Erdoğan cephesinde son dönemde yaşanan bir “değişim” kendini açıkça göstermektedir; bu ülkedeki faşistlerin desteğini arkasına almaya odaklanmak. Bunun için faşistlerin “en hassas” olduğu hedefi sahiplenmek gerek yani Kürt düşmanlığını
Erdoğan cephesinde son dönemde yaşanan bir “değişim” kendini açıkça göstermektedir; bu ülkedeki faşistlerin desteğini arkasına almaya odaklanmak. Bunun için faşistlerin “en hassas” olduğu hedefi sahiplenmek gerek yani Kürt düşmanlığını. Üstelik bunu sıcak bir savaşa dönüştürmek “Şam’da kayısı”
Tayyip Erdoğan’ın iktidar olma ve iktidarda kalma taktiklerinin zaman içinde değiştiği herkesçe malum. Bu değişiklikleri zorunlu kılan, bir öncekinin tüketilmişliği olduğu kadar Erdoğan’a bağlı olmayan şartların değişimidir.
Hatırlanacak olursa Erdoğan’a iktidar olma kapısını açan; ABD’ye daha doğrusu emperyalizme ve uluslararası sermayeye verdiği “koşulsuz biat” vaadi idi. Kuşkusuz sadece bu yeterli olamazdı. Aynı zamanda karşı tarafı “kendisinin tek, meşru ve kabul edilmiş bir lider olduğuna” ikna etmesi gerekliydi. Bunun için Erbakan’a karşı yürüttüğü liderlik savaşında Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener gibi şahsiyetlerin desteği, hatta bunlarla bir tür “eşitlik” ilişkisinin kurulması, bu süreçte Erdoğan’ın en belirgin taktiği oldu.
Fethullah ile kurulan ittifak ise gerek ABD’nin desteğini almakta gerekse de Fethullah’ın devlet içindeki kadrolarından “etkin” yararlanmada tadından yenmez bir işlevsellik sağladı.
İktidara geliş ve iktidarda kalış döneminin bir diğer taktiği; demokrasi vaadiyle beraber, liberallerle “bir anlaşma metni imzalanmadan” kurulan vaat/destek ilişkisi oldu. Uzunca bir süre bu vaat/destek ilişkisi Erdoğan için meşruiyet üreten bir işlev gördü. Ta ki fıtratının izin verdiği yere kadar.
Erdoğan’ın iktidarda kalma serüveninde belki de “fıtratına hiç uymayan” taktik; Kürtlerle, daha doğrusu PKK ile sürdürdüğü müzakere/çatışmasızlık sürecidir. Uzunca bir süre, üstelik en kritik dönemeçlerde (referandum gibi) çok işine yaradı Erdoğan’ın. Sadece destek değil aynı zamanda uzunca bir süre de Kürtler dışında başka “sorunlarla” uğraşma imkanı sağladı.
Tüm bu zaman dilimleri içerisinde Erdoğan’ın hiç vazgeçmediği taktik ise “dinin kullanımı” idi. Türbandan kürtaja, imam hatiplerden kuran kurslarına, mescit yaygınlaşmasından içki yasaklarına, tarikatlerden Diyanet İşleri fetvalarına kadar Sünni gericiliğin desteğini sabitlemek adına kullanıldı. Belirli bir sistematikten yoksun, popülist amaçlarla ve tek adamın keyfine tabi bu uygulamalar gerek kamusal alanda gerekse de toplumsal hayatta ciddi çarpıklıklar ve yozlaşma yarattı.
Hocaların buluşmasında moderatörlük yapan Nevzat Çiçek durumu şöyle özetliyor: “Açık söyleyeyim, toplum dinden uzaklaşıyor. Bana göre üç sebebi var. Birinci olarak, FETÖ meselesi çok çok etkili oldu. İkincisi, Türkiye’de dindarların sivilliğini kaybetmesi meselesi, yani ‘sistem’le entegre olması, sözlerinin inandırıcılığının kaybolması oldu. Üçüncüsü de artık gençliğe hitap edemiyorlar. Bu sadece hocaların, Diyanet’in meselesi değil, toplumda dinden bir uzaklaşma olduğunu çok net görüyoruz.”
Tayyip Erdoğan’ın da bunu görmemesi düşünülemez. O yüzden yeni bir at bulmanın zorunluluğunun farkında. At bulamazasa da kurt buldu.
Erdoğan cephesinde son dönemde yaşanan bir “değişim” kendini açıkça göstermektedir; bu ülkedeki faşistlerin desteğini arkasına almaya odaklanmak. Bunun için faşistlerin “en hassas” olduğu hedefi sahiplenmek gerek yani Kürt düşmanlığını. Üstelik bunu sıcak bir savaşa dönüştürmek “Şam’da kayısı”[1]. Başbakan Yıldırım bile ezberini almış, “Çözüm, çözüm, çözüm yok kardeşim” diyerek Kürtlere seslenmiyor, faşistlerin “yüreklerine su serpiyor”. Elbette Faşistlerin liderini kendi safına çekmek de Osmanlı’dan gelen “ince” bir taktik. Bu kadarı yeterli olur mu? Belki ama Erdoğan işi sağlam tutmakta kararlı. Faşistlerin en şişindikleri işlerden biri silah sahibi olmak, olup olmadık yerde mermi sıkmak. O zaman bolca mermileri olması lazım. Bilinir ki faşistlerin hassas yerlerinden biri de komünist düşmanlığıdır. Erdoğan bunu değerlendirir: “O komünist gençlere üniversitede okuma hakkı vermeyeceğiz”. Ve hadım meselesini de unutmamak gerek. Hadımdan yana olanlar, dinci kesimlerden çok faşistlerdir elbette. Bir de faşistler, “dinin kurallarına uymak yerine, dini kendi kurallarına uydurmak” isterler. Kural koyan aşırılardan da haz etmezler. Erdoğan bunu bilmez mi, bilir: “İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız.”
Erdoğan’ın artık yeni bir taktik, yeni bir oyuncak bulduğu aşikar. Bunun ülkede ve bölgede ne tür sonuçlar yaratacağını umursamadığı da aşikar. Ancak aşikar olan bir şey daha mevcut. O da “bu memleket bizim” diyenlerin Erdoğan’ın bu taktiğini boşa çıkarmak için mücadele edecekleri.
[1] Bundan iyisi Şam’da kayısı?: “Bundan iyisi Şam’da hangisi?” yani “Bundan iyisi Şam’da bulunur mu?”. Şam, dünya tarihinde şehir olarak en uzun ve aralıksız kullanılan şehir olarak bilinirmiş.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.