“Savaşta ilk önce gerçekler ölür”, derler. Ancak gerçeklerin er geç gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu da vardır. Yeter ki ülkeyi ancak yalan ve şiddetle yönetebilen iktidar karşısında, gerçekleri ve haklı olanı savunmanın önemini yadsımayan bir muhalefet olsun
Türkiye toplumsal muhalefeti, “Afrin halkı bizi affetsin, bu koşullar altında onlar için bir şey yapma imkânımız yok, kendi işimize bakacağız” diyerek savaş gündeminden kurtulamaz. Çünkü Afrin affetse bile AKP affetmeyecek, bir yandan Türkiye’yi bir bütün olarak felakete sürüklerken, diktatörlük projesinin karşısına çıkan toplumsal muhalefet güçlerini savaşın içerdeki hedefleri arasına yerleştirmekten vazgeçmeyecektir
“Savaşta ilk önce gerçekler ölür”, derler. Ancak gerçeklerin er geç gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu da vardır. Yeter ki ülkeyi ancak yalan ve şiddetle yönetebilen iktidar karşısında, gerçekleri ve haklı olanı savunmanın önemini yadsımayan bir muhalefet olsun. Yalanın ve şiddetin iktidarı er geç yıkılacaktır.
Ne var ki AKP’nin asıl olarak Türkiye’yi teslim almak için başlattığı savaş karşısında ana muhalefet partisi dahil egemen siyaset sahnesinin bütün aktörleri “milli dava” yalanına sahip çıkarak iktidara teslim olmayı tercih ederken, toplumsal muhalefetin sesi de pek yüksek çıkmadı.
Savaşa karşı çıkanın iktidar ve kontrolündeki propaganda aygıtları tarafından hain ilan edilmesi, sokak protestolarının ilk günden itibaren sert biçimde engellenmesi, sosyal medya mesajlarının bile tutuklanma gerekçesi kabul edildiği baskı atmosferi, savaşa karşı etkili tutum beyan eden ya da sokağa çıkan HDP/HDK bileşenlerini, TTB’yi ve Halkevleri’ni hedef alan operasyonlar… Toplumsal muhalefetin üzerindeki ağır baskı yadsınamaz ancak hiçbir baskı savaş karşısındaki suskunluğu makulleştirmiyor. “Haksızlık karşısında sessiz kalmak” gibi salt etik bir sorundan bahsetmiyoruz; bu savaş karşısında tutum almak Türkiye halkının ve toplumsal muhalefetinin bizzat kendi varlığını savunmasının bir gereğidir.
Türkiye toplumsal muhalefeti, “Afrin halkı bizi affetsin, bu koşullar altında onlar için bir şey yapma imkânımız yok, kendi işimize bakacağız” diyerek savaş gündeminden kaçamaz. Çünkü Afrin affetse bile AKP affetmeyecek, bir yandan Türkiye’yi bir bütün olarak felakete sürüklerken, diktatörlük projesinin karşısına çıkan toplumsal muhalefet güçlerini savaşın içerdeki hedefleri arasına yerleştirmekten vazgeçmeyecektir.
50 günü aşkın süredir ülkeye hakim olan savaş ve baskı atmosferi altında, gözden kaçırılan gerçekleri bir kez daha hatırlayalım. Savaş, Türkiye’ye yönelik bir güvenlik tehdidini bertaraf etmek için değil, sağda güçlenen parçalanma eğilimi ve yükselen toplumsal hoşnutsuzluk karşısında ülkeyi yönetmekte zorlanan AKP iktidarının ülkeyi zapturapt altına almasına elverişli bir ortam yaratmak için başlatılmıştı.
Afrin sınırı savaş ilan edilene kadar Türkiye-Suriye sınırının en sorunsuz alanlarından biriydi. AKP iktidarının ve ulusalcı destekçilerinin bir tehdit olarak andığı ABD-YPG askeri işbirliğinin adresi Afrin değil Fırat’ın doğusundaki bölgelerdi. Afrin’e müdahale, her biri Türkiye ile farklı çıkar çatışmalarına sahip bölgesel ve uluslararası aktörlerin eline çok uzak olmayacak bir gelecekte Türkiye aleyhinde kullanabilecekleri kozlar veren, uluslararası hukuk açısından sorunlu bir hamleydi.
Kürt hareketinin yanı sıra toplumsal muhalefetin önemli bir bölümü bu savaşın AKP’nin kendi iktidar hesaplarına hizmet eden haksız bir savaş olduğunu vurgulayan bir tutum benimsedi. Öte yandan CHP yönetimi, “devletin bekasını savunan parti” özelliğini önde tutarak, kendi içindeki eleştirilere kulak tıkayıp savaşta AKP’ye tam destek verdi. Toplumsal muhalefetin kimi unsurları da savaşa karşı tutum beyan ederken aynı zamanda Kürtlerin Suriye’de ABD emperyalizmiyle girdiği askeri işbirliği gibi kusurlarına dikkat çekme gereği duydu.
Ancak savaşın ilk iki ayı bu bahaneyi de ortadan kaldırdı. ABD emperyalizmi Afrin’de Kürtlerin yanında durmadı. Kürtlerin Afrin’deki askeri ortağı da zaten ABD değil Rus emperyalizmi idi. Ancak Rusya da, pazarlıklarda istediğini alamayınca, TSK ve beraberindeki cihatçıların Kürtleri ezmesine yol verdi. Afrin’deki Kürtler, şu ya da bu emperyalist gücün desteği altında değil, büyük ölçüde kendi özgüçleri ile ve kısmen de Şam’a bağlı Arap milislerin desteğini alarak direniyor.
TSK ve cihatçılara karşı aktif bir müdahalede bulunması Rusya tarafından engellense de Suriye yönetimi, Afrin’deki Türkiye varlığını işgal olarak, Kürtlerin direnişini de “meşru direniş” olarak kabul ettiğini açıkladı.
Bu savaşla hem bir komşu devletin egemenlik hakları hem de Türkiye sınırlarını IŞİD’den temizlemiş bir halkın özgürlük mücadelesi yok sayılıyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Afrin’i de kapsayan ateşkes ilanının ardından Türkiye bu kez uluslararası güçlerin gözünde ateşkes ihlal eden bir güç konumuna sürüklendi.
Yani Türkiye Afrin’de Rusya’nın fiilen yol vermesi sayesinde ilerliyor ama bu operasyonun uluslararası meşruiyeti yok. Afrin kent merkezine girmeden önce yayımladıkları propaganda videolarında laik Kürtleri kafalarını kesmekle tehdit eden cihatçıların siyasi sorumluluğu Türkiye’de.
Ortadoğu’da paylaşım mücadelesine girişen ABD ve Rusya emperyalizmlerinin bölgedeki Arap ve Kürt halklarını ezerek kendine mahkum etme politikasına hizmet eder hale getirilen Türkiye’nin yarın savaş suçları ile, uluslararası terörizmi destek ile, uluslararası hukuku ihlal ile suçlanmamasının garantisi yok. AKP, kendi iktidarını sağlama alabileceği bir politik atmosfer yaratabilmek için Suriye keşmekeşinde fırsattan istifade Kürtleri ezmenin keyfini sürerken, uluslararası güçlerin eline de Türkiye aleyhine kullanabilecekleri kozları peşin peşin sıralıyor.
Bu savaşa destek olmanın faşizmden, şovenizmden ve kişiliksizleştirici bir siyasi korkudan başka açıklaması yok artık. Bu savaşa karşı çıkmak ise hem Türkiye’ye sahip çıkmanın, hem bu halkı bir arada tutan değerleri savunmanın, hem enternasyonalizmin, hem anti-emperyalizmin, hem laikliğin gereği…
Gün savaştan beslenen faşist bir iktidarın olabilir ama gelecek, eğer var olacaksa, ancak AKP’nin savaşına karşı barışı, kardeşliği, laikliği ve demokrasiyi savunanların olabilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.