Birliğimizi, dayanışmamızı, mücadelemizi göstermek için var gücümüzle çalışalım. Emperyalist savaş ve yağmaya, kapitalizme, sömürüye, dinsel gericilik, faşizm ve erkek egemenliğine karşı direnenlerle umutlu, yeni bir başlangıcın adımlarını atalım
Türkiye ekonomik, politik ve toplumsal krizin iç içe geçtiği bir süreçte. Emperyalist kapitalist sistemin süreğenleşen ve giderek tırmanan çatışma ve kriz dinamiklerinden bağımsız olmayan bu durum, Türkiye’de direksiyonda gaza basmaktan başka çaresi olmayan bir Tek Adam’ın varlığı koşullarında yaşanıyor.
ABD emperyalizminin hegemonya krizi içinde şekillenen emperyalistler ve bölgesel müttefikleri arası yeni güç ve rekabet ilişkilerinin kendisini test ettiği temel adreslerden biri olan Suriye’de gelinen aşama ortada. Savaşın başlamasından 7 yıl sonra IŞİD’in yenilmesi ve Suriye ordusunun ülkenin en kritik noktalarına yeniden hâkim olması ile vekillerin yerine asillerin dahil olduğu yeni bir savaş konjonktürü ortaya çıktı.
Hatırlayalım; Rusya, Erdoğan iktidarının Afrin operasyonuna izin vermiş, bunun karşılığında da cihatçıların başkent Şam’ın kırsalından çıkarılıp Türkiye sınırına yığılması konusunda AKP’nin yardımını almıştı. Şam kırsalının tam kontrol altına alınmasında son aşamaya gelinmişken CIA ve Suudi Arabistan destekli İslam Ordusu kontrolündeki Duma’da “kimyasal saldırı” yaşandığı iddiası ile Suriye’ye yönelik askeri müdahale çağrıları yükseldi. Önce İsrail, Suriye’nin göbeğindeki T-4 Hava Üssü’nü vurdu. ABD-Fransa ikilisinin saldırı tehdidi altında BM Güvenlik Konseyi acil toplandı. Daha sonra “Böyle bir ihtimal yok” diye açıklamalar yapılsa da ABD ile Rusya’nın askeri olarak da doğrudan karşı karşıya gelebileceği beklentisi oluştu. Üstelik Trump’ın “Suriye’den çekileceğiz” açıklaması Pentagon tarafından henüz yalanlanmış, Erdoğan iktidarı 25 ülkenin dahil olduğu Rusya’ya diplomatik yaptırım kararına dahil olmayı henüz reddetmiş, ABD’nin siyasal etkisini sınırlamak üzere hedef tahtasına koyduğu İran ve Rusya liderleri ile Ankara’da poz vermişken. Bir de “Baktın Afrin hoş değil, Münbiç’i dolaş da gel” türküsünün semada bıraktığı yankı sürerken.
Suriye’deki varlığını savaşa ve krize borçlu olan ve bu fırsatın kaçmasını, yani savaşın son bulmasını istemeyen Erdoğan’ın, kimyasal saldırı iddiasının ardından ABD’nin Suriye’ye askeri müdahalesini talep eder durumu şaşırtıcı değil. Ancak bu tutumun Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un, “Türkiye, Afrin’in kontrolünü Suriye’ye geri vermeli” çıkışı ile karşılanması, bu süreçte Türkiye’nin Rusya-ABD rekabeti nedeniyle kazandığı manevra alanının kısıtlanabileceğini, iki büyük gücü idare edip krizleri fırsata çevirme siyasetini daha fazla ilerletemeyebileceğini gösteriyor.
Suriye savaşı ABD-Rusya restleşmesi ekseninde ilerlerse Türkiye de konjonktürel bir işbirliğine girdiği Rusya ile yapısal ve köklü bir bağımlılık ilişkisi içinde olduğu ABD arasında bir tercih yapmaya zorlanacak. Yapısal olarak ABD işbirlikçisi ve kritik anda safını ona göre seçmesi yönünde ciddi bir basınç altına girecek.
Erdoğan’ın ülke içinde “gaza basmak” zorunda olduğu ve şu an belki de en çok sıkıştığı alan ise ekonomi. 2019 üçlü seçim sürecine giderken ve üstelik rıza üretme mekanizmaları daralmışken belirginleşen kriz emarelerinin yarattığı gerilim parti içine de yansımış durumda. “Çatıyı hava güneşli iken tamir etmemiz gerekiyor” diyen Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’e, “Partide kendi ayağımıza kurşun sıkanlar var” sözü ile Erdoğan tarafından ayar verildi. İktidar, suni büyüme zorlaması ile piyasayı canlı tutmak, özel sektör yatırımlarının sürmesi için teşvik üzerine teşvik açıklamak ve kredi genişlemesini sağlamak, geçtiğimiz yıl 220 milyar TL Kredi Garanti Fonu dağıttığı şirketleri ayakta tutmak zorunda. Ancak büyümedeki bu suni tablo, dış ticaret açığını da cari açığı da tırmandırıyor. Reel sektör borcu kabarıyor. Övünülen yüzde 7,5’lik büyüme rakamı gerçeklerin üstünü örtmüyor. İşsizlik azalmıyor, dolar 4, avro 5 TL’yi aşmış durumda. Cari açığı finanse etmek için dışarıdan para girişine, bunun için de düşük faiz oranına gereksinim duyuluyor. TL değer kaybettikçe ithalata dayalı sistemde fiyatlar artıyor, enflasyon yukarı çekiliyor. Sadece elektriğe son üç ayda yüzde 12 zam gelmiş, benzin fiyatı 6 TL’yi geçmiş, yiyecekten giyeceğe her tür tüketim maddesi zamlanmış durumda. Borçla yaşayan halk krizi kendi hayatında hissediyor. Erdoğan’ın yaptığı ise seçim öncesi faiz indirimini sürekli gündemde tutarken Merkez Bankası’na bağırma özgürlüğünü kullanmak: “Ben yurtdışındayken, Merkez Bankası faiz artırdı. Bir de Tek Adamlık derler. Bu nasıl Tek Adamlıksa… Karar alıyoruz uygulamıyorlar. Arkamdan iş çevirdiler.”
Uluslararası piyasalarda da sıcak paraya bağımlı ekonomide de Tek Adam’ın söyledikleri kural haline getirilemiyor (bu ne biçim Tek Adamlıksa!). Erdoğan’ın “kriz önleme” paketlerinden ise ortaya çıka çıka sermayeye daha fazla teşvik kararı çıkıyor. Sermayeye verilen her teşvik emekçinin sırtına atılacak yeni bir yük. En son AKP ile ilişkili 19 şirkete 135 milyar TL kredi, vergi muafiyetleri, sigorta ödemeleri, arsa, bina, altyapı yatırımlarının karşılanması gibi onlarca maddeler içeren “proje bazlı teşvik” paketi gibi… Erdoğan bizzat açıkladığı pakette 35 bin doğrudan istihdam yaratılacağı iddia etti. Bu esnada ülkenin dört yanında haftalardır eylemde olan işçiler ve pancar üreticilerinin itirazlarına rağmen şeker fabrikaları “Tek Adam’ın kararı” ile birbiri ardına özelleştirilmeye başladı. Bir not; AKP yandaşlarına satılan ve çoğunun kapılarına kilit vurulacak şeker fabrikalarında Erdoğan’ın teşvik paketindeki istihdam vaadinin yarısı kadar işçi halihazırda çalışıyor.
Bu manzaraya bir de seçim harcamalarını ekleyin. Pankart ve billboard masraflarından bahsetmiyoruz elbette. Örneğin Doğan Medya’nın satın aldırtıldığı Demirören’e bir kamu kurumu[1] olan Ziraat Bankası’ndan iki yıl, yani seçim sonrasına kadar geri ödemesiz kullandırılan 700 milyon dolarlık kredi de bu hesabın içinde. Faiz indirimi, kur yükselişi tartışmaları arasında şirket zararlarının kamu tarafından finanse edilmesi de.
Ülkeyi krizden krize sürükleyen iktidarın varımızı yoğumuzu, geçmişimizi geleceğimizi yağmalaması karşısında meydanı boş mu bırakacağız?
Tek Adam’ın arkasından iş çevirenler kim bilinmez ama tam karşısında meydana çıkacaklar belli. İşte 1 Mayıs geliyor. Birliğimizin, dayanışmamızın ve mücadelemizin büyük günü. Biliriz ki o gün iki dünya karşı karşıya durur: “Sermayenin dünyasına karşı emeğin dünyası; sömürünün, köleliğin, baskının dünyasına karşı kardeşliğin, eşitliğin ve özgürlüğün dünyası, bir avuç asalağın, çıkar ve güç sahibinin dünyası ile milyonların dünyası.”[2]
2018 1 Mayıs’ında Türkiye’nin dört bir yanındaki meydanlarda karşı karşıya gelecek iki dünyanın fotoğrafına baksak… Fotoğraflardan biri elimizde hazır. Merkezinde üzerine bol gelen kamuflajıyla bir Tek Adam, yanında ne ararsan var: Ülke içinde kendi yurttaşlarının yaşadığı kentleri “düşman toprağı” gibi bombaladıktan sonra cihatçılarla kol kola Suriye topraklarına da giren, NATO’nun ikinci büyük ordusunun genelkurmay başkanı; kadınlara yönelik şiddetle, mafyatik ilişkilerle meşhur bir arabeskçi; riyakârlığın ve kişisel çıkarı için ilke, değer ve erdemleri satışa çıkarmanın sembolü olmuş bir türkücü; damadı Konyaaltı Sahil Projesi’nden taze ihaleleri kapmış bir aktrist; tecavüz suçlusu bir popçu; yalan yazmakta uzmanlaşmış, yalı sahibi gazeteci… Fotoğraf açısını biraz daha genişletelim; halkın ortak varlıklarını özelleştirmelerle cukkalayan, dağı taşı, madeni toprağı doğasıyla memleketi, mega projeleri, kamu ihaleleri ile halkın bütçesini yağmalayan, iktidarın yarattığı örgütsüz emek ve güvencesizlik cennetinde el koyduğu emekle işçi kanına basa basa kasasını dolduran büyük patronları ve onların taşeronlarını ekleyelim kadraja. Sermayeleşmiş cemaat ve tarikatlarla kız çocuklarını gözüne kestiren şeyhleri ve Mercedes’ten inmeyen Diyanet başkanını unutmayalım. Milyon dolarlık yolsuzluklara imza atan ya da çocuk istismarına “Bir kereden bir şey olmaz” diyen bakan ve bürokratları, 105 kişiyi “FETÖ’cü” diye ihbar ettikten sonra itibar katlinden silahlı katliama geçiş yapan “muhbir” akademisyen ile onu kollayan rektör ve YÖK üyelerini atlamayalım. Sicili, Kanlı Pazar’dan kadınları sahneden indirmeye uzanan Meclis başkanını, hakkını arayana zulmeden polisleri, Tek Adam karşısında cübbe ilikleyen hâkim ve savcıları da ekleyelim gitsin.
Bu fotoğraftan savaş, kan, sömürü, yağma, çürüme, yozlaşma sızıyor.
Ama memleket bu fotoğraftan ibaret değil. “Diğer dünyanın” fotoğrafında, emeğiyle geçinenler, insanca bir yaşam isteyen işçiler, insanın insana ve doğaya zulmü bitsin diyenler, barış içinde yaşamak isteyenler, börtüsü böceği ile ormanı parkı ile, fabrikaları ve tarlaları ile ortak varlıkları savunmak için mücadele edenler var. Özgürlük için hayatın her yerinde sahne alan kadınlar, cesaret ve dürüstlüğe çağrı yapan sanatçılar, hakikat neredeyse söküp alan gazeteciler, halkın adalet kavgasında omuz omuza duran hukukçular, çocukların mutluluğu, özgürlüğü için dövüşen devrimciler, haklarını ve hayatlarını savunanlar, bilimin ve üniversitenin özgürlüğü için mücadele eden üniversiteliler, demokrasi ve özgür bir ülke için “Hayır” diyenler var. Çoğuz, çoğunluğuz, milyonlarız. Bu memleket bizim. Ve bu memleket fotoğrafından emek, barış, özgürlük, eşitlik yayılıyor.
***
Kadrajı alabildiğine genişletmek, birliğimizi, dayanışmamızı, bu ülkenin sahipsiz olmadığını, hakkımız olanı alacağımızı göstermek için var gücümüzle çalışalım.
Emperyalist savaş ve yağmaya, kapitalizme, sömürüye, dinsel gericilik, faşizm ve erkek egemenliğine karşı direnenlerle umutlu, yeni bir başlangıcın adımlarını atalım. İki ayrı görevimiz var. Önce “Memleket Biziz” diyenlerle 22 Nisan’da Ankara’da özgürlükte buluşalım. Sonra 1 Mayıs’ta dört bir yanda herkesin herkesi çağırdığı, herkesin örgütlediği bir 1 Mayıs yaratalım.
Tek Adam’a karşı tek bir yumruk gibi 1 Mayıs meydanlarına, gücümüzü göstermeye!
Dipnotlar:
1- Ziraat Bankası başbakanlığa bağlı Türkiye Varlık Fonu’na 2017 yılında devredildi. “Kamu bankası” statüsü değişse de TVF’nin sermayesi de “kamudan”. Demirören’e kredi veren Ziraat Bankası’nın 22 farklı ülkedeki 44 bankadan toplam 1 milyar 440 milyon dolar borçlandığı duyuruldu.
2- V.I.Lenin, 1 Mayıs, Nisan 1904.