Afrin operasyonuna göz yumulan AKP’nin, İdlip’teki “görevlerinden” biri olan Nusra ve müttefiklerinin (HTŞ) bölgeden tasfiye edilmesine yanıt vermeye başladığına dair gelişmeler söz konusu
Afrin operasyonuna göz yumulan AKP’nin, İdlip’teki “görevlerinden” biri de Nusra ve müttefiklerinin (HTŞ) bölgeden tasfiye edilmesiydi. Bu görevini uzun bir süredir öteledi ancak şimdilerde bu beklentilere yanıt vermeye başladığına dair gelişmeler söz konusu
Suriye’de 8. yılına giren savaşta Suriye ordusu ve müttefikleri, Doğu Guta’nın tamamını ve Yermuk’un da büyük bölümünü cihatçılardan temizleyerek başkent Şam’ı güvenceye almış oldu.
ABD-İngiltere-Fransa’nın 14 Nisan’daki “üçlü saldırısı”, İsrail’in -özellikle İranlı milisler ile Hizbullah’ın bulunduğu- Suriye’deki askeri üslere Nisan ayında üç, Mayıs ayında ise iki ayrı saldırı düzenlemesiyle hâsıl olan gerilim daha da tırmandırılmazsa Suriye ordusu ve müttefiklerinin sıradaki hedefi İdlip olacak.
Suriye ordusunun son günlerde karadan ve havadan düşük yoğunluklu sürdürdüğü bombardımanların kapsamlı bir operasyonun ilk adımı olması muhtemel. Ayrıca Rus tarafından da İdlip’e yönelik askeri bir operasyonun sinyalleri gelmeye başladı.
Suriye’deki Rus hava üssü Hmeymim’in gayri resmi sosyal medya hesaplarından yapılan paylaşımlarda, İdlip halkına Nusra ve müttefiklerini kentten göndermeleri uyarıları yapılarak “Nusra militanlarının İdlip’teki varlığı, bu yıl da aşırılık yanlısı örgütün ortadan kaldırılması için bölgede şiddetin tekrar artmasının başlıca nedenlerinden biri olacak” denildi.
Operasyonlar sonucu ülkenin dört bir yanından tahliye edilenlerle birlikte “Cihadistan”a dönüşen İdlip vilayetinde, son günlerde deyim yerindeyse “kazan kaynıyor”.
Şam’ın Fethi Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) öncülüğündeki cihatçı çatı örgütü Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) ile Nureddin Zengi Hareketi ve müttefikleri arasında 20 Şubat’ta başlayan çatışmalar tüm İdlip’i sarmıştı. Çatışmalar 24 Nisan’daki “süresiz ateşkes anlaşması”na kadar da devam etti.
Ancak bu “ateşkes” de İdlip’te suların durulmasını sağlayamadı. Üstelik Doğu Guta’dan yapılan tahliyelerle aralarında cihatçıların da bulunduğu yaklaşık 160 bin kişinin daha bölgeye gönderilmesiyle ateş iyice harlandı.
Cihatçılar arasındaki anlaşmadan iki gün sonra İdlip’te suikast dalgası başladı. HTŞ, Türkistan İslam Partisi (TİP) ve Ceyş’ul Ahrar’ın, aralarında komutalarının da bulunduğu mensuplarına İdlip’in çeşitli bölgelerinde suikastlar düzenlendi. Hedef alınanlar arasında Suudi cihatçı Abdullah el-Muhaysini de vardı. HTŞ’nin eski “şeri lideri” olan El-Muhaysini, 27 Nisan’da düzenlenen mayınlı suikast girişiminden kurtuldu.
Bu suikastların arkasında kim(ler) olabilir? ABD’nin daha önce insansız hava araçlarıyla eski El-Kaideci veya Nusra hedeflerini vurduğu biliniyor. Hakeza Rusya’nın da öyle. Sahadaki ihtimaller ise Suriye istihbaratı “Muhaberat”tan IŞİD’in gizli hücrelerine, YPG’den MİT’e (veya desteklediği diğer cihatçılara) kadar uzanıyor.
Tam bu noktada, HTŞ’nin haber ajansı İba’nın 28 Nisan’da yayımladığı dikkat çekici bir haberi aktarmakta fayda var. İba’ya göre, HTŞ militanları “İdlip kırsalına bağlı Mussibin köyü yakınlarındaki kontrol noktasında bir suikast şebekesiyle çatışmaya girdi.” HTŞ’lilere bir araç içerisinden ateş açıldığını belirten İba, olayın bir HTŞ’linin yaralanması ve araçta bulunanlardan birisinin ölmesi ile sonuçlandığını aktardı.
Haberdeki dikkat çeken ayrıntı ise “olayın ardından kaldırıldığı hastanede ölen kişinin Ahrar’uş Şam Hareketi istihbarat sorumlularından ‘Abdurrahman el-Ali el-Anani’ olduğu”nun belirtilmesiydi. Ahrar’uş Şam’ın, AKP-MİT destekli cihatçı grupların başında geldiği herkesin malumu. Böylece HTŞ, suikastların bir kısmında Türkiye’nin parmağı olduğunu dolaylı da olsa dile getirmiş oldu.
İdlip’te HTŞ’ye karşı harekete geçilmesinde Rusya ve İran’ın payı büyük. Afrin operasyonuna göz yumulan AKP’nin, İdlip’teki “görevlerinden” biri de Nusra ve müttefiklerinin (HTŞ) bölgeden tasfiye edilmesiydi. Bu görevini uzun bir süredir öteledi ancak şimdilerde bu beklentilere yanıt vermeye başladığına dair gelişmeler söz konusu.
Londra merkezli ve Katar sermayeli bir gazete olan El-Arabi el-Cedid’den Adnan Ali, 27 Nisan’daki yazısında “Türkiye HTŞ liderlerinin çoğunu İstanbul’a çağırdı ve onlara yalnızca iki seçenekleri olduğunu söyledi: HTŞ ya kendi kendini dağıtacak ve bireysel katılımla diğer cihatçı fraksiyonlara dâhil olacak ya da Türkiye hâlâ HTŞ olarak devam etmek isteyenlere karşı savaşan diğer cihatçı grupları destekleyecek” diyordu.
28 Nisan’da ise daha somut bir adım geldi ve Rusya-Türkiye-İran dışişleri bakanlarının Moskova’daki Suriye görüşmesi sonrası Rus Bakan Lavrov, Türkiye’yle cihatçıların hareketleri hakkında istihbarat değişimi yapılacağını açıkladı.
Peki HTŞ’yi tasfiye hamlesi bugünden yarına gerçekleşebilecek basitlikte midir?
AKP’nin içli dışlı ilişkilerine rağmen bu tür cihatçı grupların tamamen kontrol edilebildiği bir durum söz konusu değil ve HTŞ için de -her ne kadar Türkiye’yle karşı karşıya gelmeyi istemese de- süreç umduğu gibi sonuçlanmayabilir.
HTŞ şimdilik Türkiye’yi doğrudan karşısına almasa da müttefikleri TSK’nin kontrolündeki bölgelerde harekete geçti. “Fırat Kalkanı” operasyonuyla kontrol altına alınan El-Bab kentinde, TSK destekli cihatçı gruplardan Hamza Tümeni’nin hastanelere saldırması üzerine 5 Mayıs’ta bölge halkı sokaklara dökülürken, protestolara Türk askerlerinin müdahale etmesi üzerine gerilim tırmandı. Bu protestolarda HTŞ’nin doğrudan katkısının olup olmadığını henüz bilmesek de sosyal medyada HTŞ’ye yakın kaynakların protestoları sahiplendiğini görüyoruz.
El-Bab’da yaşananlar protestolarla sınırlı kalmadı ve 6 Mayıs’ta cihatçı gruplar arasında çatışmalara evrildiğinde de Ahrar’uş Şarkiyye ile Ahrar’uş Şam karşı karşıya geldi. Ahrar’uş Şarkiyye’nin HTŞ’yle müttefik olduğu biliniyor.
Cihatçılara yakın kaynaklar ayrıca, protesto ve çatışmaların ardından TSK’nin El-Bab’daki üssünden çekilmek zorunda kaldığı öne sürdü. Bu bile tek başına, “Cihadistan”a dönüşen İdlip’ten Cerablus’a uzanan hatta TSK’nin durumunun pek de iç açıcı olmadığının göstergesi.
İhtimaller denizinde en yakın gözüken AKP’nin bu basıncın altından kolay kolay kalkamayacağı ve akabinde Suriye ordusunun, Rusya ile İran’ın desteğiyle İdlip operasyonunu başlatması olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.