“Avrupa’daki siyasi mülteciler” söyleşilerimizin dördüncüsünde, “Kaçış mı, özgürlük eylemimi yoksa kendini kurtarmak mı?” sorusunu kendisine soran Hüseyin Edemir, Almanya’dan D.M ve Mecit ile iltica süreçlerini konuştuk
“Avrupa’daki siyasi mülteciler” söyleşilerimizin dördüncüsünde, “Kaçış mı, özgürlük eylemimi yoksa kendini kurtarmak mı?” sorusunu kendisine soran Hüseyin Edemir, Almanya’dan D.M ve Mecit ile iltica süreçlerini konuştuk
“Avrupa’daki siyasi mülteciler” söyleşilerimizin dördüncüsünde, üç siyasi mültecinin deneyimlerini okuyacaksınız. “Kaçış mı, özgürlük eylemimi yoksa kendini kurtarmak mı?” sorusunu kendisine soran Hüseyin Edemir, Almanya’dan D.M ve Mecit ile iltica süreçlerini konuştuk.
***
Hüseyin Edemir ile mültecilik üzerine söyleştik. Öncelikle kendisi hakkında özet bir bilgi verelim… 1981 Ardahan doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünde okurken tarihle ilgilenmeye başladı. Tekrar sınava girerek ODTÜ Tarih bölümünü bitirdi. 2009 yılında Humboldt Üniversitesi ve ODTÜ tarafından ortaklaşa yürütülen interdisipliner Türk-Alman yüksek lisans programına devam ederken 2010 yılının ocak ayında tutuklandı. Arkadaşları ve hocalarının başlattığı bir kampanya sayesinde 2011 yılı haziranında özgürlüğüne kavuştu ancak tahliye kararıyla birlikte 6 yıl hapis ceza verildi. 2012 yılında ceza Yargıtay tarafından onandı ve kaçak duruma düştü. 5 yıl firari yaşadıktan sonra 2017 yılının eylül ayında kaçak yollarla yurtdışına çıktı. Şu an İsviçre’de mülteci olarak yaşıyor.
Hüseyin Edemir’in C-84 ve Aşağıdan adlarında iki romanı bulunmaktadır.
***
Kısaca kendini tanıtır mısın?
Bazen sürgün, bazen mülteci bazen de firari bir yazarım.
Nasıl ve neden iltica etmeye karar verdin?
2011 yılında DHKP-C üyesi olduğum gerekçesiyle 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılarak tahliye edildim. 2012 yılında ceza Yargıtay tarafından onandı. 5 yıl firari gezdikten sonra, cezamın onanmasının yıldönümünde 10 Eylül 2017 tarihinde Türkiye’den Yunanistan’a geçtim. 10 gün kadar sonra da Atina’dan Zürih’e uçtum. 25 Eylül 2017’de Bern’deki iltica merkezine gidip başvuruda bulundum. Ertesi gün beni Zürih’e gönderdiler. Böylelikle iltica sürecim başlamış oldu.
Hala kampta mısın?
3,5 ay sonra kabul aldım. Kamplarda 4,5 aya yakın bir süre kaldım. Sonra bir tanıdık vasıtasıyla ev buldum. Şu an Zürih merkezde yaşıyorum. Yakında Almanca kursuna başlayacağım. Bugünlerde yeni çıkacak kitabımın heyecanı var. Mart sonuna doğru ise bir sonraki kitabımın yazımına başlayacağım.
Dublin Sözleşmesi dolayısıyla bir sorun yaşamadın mı?
Hayır, söz konusu sözleşmeden dolayı bir sorun yaşamadım. Aslında Dublin Sözleşmesi’ne göre Yunanistan’a geri gönderilmem gerekirdi ancak söz konusu sözleşme şu an Yunanistan için uygulanmıyor. En azından bana uygulanmadı.
İltica başvurusu kabul edilmeyen var mıydı?
İltica başvurusu kabul edilmeyen çok sayıda insan gördüm. Başka ülkeleri bilmiyorum ama gördüğüm kadarıyla İsviçre başvuruların çoğunluğunu reddediyor ve kabul ettiklerini de çok uzun süre bekletiyor. Bu açıdan benim durumum bir istisna olarak değerlendirebilir.
Ülkeye gelmeden önce ne ummuştun, geldiğinizde ne buldun?
Daha insani kamplar bekliyordum. Özellikle ilk kamp aşaması çok bıktırıcı ve yorucuydu. Pek çok farklı ülkeden, değişik dini ve etnik gruptan, sınıfsal statüleri farklı insanlar aynı kampa yerleştiriliyor. Burada İsviçre hükümetinin algısı şu: Sığınma talebinde bulunmuş insanlar. Bu tekçi bakış açısı kamplardaki sorunların katmerlenmesine neden oluyor. Uyuşturucu bağımlıları ile aileleri ve çocukları aynı kampa koyup dip dibe bir hayat sürmelerini akılla açıklamak gerçekten zor.
Nasıl muamele görüyorsun, ayrımcılıkla karşı karşıya mısın?
Henüz ülke koşullarını yorumlayacak kadar hayat tecrübesi edinmedim. Dolayısıyla bir kıyaslama yapamıyorum. Ancak burada hayata sıfırdan başladığımı biliyorum. Dolayısıyla eşit olmadığımın da farkındayım. Ayrımcılık adına küçük bir deneyimim oldu. Otobüs şoförü bana “sen” diye hitap etti ben de buna içerleyip adamla tartıştım. O, Almanca ben İngilizce… Nihayetinde “pardon” demek zorunda kaldı.
Türkiye’deki halinle buradaki halini kıyasladığında neler söyleyebilirsin?
Türkiye’de firari yaşıyordum burada mülteci yaşıyorum. İkisinin de zorlukları var ama burada daha özgürüm ve yaşamım risk altında değil. Türkiye’de mümkün olduğunca evden çıkmıyordum burada sokaklarda uzun uzun dolaşıyorum. Şehirde bisiklet turu yapıyorum. Özgürlük hissini en çok gitme eyleminde buluyorum. Onun içinde sürekli bisikletle bir yerlere gidiyorum. Bazen de tren veya otobüsle gidiyorum. Doğruyu söylemek gerekirse burada mutluyum ama biraz buruk bir mutluluk.
Özlediğin bir şey var mı?
Ailemi ve arkadaşlarımı özledim.
Entegre olmayı düşünüyor musun?
Entegrasyon oldukça sorunlu bir kavram ve politika. Dolayısı ile bu soruya doğrudan bir cevap veremem ama burada okumaya, yazmaya devam edeceğim. Benim için yazmak bir eylemdir ve yaşamak eylemek için vardır. Bu perspektifle devam edeceğim.
İltica etmek isteyenlere neler söylersin?
Bu çok zor bir soru. İnsanın hayatlarına dair verecekleri karalara müdahil olma ve akıl verme hakkım yok ancak kendi deneyimimi ve hislerimi anlatarak iltica düşünen insanlara kıyaslama yapmalarında yardımcı olabilirim. Ben iltica etmemek için 5 yıl direndim. Hem mülteci olmanın zorluklarını biliyordum hem de davayı kazanacağıma inanıyordum. Üstelik kamuoyu tarafından bilinen bir davanın sanığıydım ve bana destek olan, özgürlüğüm için mücadele eden insanların sorumluluğu vardı. Ne var ki son zamanlarda çok yalnızdım. Sol ve demokrat çevrelerin desteğini bekledim. Gelmedi. Zaten darbe teşebbüsü bahane edilerek gerçek darbe koşulları uygulanmaya başlamıştı. Muhalefetin toptan sindirilmeye ve hatta yok edilmeye çalışıldığı bir ortamda fazlasını beklemek de doğrusu pek gerçekçi değil. Nihayetinde artık Türkiye’de normal bir hayat süremeyeceğime ve hapse girsem öldürüleceğim veya sürekli işkenceye maruz kalacağım kanısına ulaştım. Bunun üzerine yurtdışına çıkmaya karar verdim. Bu bir kaçış mı, özgürlük eylemimi yoksa bencilce kendini kurtarmak mı? Sanırım, düşündükçe canımı yakan bu üç soru, ince uçlu üç çengel gibi ruhuma batmaya devam edecek.
Eşi ve 2 çocuğu ile Almanya’ya iltica başvurusunda bulunmuş D.M.
Henüz iltica başvuruları kabul edilmemiş ve oturumları yok. 14 aydır Köln’e 50 km uzaklıkta küçük bir şehirde yaşıyorlar ve Afganistan’dan bir aile ile dairelerini paylaşıyorlar.
D.M. bir mülteci olarak yaşadıklarını bizimle paylaştı.
***
Kısaca kendini tanıtır mısın?
Merhaba, Ben 1973 İstanbul doğumluyum. Okmeydanı gibi varoş diye tabir edilen gecekondu mahallelerinden geliyorum. Direnişin ve emekçilerin en çok yoğun olarak yaşadığı, Alevi ve Kürt ailelerinin birlikte dayanışma içerisinde yaşadığı bir mahallede doğup büyüdüm..
Evliyim ve iki çocuğum var. Eşim ve çocuklarımla beraber şu anda Almanya’da bulunuyoruz.
Neden iltica etmeye karar verdin?
Bizim hakkımızda 5 yıl hapis istemiyle 2015 yılında bir dava açılmıştı. Bu dava iki yıldır sürüyordu. Ama yurtdışına çıkışımıza bunun dışında da sebepler vardı..
15 Temmuz sonrasında ilan edilen tek adam rejiminin Aleviler, Kürtler ve sol görüşlü insanlar üzerindeki baskıları bizim için dayanılmaz noktaya gelmişti. Çocuklarımın hayatlarını güvence altına alma ihtiyacı duyduk. Bizimle beraber artık çocuklarımızın orada yaşama şansımızın olmadığı kanısına vardık. Yaşadığımız evin polis tarafından basılması, kızımın gözü önünde darp edilişimiz ve çocuğumuzun panik ataklar geçirmesi de kararımızda etken oldu. Ondan sonra iltica etmeye karar verdik.
Almanya’ya geliş sürecinizi anlatır mısın?
Yurtdışına illegal olarak insan taşıyan bir şebeke ile anlaştık. Yasadışı yollarla bir hafta içinde Almanya’da olacağımızın garantisini verdiler.
Bu şebekeye çok yüksek miktarda para ödedik ve parayı bulmak için evimizi satmak zorunda kaldık. Türkiye’den çıktıktan sonra kandırıldığımızı anladık. Aldatıldığımızı anladığımızda artık çok geçti.
Şebekeler bize ve diğerlerine aynı şeyi yapıyorlar. Önce Almanya’ya vize sözü veriyorlar. Sonra “Vize çıkmıyor ama biz sizi başka ülke üzerinden götüreceğiz. Rahat bir şekilde gideceksiniz, sorun olmayacak” diyorlar.
Bu şekilde önce başka ülkeye giriş yaptığımız için bize iltica başvurusundan sonra Dublin davası açıldı. Bu dava sonucunda bizi ilk giriş yaptığımız ülkeye geri gönderebiliyorlar. Aşağı yukarı bir yılı aşkın zaman iltica talebimiz kabul edilmeden bekliyoruz. Sürekli geri gönderilme tehdidi altında bir süreç yaşıyoruz.
Ne zaman iltica başvurusunda bulundun?
Şebekenin bizi aldatmalarının sonucunda ağır bedeller ödedik. 2016 yılının aralık ayında Almanya’ya giriş yaptık. Ama avukatımızın önerisi ile Dublin Sözleşmesi nedeniyle geri gönderilmemek için iltica başvurusunu hemen yapmadık. Önce eşim ve çocuklar Almanya’ya girişimizden 3 ay sonra iltica için başvurdu. Bu süre içinde hep beraber kaçak olarak değişik yerlerde yaşadık. Çünkü 4 kişilik bir aile dikkat çekiyordu. 15 günde bir yer değiştiriyorduk. Eşim ve çocuklar başvurduktan ve kampa gittikten 15 gün sonra onlara ilk giriş yaptığımız ülkeye geri gönderilme davası açıldığını öğrendik. Bunun üzerine avukatım bana biraz daha beklememi söyledi. 2017 haziran ayına kadar 6 ay kaçak olarak yaşayarak bekledim ve ben de iltica başvurusu yaptım.
Almanya’da neler yaşadın?
Başvuru yapıldıktan sonra 1,5 ay süre kampta kaldım. Her bölgenin koşulları farklı imiş. Ben çok kötü koşullarda kaldım..
İlk doktor muayenesinden sonra bit taraması yapıldı. Bu insanlar için rencide edici bir durum. İnsanlar zor koşullarda ve mecburiyetten bir sığınma talep ile geliyorlar ama doğrudan oturtulup bit muayenesi yapılıyor. Bu aşağılayıcı, insanın onurunu rencide edici bir davranıştı.
Sabah kahvaltıları sabah 8:00’dan 8:30’a kadar 30 dakikada yapılıyordu. Kahvaltılarda hep aynı şey vardı… 2 dilim bayat ekmek, 2 dilim salam, 1 dilim kaşar ve bir bardak süt.
Öğle yemekleri 12:00-13:00 arasında idi. Yemekte et varsa ağır kokular oluyordu. Etler bozulmuş diye düşünüyorduk. Böyle zamanlarda daha çok salata gibi şeyleri yiyorduk.
Herkese haftalık 30 Euro gibi bir para veriliyordu. Marketten alışveriş yaparak odamızda kendi yemeklerimizi yapıyorduk. Odadakilerin hepsi kolektif bir şekilde bunu yaparsa paramızı yettirebiliyorduk. En yakın market 15 dakika yürüme mesafesinde idi.
Benim asıl sorun olarak gördüğüm tercüman sorunu idi. Almanca bilmiyorduk. Türkçe tercüman bulmakta zorluk çekiyorduk. Doktora gitmiş olsak, ya da bir şey sormak zorunda kalsak çok zorlanıyorduk. Bu durumda Almanca bilen bir tanıdığımıza telefon ediyor ve telefon aracılığı ile tercüme ettiriyorduk.
Bazı görevliler telefonla tercüme işinin yasak olduğunu söyleyerek reddediyorlardı. Bu durumda çevirtme istediğimiz cümleyi kısa mesaj yazdırıyorduk. İyi niyetli görevlilere rastlarsak bunu kabul ediyordu
Kampta tanıştığımız 7-8 kişiden sadece bir tanesinin iltica başvurusu kabul edildi, diğerlerinin reddedildi.
Almanya’ya gelmeden önce ne ummuştun, geldiğinde ne buldun?
Umduğumuz şey kısa bir mahkeme ve oturumu alacağımız, iş bulacağımız ve kendimize ait bir düzeni tekrar kuracağımızı ummuştuk. Türkiye’de kaybettiğimiz işimizi ve evimizi burada yeniden oluşturabileceğimizi düşünüyorduk.
Çocukların özgür bir ülkede kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri, daha iyi eğitim alabilecekleri umutları ile geldik Almanya’ya. Yani kendimizi daha özgür hissedebileceğimiz bir ülkeye gittiğimizi düşünüyorduk. Ama gerçekte, aslında özgür değiliz burada.
14 aydır Almanya’dayız ve hala sonucu bekliyoruz. İki aile aynı dairede yaşıyoruz. Afganistan’dan bir aile ile evi paylaşıyoruz. İki oda onlara, iki oda da bize verdiler. Mutfak, banyo ve tuvalet ortak kullanım alanlarımız. İki ayrı kültürden gelen insanlar olarak birlikte yaşamak zorundayız. Buraya geldiğimiz gün sosyal hizmet görevlilerinin söylediği şey şuydu: “Birbirinizle anlaşmak zorundasınız anlaşamadık diye bir seçenek yok kültürleriniz ne olursa olsun ortak noktayı bulmak zorundasınız.” Her iki taraf da elinden geleni yapıyor ama ne onlar rahatlar ne de biz rahatız bu koşullarda.
Size ait olmayan bir evdesiniz. Düşünün ki odanızın kilitleri dahi yok. Sosyal hizmet görevlilerinde anahtarlar var. Onlar her zaman sabahın yedisinde veya gece yarısı gelip evinizi kontrol etmek gibi bir hakkı var. Yani 12 yaşında kız çocuğum var ve ben çocuğumu evde tek başına bırakıp bir yere gidemiyorum. Onu evde yalnız bıraktığımda güvende hissetmiyorum.
Kendinizi bu ülke insanlarıyla eşit hissediyor musunuz? Ayrımcılığa uğradığını düşündüğün oluyor mu?
Kendimizi eşit görmüyoruz tabii ki. Çünkü sahip olduğumuz yasal haklar nedeni ile eşit değiliz zaten. İyi bir ilticacı olarak yaşamak zorundasınız. Oturum almamışsanız aynı koşullara sahip değilsiniz. Şu anda sadece acil durumlarda sağlık hizmeti alabiliyoruz. Sağlık hizmetlerinden eşit yararlanamıyoruz.
Oturumumuz olmadığı için geleceğe dönük bir plan yapamıyoruz. Eşya almak, televizyon almak gibi. Ev haline getirmek için gerekli malzemeleri alamıyorsunuz. Sosyal hizmetler neyi vermişse onunla idare etmek zorundasınız.
Sözlü olarak kötü şeyler duymuş olsak da Almanca bilmediğimiz için anlamıyoruz. Tabii ki gittiğiniz yerlerde Almanlar çoksa kendimizi rahat hissetmiyoruz. Ancak Almanların bizleri istemediğini sürekli hissediyoruz.
Türkiye’deki hayatımızla buradaki hayatımız çok farklı. Orada mülteci değildik. Ülkenin gerçek sahipleri olduğumuzu düşünüyorduk. Bunun için mücadele ediyorduk. Arkadaşlarımız, yoldaşlarımız ailelerimiz vardı. İşim ve kendime ait bir evim vardı.
Almanya’da Türkiye ile ilgili herhangi bir etkinliğe katıldın mı ?
Burada politik bir faaliyet olarak hiçbir şey yapmadık. Bir keresinde Köln’de Afrin saldırılarını protesto etmek için yürüyüşe katıldık. Orada polislerin bizimle beraber yürüdüklerini gördüm. Türkiye’de polisler hep karşımızda olurdu. Bu bize daha fazla heyecan verirdi.
Özlediğin şey var mı?
Çok şey var.. Her şeyden önce yoldaşlarımızı özlüyoruz. Burada olmak insana acı da veriyor. Onları terk etmiş gibi… Herkesin kendine has koşulları vardı ve biz bu koşullarda bu hayatı tercih ettik. Ama özlem var. Biber gazını dahi özlüyoruz diyebilirim.
Türkiye’de yaşanmaz artık diyerek iltica etmek isteyenlere neler söylersin?
Politik nedenlerle iltica etmek istiyorlarsa somut kanıtlar isteniyor. Bizim yaptığımız gibi sonradan fotoğraflar bularak onları göstererek değil de daha somut kanıtlar olmalı.
Şebekelerin insanları dolandırdığını unutmasınlar.
Mecit 16 yıl önce Almanya’ya iltica etmiş. Söyleşi yaptıklarımız içinde en uzun süre geçirenlerden.
***
Kısaca kendini tanıtır mısın?
Mecit A., 55 yaşındayım. Türkiye’de ögretmendim. Burada evlendim, bir çocuğum var.
Nasıl ve neden iltica etmeye karar verdin?
2002’de Almanya’ya vize ile geldim, 3 ay sonra iltica başvurusu yaptım. Hakkımdaki bir davadan hüküm kesinleşeceğini tahmin ettim. Öyle de oldu. Öncesinden hazırlıklarımı yapıp akrabalarıma davet çıkarttım. O yıllarda davalar ve yurtdışı çıkış yasağı bağlantısı sıkı değildi.
Almanya’ya ilk girişte neler yaşadın?
Üç ay turist gibi takıldım, ilticaya başvurunca Alman filmlerindeki kamp görüntülerini andırır sahnelerle karşılaştım, ancak akrabalarımın çabalarıyla ve bazı sorumlulukları üstlenmeleriyle iki ay gibi kısa bir sürede normal yaşantıya geçtim. Tam 3 ay sonra sorgulama ve karar verildi. Aynı davadan yargılandığım arkadaşımın tanıklığı ve sunduğum tercüme edilmiş evraklar nedeniyle ilticam kabul edildi. O sıralarda bana Almanca öğreten benim de kendisine Türkçe öğrettiğim kişi ile evlendim.
İltica başvurusu kabul edilmeyen var mıydı?
İltica başvurusu kabul edilmeyen “ekonomik nedenli ilticacı” sınıfıyla ayrılan insanlar çoğunluktaydı ve davaları uzun sürüyor, zorunlu kamp süreci hapishane süreci haline geliyordu. Uzatmaları oynuyorlardı. Özellikle Afganlar ve Iraklıların iltica başvuruları bu şekildeydi.
Almanya’ya gelmeden önce ne ummuştun, geldiğinde ne buldun?
Ben biraz hazırlıklı sayılırdım. Evlenme maceram hariç tabii! Burada okumaya devam edecektim ve bunu da başardım. Şu anda mesleğini icra edemeyen diplomalı fizikçiyim. Fakat yazılımcı olarak çalışıyorum.
Nasıl muamele görüyorsun? Kendini bu ülke insanlarıyla eşit hissediyor musun?
Ayrımcılık her toplumda var. İltica etmiş biri olarak ayrımcılıktan söz edecek olursak içine geldiğim Türk Göçmen Toplumu daha da ayrımcı davranarak “İlticacılar bizim işlerimizi elimizden alıyor” dedi. Almanlar demek yanlış olur ama kendi sorunlarının nedenlerini anlayamayan tüm insanlar başkalarını suçlarlar. Alman olsun diğer göçmenler olsun bir dönem ilticacılara çok yüklendiler. Halbuki eğitim düzeyleri çok çok yüksek olan ilticacılar (şimdiki Suriyeliler de örneğin) katıldıkları topluma artı değer katmışlardır.
Burada politika ile ilgileniyor musun?
Daha politik tutum içinde olduğum söylenmese de içinde bulunduğum toplumun da sorunlarıyla ilgileniyorum artık. Türkiye’ye gidip geliyorum. Alman vatandaşlığım bu olanağı sağladı.
Türkiye’ye ilişkin özlemlerin var mıydı?
Zamanaşımı nedeniyle davam düştü. Ama 11 yıl hiç gidemedim. O zaman çok şeyi özlemiştim. 5 yıldır memlekete gelip gidebiliyorum. Özlem bitti sayılır.
Türkiye’de yaşanmaz artık diyerek iltica etmek isteyenlere neler söylersin?
Özel hayatlarında ne yaşarlar, neden bunu düşünürler bilemem. Ama bu karar, onların geri dönüşü olmayan ve hayatlarının en önemli kararı olur. Yola çıkarken arkalarında önemli şeyler bırakmasınlar. Yoksa onlarla tekrar kavuşmak uzun sürebilir ya da bu bazı tanıdıklarımda olduğu gibi hiç mümkün olmayabilir.
****
Farklı profillerden toplam 10 kişi ile gerçekleştirdiğimiz söyleşilerin tümüne aşağıdaki linklerden erişebilirsiniz:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.