Sendika.Org’a konuşan Ankara İSİG Meclisi Girişimi’nden Pınar Abdal ve Arif Müezzinoğlu “Mücadele ettiğimiz şehrin gözü kulağı olacağız” dedi
Ankara İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Girişimi: “Mücadele verdiğimiz şehrin gözü kulağı olacağız”
İşçi sağlığı ve iş güvenliğini her an takip eden, işçilerin hayatlarının yalnızca bir istatistik olmadığını söyleyen İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, yedi yıldır yürüttüğü mücadeleyi Ankara’ya taşıyor. Yarın (19 Mayıs) Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nde 13.00’da Ankara İSİG Meclisi Girişimi çağrısıyla bir araya gelecek olan gönüllüler iş cinayetlerine ve güvencesizliğe karşı ne yapmaları gerektiğini, nasıl mücadele edeceklerini tartışacak. Buluşmanın kapısı “Peki ben ne yapabilirim?” sorusunu soran herkese açık
Bu buluşma öncesi Ankara İSİG Meclisi Girişimi için yol arkadaşlarıyla beraber harekete geçen Pınar Abdal ve Arif Müezzinoğlu Sendika.Org’un sorularını yanıtladı. Abdal ve Müezzinoğlu, İSİG Meclisi’nin Türkiye’nin en çok iş cinayeti yaşayan şehirlerinden birinde, Ankara’da üretim alanına doğrudan müdahale ederek işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunlarını görünür kılmayı hedeflediklerini belirterek, “Bu konuda Ankara’nın gözü kulağı olacağız” dedi
İşçi sağlığı ve iş güvenliği açısından şuan Türkiye’de nasıl bir manzara ile karşı karşıyayız?
Pınar: AKP iktidara geldiği günden bu yana 21 bin işçi öldü. 2017 yılında da İSİG rakamlarına göre 2006 işçi hayatını iş cinayetlerinde kaybetti. Bu süreçte yasal değişiklik, onun ardından gelen bir sürü yönetmelik, bir sürü düzenlemeyle karşılaştık. Olan biteni emek bakımından yorumlarsak iş cinayetleri, iş kazaları artmaya devam ediyor. Son derece kötü bir manzara.
Diğer taraftan işçi sağlığı ve güvenliği dediğimiz şeyi tek başına teknik olarak anlatılabilecek, açıklanabilecek bir şey olarak görmüyoruz. Asıl olarak mevzu güvencesizliğin artması, kuralsız çalışmanın artması, ucuza çalıştırmanın artması, işsizliğin artması, sendikasızlaştırma politikalarının artmasıyla paralel giden bir süreç. Türkiye’deki emek politikaları ne kadar çok işçilerin aleyhine çevrildiyse iş cinayetleri, iş kazaları, meslek hastalıkları da buna paralel biçimde arttı. Şu an bunların hepten tırmandığı bir dönemden geçiyoruz. Çok uzağa gitmeden, bir hafta içindeki gelişmeler bile bunu anlatıyor mesela. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi’nde başbakan bir açıklama yaptı. Dedi ki “İş kazalarının yüzde 80’i, yüzde 85’i işçiler yüzünden oluyor. Baretlerini takmıyorlar, eldivenlerini giymiyorlar.” Bir ülkede bir başbakanın böyle bir açıklama yapabilmesinin koşulu o ülkedeki emek hareketinin zayıf olmasıdır. İkinci olarak da emek politikasının böyle şekillendiği bir süreçte ancak böyle bir açıklama yapılabilir. Emeğin kıymetinin olmadığı bir dönemde…
HÜKÜMET İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ DENETİMLERİNİ KEYFİ OLARAK ASKIYA ALDI
Çok daha yakın bir süreçte iş müfettişleri işyerlerindeki iş sağlığı-güvenliği denetimlerinden geri çektirildiler. 24 Haziran’a kadar, seçim süreci boyunca denetimler askıya alındı. Bu da çok açık bir göstergedir aslında. Yasanın öngördüğü işçi sağlığı ve güvenliği denetimleri hükümet tarafından keyfi biçimde erteleniyor.
Neden 24 Haziran’a kadar bu denetimler askıya alındı?
Pınar: Aslında tam olarak daha önce de cumhurbaşkanının, hükümet yetkililerinin çok açıkça ifade ettiği gibi işverenleri rahatsız etmemek için, onlarla ters düşmemek için yapılmış bir keyfiyet. Zaten daha önce de OHAL’le ilgili böyle açıklamalar yapılmıştı. “Grevler olmasın diye, işverenimiz daha rahat çalışabilsin diye OHAL’i ilan ettik” şeklinde açıklamalar yapmışlardı. Nitekim geçtiğimiz gün medyada gördük, Hisarcıklıoğlu başka bir açıklama yaptı dedi ki “Biz iş sağlığı-güvenliği mevzuatınıı KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, kaldırttık.” Hükümet yetkililerinin açıklamaları dışında işyerlerinde şöyle bir şeyle karşı karşıyayız işçi sağlığı ve güvenliği bakımından: Örgütsüz işçiler, sendikasız işçiler açısından zaten güvencesizliğin bir sonucu olarak işçileri o işyerinde işçi sağlığı ve güvenliği talep edebilme gibi bir şansları çoğunlukla yok. Böyle bir gerçeklikleri de yok. Çünkü zaten artık bunu talep etmedikleri noktada bile işçiler çok rahatça işten atılıyor. Böyle bir taleple gitmek işçi bakımından bir atılma sebebi haline gelmiş durumda.
Örgütlü işyerleri bakımından da düşününki işçilerin en kolektif hakları bile kullanamadığı bir süreçten geçiyoruz. Ne deniliyor? “Grev yapmalarına müsaade etmeyeceğiz, grev hakkının kullanıldığından, grevin bir hak olduğundan bahsedemiyoruz. Grev hakkı olmayan, üretimden gelen gücünü kullanamayan işçinin işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin haklarını da kullanması mümkün değil.
TİSK TEMSİLCİSİ “KOBİ’LERİN AYAKLARINA KURŞUN SIKMAYIN” DEDİ
Ankara’da İSİG Meclisi’nin kurulmasına ilişkin bu girişime duyulan ihtiyacın nedeni nedir? Neden Ankara’da bir İSİG Meclisi olması gerekiyor sizce?
Arif: Hisarcıklıoğlu’nun cümlesi önemli. Belirttiği aslen 6331’in belli maddelerinin 2020’ye kadar ertelenmesi kararı. Bu gerçekten de onların önemli bir basıncıyla gerçekleşti ve onların da olduğu toplantıda ben de vardım. Toplantıda erteletme gerekçelerini ifade ettikleri cümle şuydu: “İşverenlerin, KOBİ’lerin ayaklarına kurşun sıkmayın. Bunu erteleyin ki mali işçi sağlığı-güvenliği mali yükümlülükleri bir biçimde bizi engellemesin. TİSK’in temsilcisi bunu söyledi. Bugün de seçim çalışması konuşmasında etti işveren kesimi o lafı. O lafın gerekçesi oraya dayanıyor.
Daha evvel 2012’de çıkan yasalar, paketler birer yıl birer yıl ertelenirdi. En son olarak üç yıl birden ertelendi. Sonuç olarak uygulanmadığına ilişkin, “Neden Ankara’dayız” sorusunda ilişkin bir cevaba geçiş de olacak olan bir güzel veri sunacağım size. Meclis’ten gelen bir veri. Bir laf vardır, önce onu ifade etmek lazım. “Kuralları kimsenin okuyamayacağı kadar yükseğe asarsanız orada gerçek bir kuralsızlık hukuksuzluk var olur.” Kurallı bir toplumdur ama ondan kimse haberdar değildir.
BİLKENT ŞEHİR HASTANESİ’NDE İŞ KAZASI: SGK’YE GÖRE SIFIR, SAĞLIK BAKANLIĞI’NA GÖRE 297
CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, bir soru önergesi veriyor Meclis’e. Türkiye’nin prestij inşaatları olarak anılan şehir hastanelerinde ne kadar kaza olmuştur, diye bir soru soruyor. Bir ay kadar önce de aynı soruyu BİMER üzerinden SGK’ye soruyor. SGK’den gelen yanıt aynen şöyle: “Bugüne kadar Bilkent Şehir Hastanesi’nde herhangi bir iş kazası ve ölümlü kaza gerçekleşmemiştir.” Türkiye Cumhuriyeti’nde kazaların kaydını tutmakla resmi olarak yükümlü olan SGK’nin verdiği yanıt bu. Aynı soru Sağlık Bakanlığı’na soruluyor. Sağlık Bakanlığı işveren konumunda. 297 iş kazası ve tıbbi müdahale gerektiren olay yaşandığını ifade ediyor. Bu 297’den, 4’ü de ölümle sonuçlanan ve kaydı olmayan kazalar. Bizim tespit edebildiklerimiz.
Sonuç olarak bizim memleketimizde işçi sağlığı meselesinde mevzuat var, müstakil yasa var. Kurallar var, işverenin uymakla yükümlü olduğu bir dolu mesele var, gerek iş hayatında gerek işçi sağlığı hususunda. Kanıtlı biçimde, devletin iki ağzından ifade edildiği şekliyle bunların hiçbiri uygulanmıyor. Bunların kaydı da tutulmuyor. Dolayısıyla görünür hale de gelmiyor. Türkiye’nin göbeğinde, Ankara’nın merkezinde böyle büyük bir “prestij” işteki yaşanan hukuksuzluk, kuralsızlık bu boyutta.
Bu durumların her yerde görünür hale getirilmesi, İstanbul’daki meclisimizin en başta gelen kaygısı. Çok “basit” bir şey yapıyor. Sayıyor sadece. Ama bu sayılamadığından çok önemli büyük bir hadise. Gerçek verilere ulaşılamadığından, “gerçeğe en yakın sayı” diye verebiliyoruz. Ankara’nın merkezindeki bu verisizlik korkunç.
Geçenlerde Altındağ’da bir ölümlü, iki yaralanmalı bir kaza gerçekleşti, bir inşaatta. Ölen işçinin kimliğine, yaralı işçilere ulaşmak bile çok zor. İşçi sağlığına ilişkin hak ihlallerini her şeyden önce tespit etmek, yakalamak ve görünür hale getirmek, Ankara’da yerelinde yapmaya çalıştığımız en temel mesele olacak. Bu Bilkent’te o koskoca 297’nin görünür hale getirilmeye çalışılması gibi.
HEDEF YEREL İŞÇİ SAĞLIĞI SORUNLARINI YAKALAMAK VE MÜDAHALE ETMEK
İstanbul’daki çalışma zaten sürüyor. O çok değerli ve önemli bir çalışma. O devam edecek. Biz, yerel işçi sağlığı sorunlarını yakalamaya çalışmak ve de müdahale etmeye çalışmak gibi, Ankara’nın özgün koşulları üzerinden hareket etmek gibi bir çaba içinde olacağız. Alanlarda çalışanlar gelir, “Benim de şöyle bir katkım olabilir” diyenlerle oluşan bir öbek oluşturabilirsek burada, var olan sorunları tespit edip ve müdahale etmeye çabalayacağız önümüzdeki süreçte.
“KAZA” DEĞİL DE “CİNAYET” DERSENİZ ONUN FAİLİNİ ARAMAK ZORUNDASINIZ
Pınar: İSİG Meclisi’nin iki yerden yükselttiği bir mücadele vardı. Bunlardan biri iş cinayeti verilerini gerçek nedenlerini teşhir ederek açıklamak. Bu, bugün için kanıksadığımız bir durum ama Arif korkunç bir durum bu. Devletin kurumları gerçek iş cinayeti rakamını açıklamıyor. Bunun bilgisine sahip değiller. Ve biz devletin yapmadığını yapıyoruz. Böyle bir durum var ortada.
Bu, tek başına bir sayı değil. Biz zaten işçilerin isimleriyle, yaşantısına dair öğrenebildiğimiz her şeyiyle birlikte veriyoruz. Bunun şöyle bir anlamı var, “İş cinayetleri ve işçilerin kendisi sayılardan ibaret değildir.” İşçi ölümlerinin kıymetsizleştirilmesi politikasına istinaden böyle bir şey yapıyoruz. Bugüne kadar süren yedi yıllık İSİG mücadelesiyle birlikte toplum nezdinde kabul edilmiş en önemli şeylerden bir tanesi “İş kazası diye bir şey yoktur, iş cinayeti diye vardır” bilinci. Bu çok önemli bir şey çünkü “kaza” değil de “cinayet” dediğinizde onun failini aramak zorundasınızdır, bu da bir mücadele gerektirir. Bizim yapmaya çalıştığımız şey de asıl olarak bu. Bu, aynı zamanda şunu gerekli kılıyor: Bu mücadelenin iki ayaklı olmasını. Bunun bir ayağı iş cinayeti verilerini açıklamak evet. Diğer ayağı da muhakkak iş cinayetlerini olmadan önlemek. Bizim asıl amacımız bu. İş cinayetlerinin olmasını önlemek. Biz biliyoruz ki bütün iş cinayetlerinin nedeni aslında üretim biçimiyle ilgili. İş cinayetlerini önleyebilmek için üretim alanının kendisine müdahale edebilmek gerek, emeği değersizleştiren her türlü politikaya karşı çıkmak.
Ankara İSİG Meclisi’nin belki de kurulma gerekçesinin en iddialı yanıtı şudur: Ankara’da üretim alanlarına buradan, Ankara’nın özneleriyle birlikte, işçi sağlığı ve iş güvenliği özneleriyle birlikte müdahale edebiliriz. Tek başına İstanbul merkezli bir şekilde, her yere müdahale edebilme, üretim alanlarının tümünü görebilme, oraları değiştirebilme, müdahil olabilme şansımız yok. Ama Ankara yerelinde bir Meclis olduğunda bize böyle bir imkan sunacak.
Ankara zaten en fazla iş cinayetinin yaşandığı şehirlerden bir tanesi. SGK verilerine göre meslek hastalıklarından ölen sayısı sıfır 2016 yılında, ama biz biliyoruz ki hem çok ciddi meslek hastalıkları yaşanıyor, hem de çok fazla meslek hastalıklarına bağlı ölüm var. Mücadelemizin bir boyutu da bu. Şunu söylemek gerekiyor: İSİG Meclisinin başından bu yana oluşturmaya çalıştığı şeyin somut bir karşılığı aslında. İşçi sağlığı ve güvenliğine yerinde ve yerindeki öznelerle müdahale edebilme şansımızın olacak olması.
İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ TAM OLARAK BİR SINIF MÜCADELESİNİN ALANIDIR
Konuşmanızın başında işçilerin sendikal veya sendikal olmayan taleplerle işten çıkarılabildiğinden, grev haklarının engellendiğinden bahsettiniz. Ankara İSİG Meclisi Girişimi önüne buna ilişkin bir plan veya program koyuyor mu?
Pınar: Dediğimiz gibi, işçi sağlığı ve iş güvenliği meselesine teknik bir meseleymiş gibi bakmıyoruz. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tam olarak bir sınıf mücadelesinin alanıdır. Önemli bir alanıdır, yükselen bir alanıdır. Bugün açısından çok önemli çalışmalar yapılabilecek, mücadele verilebilecek bir alanıdır. Buna “Sınıf mücadelesinin bir alanıdır” dememizin nedeni de işçi sağlığı bakımından, iş cinayetlerinin yaşanması, meslek hastalıklarının yaşanması sürecine götüren şeyin kendisinin üretim biçimiyle ilgili olmasıdır, çalışma biçimleriyle ilgili olmasıdır. Bu ülkede taşeronluk yıllarca başat istidam biçimi olarak kullanılırken, özelleştirmeler eliyle işçiler güvencesizleştirilirken, emek sürekli daha ucuz hale getirilirken, insanlar sendikasızlaştırılırken zaten iş cinayetlerinin yaşanmaması gibi bir şeyden bahsetmek mümkün değil. Böylesi bir emek rejiminde iş cinayetlerinin yaşanması son derece kaçınılmaz.
Biz eğer iş cinayetlerini önlemeyi ya da işçi sağlığı ve iş güvenliği bakımından daha iyi çalışma koşullarının olduğu bir durum yaratmaya çalışıyorsak mecburen zaten mücadelemizin bir ayağı da buralara müdahale etmek olacaktır. Zaten çalışmalarımızda hep savunduğumuz, üstüne basa basa söylediğimiz şey de budur. Bu teknik bir mevzu değildir, tek başına sağlıkla ilgili bir şey değildir. Bizim ana eksenimiz her türlü güvencesiz çalışma biçimine dur demektir. Her türlü emek aleyhine çıkan yasaya dur demektir. Her türlü emek düşmanı hükümete ve politikaya karşı dur demektir. Bu, mücadelenin verdiği bir sorumluluktur aynı zamanda.
Arif: Tersinden de söylenebilir bu. “Sorunları” sıralarsak, mesela sendikal örgütlenmede gerileme, zorluklar önemli sorun; asgari ücret; taşeron çalışma, kiralık işçilik meselesi giderek daha belirgin hale gelmesi. Bunlar hep önemli çalışma yaşamı sorunları, daha politik de sorunlar. Dolayısıyla onları öncelemek, onları önceleyen bir perspektif daha esas bir şey. Bir sendikal hareket olsa bunları öncelese ya da var olanlar, siyasi partiler… Bunlar “daha doğru” gibi görünmekle birlikte işçi sağlığı meselesinin bire bir bunlarla doğrudan ilişkisini kurmaya çalışıyoruz.
Mesela kiralık işçilik meselesiyle birlikte bütün dünyada ortaya çıkan çok net bir sonuç var. Ölümler artıyor, kazalar azalıyor. Yani kayıt dışılık iyice artıyor. Ölüm kaydedilmeyecek bir durum olmadığı için onlar kaydediliyor ama onun dışındaki işçi sağlığı sorunları kaydedilir olmaktan tümüyle çıkıyor, görünür olmaktan da. Meslek hastalıkları zaten kaydedilemeyen bir süreç. Taşeron ve kiralık işçilik işçiliğin yaygınlaşmasıyla iyice ortadan kalkıyor. Annie Thébaud-Mony’nin “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır” kitabında Fransa örneğinde taşeron işçinin nükleer tesislerde çalışmasında kanserle sonuçlanan işçi sağlığı sorunlarını bile tespit edemeyen hale gelinmesi; sürekli iş ve işyeri değiştiren, dönemsel çalışmanın sonucu mağduriyetlerini bir işyeri ile ilişkilendiremeyen; çalışanların kayıt dışılığının, yani işçi sağlığı sorunlarının da kayıt dışılığının doğurması gibi temel sonucu görüyoruz. Çalışma sistemiyle işçi sağlığı sorunlarına bu taraftan bakarak ulaşmaya, böyle bir perspektifle yaklaşmaya çalışıyoruz.
19’unda gerçekleşecek olan buluşmanın hazırlıkları nasıl gidiyor? Ne göreceğiz o gün?
Pınar: Bugüne kadar yaptığımız görüşmeler son derece olumlu. Ankara’nın böyle bir çalışmaya, böyle bir mücadeleye ihtiyacı var. İSİG Meclisi’nin en belirgin özelliklerinden birisi, bütün siyasi odaklardan bağımsız bir çalışma yürütmesidir. Buradaki meclisimiz de yine bağımsız. Fakat “bağımsız” derken şunu kast etmiyoruz: Elbette ki bu mücadeleye katkı sunabilecek diğer öznelerle bütünleşik bir mücadeleden bahsediyoruz. Bugün bakımından işçi sağlığı ve iş güvenliğinin geldiği yer bakımından zaten tek başına hiçbir öznenin hiçbir kesimin tek başına buna müdahale edebilme ve sonuç alabilme gibi bir lüksü yok. Dolayısıyla buradaki en önemli katkı bize birleşik, etki edebilecek, nüfuz edebilecek bir mücadele imkanı sunmasıdır. Aldığımız tepkiler çok iyi ama elbette ki aldığımız tepkilerle ya da etkinliğimizde kaç kişi olduğuyla doğrudan bağlantılı değil sürecin nasıl gideceği. Bizim bundan sonra neye cüret edeceğimiz, bu mücadeleyi nasıl yükselteceğimizle biçimlenecek bir süreç aslında.
Neye cüret edeceksiniz peki?
Pınar: Şunun kendisi çok önemli bir şey: Türkiye’de bir savaştan daha çok insanın sessiz sedasız ölmesinin nedeni işçilere sahip çıkacak büyüklükte bir işçi sağlığı güvenliği mücadelesinin olmamasıdır. İSİG Meclisi’nin de zaten bu alandaki ilk iddiası şudur: İş cinayetlerini görünür kılmak. İşçilerin sağlığıyla oynanmasını, işçilerin sırf çalıştıkları için ölmesini, hasta olmasını, kaza geçirmesini görünür kılmak. Bizim mütevazi şöyle bir amacımız var: Ankara’nın, bulunduğumuz yerin, yaşadığımız şehrin, mücadele verdiğimiz şehrin gözü kulağı olacağız bu anlamda. Elbette ki mücadelemiz yalnızca bununla da sınırlı kalmayacak.
Arif: Klasik bir örgütlenme olmayacağı açık. Bir hiyerarşinin olmadığı, “Benim ne katkım olabilir” diyen insanların katılacağı tüm çalışanları ortak olarak kesen ve herhangi bir yere bağlı olmayan bir mücadele olmasını hedefliyoruz. Elbette en önce çalışanların sahip çıkacağı bir yapı oluşturmayı umuyoruz ve diliyoruz.
19’u için de demokratik kitle örgütlerine, sendikalara ulaşabildiğimiz bütün yapılara ulaştık. Bunun dışında işyerlerinde işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı ve orada çalışan arkadaşlarımız vasıtasıyla ulaşabildiğimiz herkese ulaşamaya çalıştık ve etkinliğe davet ettik.
Pınar: 19’unda ne göreceğiz, ona kısaca şöyle bir şey de ekleyebiliriz. Hekiminden iş güvenliği uzmanına, işçisinden sendikasına, meslek örgütlerinden avukatlara, yakınlarını kaybetmiş işçi ailelerine varana kadar değişik kesimlerden insanların orada bulunacağı ve hep birlikte işçi sağlığı ve iş güvenliği anlamında Ankara’da ne yapılabilir, nasıl birlikte bir mücadele zemini oluşturulabilir, buranın ortak sorunu nedir ve nereden hareket edilebilir sorularını tartışacağımız bir etkinlik görmeyi hedefliyoruz.
Sendika.Org/ Ankara
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.