gerçekleşebildiler. Gelgelelim, şayet herhangi bir demokratik hükümet olasılığını talep ediyorsak, iktidardaki yozlaşmış tiplerin kendilerini küçük gören bütün siyasi hareketleri ortadan kaldırmak adına bu türden utanmazca girişimlerine direnmek zorundayız. Sol’un zorlu görevi, darbeye karşı direnmek ve siyasi sistemi temizleyecek bir demokratik hareketi yeniden inşa etmek ve medyayı, yargı sistemini ve devleti siyasi özgürlüklerin hizmetine sokmaktır.
[RedPepper’daki İngilizce orijinalinden Süreyya Özgör tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.