Örgütlülük düşüncesi, “Böyle gitmez, illa ki yıkılacak”tan “Biz yıkmadan yıkılmayacak”a geçiş sürecinde demlenir
Örgütlülük düşüncesi, “Böyle gitmez, illa ki yıkılacak”tan “Biz yıkmadan yıkılmayacak”a geçiş sürecinde demlenir
Odadaki Filler #4
Üç tür yalan vardır: Yalan, kuyruklu yalan ve örgütsüzlük… Devletler ve şirketler, dünya üzerinde bugüne kadar var olmuş bütün toplumsal hareketlerden yüz bin kat daha örgütlüdürler. Tam da bu nedenle güçlüdürler. Örgütlenme, bahsi geçtiği üzere, bizim büyük çaresizliğimizdir. Örgütlü-kötü’yü alt etmek, bekçisi olduğu kurulu-kötü’yü yıkmak ve kurulu-iyi’yi hayata geçirmek, topraklamak adına bir Örgütlü-İyi kurmak meselesi, bizim asıl mesaimiz olagelmiştir.
Örgütlü-iyi’yi kurma zorunluluğu, kurulu-kötü’yü ve örgütlü-kötü’yü teşhir etmeyi çokça içermekle birlikte, tam da bu teşhir faaliyetinin tek başına işe yaramadığı fark edildiği anda kendini dayatır. Örgütlülük düşüncesi, “Böyle gitmez, illa ki yıkılacak”tan “Biz yıkmadan yıkılmayacak”a geçiş sürecinde demlenir. Çelişkiler birikmez, sadece yaşanır. Ta ki bu çelişkiler bir siyasal itirazın hammaddesi olarak tarif edilene kadar. Biriken şey, bu anlamda, itirazlardır. İtiraz, toplumsal alemde deneyimlenen, maruz kalınan çelişkilerin, bir siyasal davranışa tahvil edilişidir. Örgütlülük, itirazın, bir siyasal özne inşası boyunca kurumsallaşmaya ve tarihselleşmeye açık biçimde, siyasal davranıştan siyasal kimliğe dönüşmesidir.
Her siyasal özne, direnirken ya da muhalefet ederken aynı zamanda hem kendisini hem de ulaşmayı tasarladığı yeni düzenin embriyonik aşamadaki kurumlarını ve ilişkilerini de kurar. Bir düzenin alaşağı edilmesi ve yeni bir düzenin tesis edilmesi sırasında ortaya “eski düzenin tamamen yok olduğu ve yeni bir düzen kurmak için meydanın tamamen boş olduğu” bir tarihsel uğrak çıkmaz. Aksine, yeni düzeni kuracak özne ya da özneler eski düzenin boşaltmasını sağladıkları alanları kendi dünya tahayyülleri çerçevesinde doldurur ve nihayet düzenlerini kurarken bu doldurulmuş alanlardaki kurumsal yapılanmalarından yararlanırlar. Böyle olunca da, belirli bir siyasal rejime karşı yürütülen muhalefet, bütün “ama”ları dışlayan, her şeye rağmen bir arada mücadele etmeye dönük bir yapıyı/özneyi/platformu dayatan bir eksende inşa edilemez. Aynı şekilde, siyasal öznelerin kendi siyasal hatlarını inşa ederken kullandıkları kavramsal cephanelik de ideolojik bir belirlenmişlikle birlikte öznelerin kendi dünya/rejim tahayyüllerine dönük tarihsel, siyasal ve kültürel referans noktalarını içinde barındırır.
ώ
Yıkıcı siyasetin temel paradoksu, bir tutumun, siyasi davranışlar silsilesinin vb. kimlikleşmesinin onu gericileştirdiği gerçeği ile birlikte kalıcı bir karşı-siyasal güç olmanın yolunun o siyasal tavrı kimlikleştirmek olmasıdır. Son derece insani bir paradokstur bu: bütün insani ilişkilerde farklı richter ölçeklerinde yaşanan bir gerilimdir aynı zamanda. En özgürlükçü bir araya geliş biçimini kalıcılaştırmaya dönük her hamle, yani bir sınır çizme, bir çerçeve belirleme, bir içerisi ve dışarısı yaratma, bir “komün”, bir “cemaat” kurma vs, o bir araya geliş biçimini kimlikleştirir ve kurumsallaştırır. Kimlikleşmeyen ve kurumsallaşmayan cemaat dağılma tehlikesini her an ensesinde hisseder, bir tekinsizlikte yaşar; ama işte “kafayı rahat ettirmek” için girişilen kimlik inşası da fabrika ayarlarını bozacaktır. Bu haliyle, o bir araya gelme biçimi, tekinsiz bir sürekli yeniden tekrarlanabilecek bir dağılma ve yeniden kurulma mıntıkasında “yol”a düzülmek, anlamını sürek’te her seferinde yeniden icat etmek yerine, daha sağlam, daha kalıcı ve fakat sürekli gericileşen bir kimlik olarak varlığını tahkim etmeye başlar. İlla ki değil ama genel olarak böyledir.
“Doğum lekesi-çıban-yara” arızası, Sol’un örgütlü-kötü’yü alt ederek kurulu-kötü’yü yıktığı uğraklarda bir farklı sızlar. Yaralı doğumun yol açacağı olası hastalığın, yaranın bedene yayılmasının önlenebileceği kritik uğraktır burası. Kurulu-kötü yıkılmıştır, onu koruyacak bir örgütlü-kötü bir süre için dağıtılmıştır fakat kurulu-olan yerli yerinde durmaktadır. Devrim, bu kurulu-olanın altından o kirli, böceklenmiş, hastalık üreten halıyı çekmiştir, zemin belirli bir anlığına tamamen kaymıştır, bir boşluk doğmuştur, bir askıda olma hali söz konusudur. Artık yeni tartışma, bu yaradan nasıl kurtulunacağı ve bu halı ile ne yapılacağıdır. Marksizm ile Anarşizm arasındaki en büyük tartışma da budur. Yara meselesinde, Marksizm, önce yaranın kabuklanmasını, kurumasını ve giderek iyileşmesini sağlayacak bir tedavi süreci önerir. Anarşizm ise yaranın ameliyatla derhal alınması gerektiğini, aksi takdirde yaranın bedene yayılmasının kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Halı meselesinde ise, Marksizm, askıda olma halinin sürdürülebilir olmadığını iddia ederek, kısmen eski halıdan da parçalar içeren bir kırkyama kilim -bir halı-olmayan-halı- sermeyi önerir. Anarşizm ise “ha Beşiktaşı ha Nişantaşı” der; ona göre, halı, kilim, yolluk, hepsi aynı hikayedir. Artık bütün bu eşyalardan kurtulup, bütün riskini üstlenerek doğrudan yere basmanın zamanı gelmiştir.
Örgütlü-İyi’nin kurulu-iyi’yi inşa etme uğrağı, esasen korkunç bir mayın tarlasıdır. Bu tarladaki mayınların özelliği ise, basıldıkları anda değil, bazen on yıllar sonra, ona basanın bağışıklık sisteminin zayıfladığı anda patlamalarıdır. Bu mayınlar, ona basanın bağışıklık sistemi ne kadar zayıfsa, o kadar şiddetli patlarlar. Kurulu-olan, Örgütlü-İyi’ye bir “namussuz Bilo tuzağı” kurar. Örgütlü-İyi, karşısında, fiilen işlemeye devam eden, üreten, gündelik hayatı sürdüren, alışkanlığa ve yerleşikliğe dayalı rahatlık vadeden bir “yapı” bulacaktır. Sadece tabelalar değiştirip, fazla kavga dövüş etmeksizin ve radikal bir dönüşümün yaratacağı sancıların riskine girmeksizin hikâyeyi sürdürmek mümkündür. Fakat Örgütlü-İyi, tam da bu oyunu bozmak için vardır. Örgütlü-İyi’nin varlık nedeni, kurulu-kötü’yü yıkmak kadar, kurulu-olan’da askıda kalmamak ve kurulu-iyi’yi kurmaktır.
Burada Örgütlü-İyi’nin karşısına dikilecek en ciddi paradoks, kurulu-olan’ı yıkmak ile yıkmamak arasında kalma halidir. Kurulu-olan yıkılmalı, un ufak edilmelidir ki çoklu özgürleşme potansiyellerinin kendini var edebilme zemini ortaya çıkabilsin. Öte yandan kurulu-kötü yenilmiştir ama ezilmemiştir; bahsi geçen zeminin ortaya çıkabilmesine yönelik ciddi bir potansiyel tehdit olmaya devam etmektedir. Örgütlü-İyi’nin kritik tercihi yapması gereken yer, işte burasıdır: Ya kurulu-olan’ın zor mekanizmalarını kurulu-kötü’den kalan mirası ve tehdidi ortadan kaldırmak için kullanacak ya da bu zor mekanizmalarını imha ederek, kurulu-kötü’nün mirası ve tehdidiyle kendi etik-politik sınırını ihlal etmeden mücadeleye soyunacaktır. Bu seçeneklerin ikisi de risklidir: Birinci seçenek, Örgütlü-İyi’nin örgütlü-kötü ile verdiği savaşta vücuduna yerleşen yaranın bütün bedene sıçrama ve giderek bütün bedeni çürütme olasılığını son derece arttırır. Örgütlü-İyi, kendisini örgütlü-kötü’den ayıran en güçlü karakteristiğini, etik-politik çerçevesini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır. İkinci seçenek ise, örgütlü-kötü’nün kendisini yeniden toparlayarak kurulu-iyi’nin kurulmasına engel olması ya da en iyi ihtimalle kurulu-iyi’nin inşa sürecini sonu belirsiz bir kör dövüşüne çevirmesidir. Bu tabloyu daha da karmaşıklaştıran şey, Örgütlü-İyi’nin üzerinde kurulu-iyi’nin inşa sürecini başlatmaya çalıştığı toprakların, genel olarak, kurulu-kötü’lerle çevrili olmasıdır. Bu anlamda Örgütlü-İyi, bir yandan kurulu-olanı kurulu-iyi’ye dönüştürme mücadelesini verirken, bir yandan da bir çeşit “örgütlü-kötüler enternasyonali” ile didişmek zorunda kalacaktır.
ώ
Ezilenlerin tarihi çalakalem yazılır. Egemenlerinki ise birer projedir, her zaman ama her zaman. Tarihi sanıldığının aksine her zaman kazananlar yazmaz; kaybetse de kaybını estetize edebilenler de ucundan kıyısından tarihe sokulur. Ad koyma, her zaman en büyük kavgadır. Bu kavgayı kazananlar da genellikle egemenlerdir. (Egemenler deyip duruyoruz ama somutlayalım; devletler ve devletlerin herhangi bir nedenle sürmesini isteyen devlet parçacıkları; şirketler ve şirketlerin olmadığı bir dünyayı hayal dahi edemeyen şirket parçacıkları.) Bir çağa, bir döneme, bir eğilime ad koyabilmek için ya egemen ya da egemenin de kabul etmek durumunda kaldığı bir aşağıdan “güç” olmak gerekir. Güç olmak, tarih yazabilmenin önkoşuludur. İster bir psikopatlar kolektifi isterse etik-politik mücadelenin en uç noktasındaki örgütsel faaliyet olunsun, tarihe mâl olmak için güç olmaktan başka yol yoktur. Aslında vardır ama o yol yol değildir: Mutlak yenilmiş olmak. Egemenler sizin mutlak biçimde yenilmiş olduğunuza kanaat getirdiklerinde –bir egemenler konseyi yok ama tuhaf şekilde egemenler bir zihinsel enternasyonal ile bu türden bir kararı hızla alabilirler– sizin tarihe geçmenizi ya kendi elleriyle sağlarlar ya da buna engel olmazlar.
Bir noktalı virgül koyuyoruz, devamı gelecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.