Putin’in ipiyle kuyuya inen Erdoğan’ın direnme ve kendi kafasındaki planı uygulama şansı yok. Aksi takdirde Putin ipi koparır ve kuyunun dibi görünür
Putin’in ipiyle kuyuya inen Erdoğan’ın direnme ve kendi kafasındaki planı uygulama şansı yok. Aksi takdirde Putin ipi koparır ve kuyunun dibi görünür. Bu nedenle Halep ve İdlip’te olduğu gibi TSK elindeki mevcut bölgeler de aşamalı olarak Şam’a teslim edilecektir
Afrin savaşının kamuoyuna yansıtıldığı gibi şatafatlı yürümediği ve çok ciddi sorunların yaşandığı görülüyor. Üç günde Afrin’e girmeyi hedefleyen iktidarın bu kez Mayıs ayına kadar süre istemesi meselenin ciddiyetini ortaya koyuyor. Afrin kent merkezi sınırlarına yaklaştıkça çok daha ciddi bir çatışmanın yaşanacağı bütün analistlerin kabul ettiği bir realite.
Sahadaki gelişmelerin psikolojik savaş medyasının tek taraflı yönlendirmelerindeki gibi olmadığı ve tahmin edilenden çok daha sorunlu bir sürecin yaşandığı biliniyor. Çok açık ki savaş, Ankara’nın istediği gibi gitmiyor. Savaşın aceleci yöntemlerle kazanılmayacağını bilen Ankara, uluslararası güçlerin verdiği savaş kredisinin tükendiğinin farkındadır ve bu nedenle son bir haftadır kontrol dışında çok daha fazla acele etmeye başladı.
Ankara’daki iktidar gücü, sonuç alamayacağı ve önümüzdeki birkaç ay içinde tahmin edemeyeceği ciddi sorunlarla karşılaşacağı bir savaşın içine sürüklendi. ABD ve Rusya’nın kendi stratejisi için Ankara’yı kullandıklarını farkına varmayan iktidar, yeniden bölgesel bir güç olma fırsatını yakaladığını düşünüyor. Ortadoğu planlamasını Afrin savaş taktiği üzerinde uygulamaya koyan Moskova ve Washington ise Ankara’yı kazanamayacağı bir savaşın içine sokarak esasen kendi belirledikleri hedeflerine ulaşmayı planlıyorlar. Bu bakımdan Afrin savaşının esas aktörleri Putin ve Trump olup biçimsel rol verilen kişi ise cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
YPG’nin, Afrin savaşında köylerden çekilmesinin ve hatta bazı kasabaları boşaltmasının yenilginin bir sonucu olmayıp izledikleri savaş taktiğiyle ilişkili olduğu görülüyor. 50 günlük sürede ortaya çıkan tabloda görüldüğü üzere eşitsiz koşullarda sürdürülen savaşta YPG’nin belki de tahmin edilenden çok daha ciddi bir direnç göstermesi, bölge aktörlerinin dikkatini çekmektedir ve Afrin’e yönelik izledikleri politikaları tekrar gözden geçirmelerine yol açacaktır. Özellikle Ankara’nın askeri operasyonuna izin veren Rusya’nın beklediği gibi bir sonucun ortaya çıkmadığı görüldü. YPG, Şam yönetimine bağlı askeri güçlerle sınırlı bir askeri ittifak yapmasına rağmen Afrin üzerinde henüz politik bir anlaşma da sağlanmış değil.
Afrin savaşının önümüzdeki birkaç hafta içinde seyrinin nasıl gelişeceğini kestirmek oldukça zor olmasına rağmen askeri dengelerin nasıl şekilleneceğini politik tercihler ve kararlar belirleyecektir. Bugünkü gelişmeler dikkate alındığında ABD’nin YPG’den vazgeçmeyeceği çok açıktır. Suriye’de Kürtlere dayanmaksızın belirlediği stratejiyi uygulaması hemen hemen imkânsızdır. Bu nedenle Afrin olayına çok kayıtsız kalmış gibi olsa da meselenin askeri ve politik arka planının böyle olmadığı görülüyor. Demokratik Suriye Güçleri’nin Rakka’da savaşan iki bine yakın bir gücünün Afrin’e gitme kararı almış olduğu ve yedi bine yakın bir gücün de kısa sürede bölgeye intikal edeceğine bilgiler kamuoyuna yansıdığına göre ABD’den olaylı bir onayın alındığını bilmek gerekir. Esas sorun, ABD’nin Afrin’e giden güçlere ağır silahlar verip vermeyeceğidir. Ankara’yı Afrin bataklığına sürükleyen Pentagon, Moskova’nın planlarına uygun hareket eden Türk askeri güçlerinin bölgede kazanmasını tercih etmeyecektir ve planlamasını da buna göre yapacaktır.
ABD’nin IŞİD’le mücadele koalisyonunun sözcüsü Albay Ryan Dillon, “Afrin’deki son faaliyetler, dikkati dağıttı, IŞİD’in bozguna uğratılması amacıyla Fırat vadisinde bulunan bazı savaşçıların çekilmesine yol açtı. Bu koalisyon için kaygı verici ve ana karargahımızda görev yapan askerleriyle, koalisyonun bir üyesi olan Türkiye’nin, Afrin’de olup bitenlerin IŞİD’i bozguna uğratma hedefini nasıl etkilediğini bilmesini sağladık” ifadesi önemli bir mesaj içeriyor. Önümüzdeki süreçte IŞİD’in yeniden saldırılara başlaması olasılığının tek sorumlusu olarak Ankara gösterilecektir ve bunun askeri ve politik sonuçları beklenilenden daha ciddi olabilir.
Afrin’den süren savaşa rağmen Dillon’un, “SDG, IŞİD ile savaşta kendini ispatlamış ortaklardır. Bir yıl önce bugün Rakka IŞİD’in elindeydi. Başka kimse IŞİD’i başkentinden tasfiye etmeye girişmeye hazır değildi. SDG ise bunu yaptı. SDG komutanı Mazlum fevkalade, sözlerine sadık bir komutan” sözleriyle verdiği mesajın adresi AKP iktidardır. “Suriyelilerden, Araplar, Kürtler ve Türkmenler gibi farklı etnik gruplardan oluşan yaklaşık 57 bin kişilik gücün” komutanlığını yapan ve Pentagon’un ‘General Mazlum’ olarak andığı kişinin Ankara’nın ‘terörist’ olarak aradığı Şahin Cilo olması, Pentagon’un tercihini ortaya koymaktadır.
Fırat’ın doğusunda YPG merkezli SDG güçleriyle bölgesel hakimiyet sağlayan Pentagon’un, Fırat’ın batısına yani Afrin’e bütünüyle sessiz kalması sanırım beklenemez. Böylesi bir durum, yani Afrin’de bir yıkımın olması, özellikle YPG güçleri bakımından ciddi bir kayıp olabileceği gibi IŞİD ile yürütülen savaştan ciddi düzeyde çekilmeleri anlamına gelir. Böylesi riskli bir durum ABD’nin Suriye planlarına uymaz. ABD’nin Suriye’deki hakimiyeti Afrin’deki askeri ve politik tutumuna göre netlik kazanacaktır. Yani, ABD’nin doğrudan veya dolaylı olarak Afrin savaşına karşı bir hamle yapması beklenilen bir durumdur. Bunun somutlaşmış hali Türk ordu birliklerinin Afrin merkezine girmelerinin engellenmesi olacaktır.
Ankara’dan 15, Washington’da 20 kişinin katıldığı heyetler arası görüşmenin ana gündem maddesi Afrin operasyonudur. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert’in “Toplantılar bugün ve yarın devam edecek. Konuşulacak çok şey var. Afrin önemli başlıklardan biri” açıklaması, Washington’un Ankara’nın önüne bir yol haritası koyacağını gösteriyor. Bu görüşmeler yapılırken Pentagon sözcülerinin YPG’ye desteğin kesintisiz devam edeceğini açıklamaları aslında yapılan görüşmelerdeki durumu anlatıyor. Yani ABD, YPG’den vazgeçmiyor. Türkiye, bu mesajı alarak kendisine bir yön belirleyecektir.
Ankara sadece ABD tarafından değil aynı zamanda AB, NATO ve BM tarafından da ciddi olarak uyarılmaya başlandı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’de aldığı ateşkes karanının Afrin’i de kapsadığını açıklaması; Almanya Dışişleri Bakanlığının, Afrin bölgesinin ateşkes kararına dahil olduğunu açıklaması, biçimsel ve oldukça pasif bir tutum olarak görülse de önümüzdeki sürece ilişkin ipuçları veriyor. BMGK tarafından alınan ‘ateşkes kararı’nın yaşama geçirilmemiş olması nedeniyle Fransa’nın ve İngiltere’nin ikinci bir kez Güvenlik Konseyi’ni açilen toplantıya çağırması özellikle Ankara’yı zorlayacak bir sürecin başlangıcı olacaktır. Bir önceki ateşkes kararından farklı olarak bu kez Afrin’e yönelik ateşkes kararının çok net olarak verilmesi, AKP iktidarını ciddi bir sorunla karşı karşıya bırakacaktır. Bu nedenle savaşta ilerleyebildiği kadar gitmek istiyor. Aksi takdirde Güvenlik Konseyi’nin kararına uymaması nedeniyle yaptırımlar gündeme gelecektir. Ankara’nın “kimseyi dinlemem istediğimi yaparım” söylemi sadece bir propagandadır, eğer uluslararası güçler karar alıp uygulamak isterlerse AKP iktidarı uymak zorunda kalacaktır. Ankara’nın BMGK kararlarına karşı meydan okuyacak her hangi askeri ve politik bir gücünün olmadığı açıktır.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad el-Hüseyin’in “Suriye’deki çatışma yeni bir dehşet evresine girdi. Türkiye’nin Afrin’de başlattığı operasyon çok sayıda sivili tehdit ediyor” ifadesi basında yer aldı. El-Hüseyin bu “felaket”in tersine çevrilmesi çağrısı yaparak Suriye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşınması gerektiğini belirtti. BM tarafından yapılan bu açıklama, sıradan bir uyarı olmayıp Ankara’nın ‘Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanabileceği mesajını içeriyor.
NATO Genel Sekreteri Yardımcısı Rose Gottemoeller, “Türkiye bu ittifakın değerlerini hatırlamalı. Bu operasyon bağlamında, orantılılık ilkesine bağlı kalmak, sivillerin hedef olmamasına büyük titizlikle dikkat etmek ve bu operasyonu mümkün olduğu kadar kapsam ve zaman bakımından kısıtlamak demektir” dedi. NATO kendi üyesi bir ülkeyi ciddi biçimde uyanmaktadır. NATO merkezi Brüksel, Türkiye’nin Afrin operasyonunun bölgesel çıkarlarıyla çeliştiğini belirtmenin çok ötesinde sınırlarını da çiziyor. Önümüzdeki süreçte Ankara, bu uyarıları dikkate almadığı takdirde NATO, belki de ilk kez kendi üyesi bir ülkenin askeri operasyonuna müdahale edebilir.
Afrin savaşının mimarı olan Moskova da tahmin ettiği sonucu alamadı. Birincisi, YPG’nin çok erken pes edeceği ve Afrin merkezini Esad yönetimine bırakacağını düşündü. İkincisi, Erdoğan’ın çok kısa bir sürede sonuç alacağına güvendi. YPG önemli bir direş gösterdi ve bu devam ediyor. Ankara yeniden Mayıs’a kadar süre istedi. Ancak Rusya’nın bu süreyi vermesi pek mümkün görünmüyor. Rusya İdlip operasyonunu hızını önemli oranda düşürdü ve dikkatini Doğu Guta’ya vermiş bulunuyor. Moskova’nın bu bölgedeki İslamcı militanların İdlip üzerinde Hatay’a götürülmesi için Ankara ile görüşmeler yaptığı biliniyor. Uluslararası bir sorun haline gelen Doğu Guta bölgesini gündemden çıkartmak ve bütünüyle Şam’ın denetimine geçmesini sağlamak için Ankara’yı kullanıyor. Bunu yaparken en azında bir süreliğine Afrin’deki gelişmeleri görmezden geliyor.
Peki, Moskova’nın bu desteği sınırsız mıdır? Elbet ki değil, Ankara’da savaşı yönetenler de bu gerçeğin farkındadırlar. İdlip’i önemli oranda boşaltan, Doğu Guta’da sona doğru giden Moskova, YPG ile yapacağı görüşmelerde çıkacak sonuca göre bir kısım adımlar atacaktır. YPG’nin bu düzeyde bir direnme göstereceğini hesaplamayan ve savaşın şehir merkezine doğru kaymasıyla çok daha ciddi bir sürece evirileceğini gören Moskova öncelikli olarak bütün olumsuz gelişmelerin sorumlusu olarak tanınacaktır. Astana’da Rusya-İran-Türkiye Dışişleri Bakanlarının yapacakları toplantıda Afrin operasyonun geleceğine dair somut bir karar alınabilir. Erdoğan’a süre tanıyan Putin, gelişmelere bütünüyle göz yumamaz ve daha çok Rusya’da 18 Mart 2018’de yapılacak seçimlerden sonra Afrin sürecinde belirli bir netlik ortaya çıkacaktır.
Ankara’nın, Afrin savaşıyla Ortadoğu’da kendi askeri ve politik gücünü var edeceğine ve yeniden dengeler içinde yer alacağına dair ciddiye alınır bir veri bulunmuyor. Bölgesel politikası esasen başarısız kalmış olan ve bütünüyle Rusya’nın ihtiyaçlarına göre kendisini konumlandıran AKP iktidarının, Ortadoğu’nun geleceğini belirlemede söz sahibi olmasına pek olanak yok. Ortadoğu’da birbirleriyle rekabet halinde olan İran, Suudi Arabistan-Mısır ve İsrail eksenli üç merkez oluşmasına rağmen üç merkez de Türkiye’nin bölgesel gücünün kırılmasında ve politik dengelerin dışına düşmesinden oldukça memnundurlar. Rusya’nın yönlendirmesiyle Suriye’deki radikal İslamcı örgütleri kontrol eden bir gücün Ortadoğu dinamiklerinde kendisine rol biçmesi pek mümkün görünmüyor. İran’ın Türkiye’yi “Afrin’de işgalci güç” olarak görmesi, Suudi veliaht prensinin, Türkiye’yi de “İran ve terör örgütleriyle beraber şeytan üçgeninin bir parçası” olarak tanımlaması ve iki düşman devlet İran ve Suudi Arabistan’ın Türkiye politikasının benzer olduğunu gösteriyor. Bu nedenle AKP iktidarının Afrin savaşıyla kendisini bölgesel bir güç olarak dayatmasının politik olanakları kalmadı.
Askeri ve politik denklem dikkate alındığında Ankara’nın Afrin operasyonunda somut denetlenebilir ve sonuç alıcı bir stratejisinin olmadığı çok açıktır. Mesele YPG’nin etkisizleştirilmesiyse hedefin Afrin değil Fırat’ın doğusu olması gerekirdi. Hatta Afrin bütünüyle Türk ordu güçlerinin denetimine girse dahi YPG’nin stratejik askeri gücü ABD’nin kontrol ettiği Fırat’ın doğusundadır. Bir başka ifadeyle Ankara için tehlike çok ciddi oranda devam ediyor. Aynı şekilde Münbiç için yüksek perdeden atan iktidar, Tillerson-Erdoğan görüşmesinden sonra burayı gündeminden çıkarttı. Pentagon sözcüleri, Ankara’nın Fırat’ın doğusuna yönelik her hamlesine ‘sert yanıt vereceklerini’ açıklamaya devam ediyorlar. Bir başka ifadeyle Fırat’ın doğusunda şekillenen federasyonun korunması Demokratik Suriye Güçleri tarafından sağlanacaktır. Ankara’nın bunu değiştirme şansı pek bulunmuyor ve mevcut durumu kabullenmiş görünüyor.
Peki Ankara’nın politik arka plandaki hesabı nedir? Afrin savaşıyla El Bab-Afrin-İdlip hattını birleştirerek ÖSO olarak tanımlanan radikal İslamcı örgütlerin kontrolünde bir bölge oluşturmak ve orta vadede Suriye’nin olası bölünmesinde kendisine bir pay çıkartmak. Aynı zamanda ABD’nin Akdeniz’e açılma stratejisini de engellemek. Ankara’nın bu planı tutar mı? Tutmaz. Öncelikli olarak Rusya’nın buna hiçbir şekilde izin vermeyeceği ve Türk ordu güçlerinin aşamalı olarak bölgeden çekileceğini çok önce Ankara’ya iletti. Putin’in ipiyle kuyuya inen Erdoğan’ın direnme ve kendi kafasındaki planı uygulama şansı yok. Aksi takdirde Putin ipi koparır ve kuyunun dibi görünür. Bu nedenle Halep ve İdlip’te olduğu gibi bu bölgeler de aşamalı olarak Şam’a teslim edilecektir. Böylelikle Moskova, Ankara’yı kullanarak kendi politikasını uygularken, tersine Ankara’nın bölgede askeri bir güç olarak politik sonuçlar etme şansı bulunmuyor.
Türkiye, Afrin merkezini işgal eder mi? Bunu çok istese de yapamaz ve izin verilmez. Uluslararası alanda Afrin’in Rakka ve Halep olma olasılığına karşı çok ciddi uyarılar yapılıyor. Batı medyası bu tehlikeye dikkat çekiyor ve gerekli önlemlerin alınması gerektiğini belirtiliyor. Ankara’nın böylesi bir riski alması oldukça zor, almaya kalktığı anda ise BMGK kararıyla sürece doğrudan müdahale edilir.
Sorun şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrin savaşını iç politikada önemli bir araç olarak kullanmak isteyebilir, hatta ciddi bir etki elde etmiş de olabilir ancak bu savaş bölgesel ilişkilerde Türkiye’nin askeri ve politik rolüne ciddiye alınabilir bir katkı yapmayacaktır. Tersine bu düzeyde bir savaş yürütmesine rağmen somut bir başarının elde edilmemesi yarın içteki politik desteğin tersten işlemesine yol açacaktır.
Bir haftada Afrin’de olacağız diyenlerin Mayıs’a kadar süre istemeleri esasen başarısız kaldıklarını gösteriyor. Türk ordu birliklerinin çok sayıda bölgeyi ele geçirmiş olmasının bir zafer olarak tanımlanması oldukça zordur. Afrin merkezi kontrol edilmediği takdirde bir başarıdan söz edilemez. Afrin şehir savaşı tahmin edilenden çok daha uzun sürecektir. Buradaki savaş ne Rakka’ya ne de Halep’e benzer. Afrin merkezine girilmesi hem oldukça zordur hem de bölgesel ve uluslararası dengeler buna izin vermez. Afrin’i çevreleme stratejisi de beklenilen sonucu vermeyecektir. ABD’nin baskısı, Rusya’nın yeni hamleleri orduyu eli boş döndürecek gibi görünüyor. Böylelikle büyük bir iddia ve hedefle başlatılan savaş, Afrin’de yıkım ve onlarca askerin yaşamını yitirmesi dışında bir sonuç vermeyecektir.
ABD’nin Ankara’yı Afrin’e sürüklemesi ince hesaplanan bir stratejinin küçük bir parçasıdır. Rusya’nın onay vererek Afrin’e yönlendirmesi de Suriye genelindeki hedeflerinin birçoğunu AKP iktidarı üzerinden gerçekleştirme planının bir başka yanıdır. ABD ve Rusya kendi planları için başarılı oldular denebilir. Psikolojik savaş medyasının ‘büyük’ zafer çığlıklarına rağmen, bölgedeki politik gelişmeler dikkatli ve objektif ele alındığında kazanan bir Ankara olmadığını görmek mümkün. Bahar ile birlikte PKK ile savaşın yeniden tırmanacağı ve İran-PKK ittifakının yeniden güncellendiği dikkate alındığında Ankara, Afrin savaşında kazananlar kulübünde yer almadığı görülecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.