“Beyaz Çarşamba”nın özgünlüğüne saygı, ama yakıcı sorunlar için her mücadelenin kendi özgün söylemi ve sembolüne evet! Tıpkı Mısırlı kadınların “tacizi kadınlar durduracak” taleplerindeki özgünlük ve umut gibi
“Beyaz Çarşamba”nın özgünlüğüne saygı, ama yakıcı sorunlar için her mücadelenin kendi özgün söylemi ve sembolüne evet! Tıpkı Mısırlı kadınların “tacizi kadınlar durduracak” taleplerindeki özgünlük ve umut gibi
Beyaz Çarşamba eylemlerini, Amerika’da yaşayan gazeteci “aktivist” Masih Alinejad başlattı. Haziran 2017’de “Benim Saklı Özgürlüğüm” (My Stealthy Freedom) hareketini sosyal medya üzerinden başlatan Alinejad, İranlı kadınlara her çarşamba günü beyaz örtü takmaları çağrısı yaptı. Kampanya giderek örtüyü çıkarıp sallama eylemine dönüştü. Ama yaklaşık olarak 7 ay boyunca bu eylemlerin hiç kimse farkında değil. Çünkü medya ilgi göstermedi.
Ne zaman ki İran’da isyan başladı (Aralık 2017), o zaman sokaktaki halkın taleplerine odaklanmaktan çok, önceki bir “Beyaz Çarşamba” eylemi fotoğrafını kullanan CNN, bu eylemleri dünya kamuoyunun dikkatine sundu. O günden bu yana kamuoyunun “Beyaz Çarşamba” eylemlerinden haberi var, ilgisi yoğun… Ancak ilginin İranlı kadınlara ne şekilde yansıdığına baktığımızda şunu görüyoruz: “Beyaz Çarşamba”, İran iç siyasetindeki “muhafazakâr-reformcu” çekişmesinin sembolüdür. Şimdiki Ruhani liderliğindeki liberal reformcuların zorunlu hicabı kaldırmak istedikleri, hükümetteki muhafazakâr kanadın da bunu engellediği konuşulur hale geldi. Yani şu anda İran iç siyasetindeki iki kanadın çekişmesine malzeme edilen bir hareket oldu.
Fakat dünya medyasında şu an için öne çıkarılan İranlı kadınların “Beyaz Çarşamba” eylemleri, mevcut reformcu liberaller ile muhalefetteki muhafazakârlar arasındaki çekişmenin bir sembolü haline gelse de, İranlı kadınların “Zorunlu hicaba hayır” refleksi, medyanın gücüyle dünya kadınlarının da gündemindedir. Oysa yaşam, her ülkede rejimlerden kaynaklı uygulamalar karşısında kadınların taleplerinin farklı olduğunu bize gösteriyor.
Her ülkede kadınlar kendi özgün taleplerini simgeleştirir. Ama hicabı dayatan rejimler ya da serbest bırakan sistemler olsun, dünyanın bütün toplumlarında ortak olan tek şey, cinsel istismarın dehşet verici boyutlarda olmasıdır.
Fakat İran için “Beyaz Çarşamba” eylemlerinin simgeleştiği bu dönemden çok önce, 2015’te Mısırlı kadınların “tacizi kadınlar bitirecek” diyerek sokağa çıktıklarını kimse duymadı. Ve kadın-erkek demeden toplumun bütün kesimleriyle #HeForShe adı altında başlattıkları ortak kampanyaları da kimse bilmedi.[1]
Cinsel tacize karşı sokaklarda olan Mısırlı kadınların başlattıkları bu kampanya, aslında dünyanın bütün toplumlarını ilgilendirmektedir ve talebin kendisi o yüzden evrenseldir. Ama görünür olamadı. Çünkü dünya medyası manipüle etmeyi tercih etti. Ne zaman ki Hollywood skandalı patlak verdi, o zaman gözler Mısırlı kadınların kampanyasına döndü yeniden.
Son yıllarda cinsel taciz ve saldırılardaki artış nedeniyle, “güç sahibi olan erkeklik” üzerine dikkatler çekildi. Taciz her toplumda var olan bir olgu, ama bunun medya için bir olay haline gelmesinin nedeni, tacizin merkezinde bir Hollywood ünlüsünün olmasıdır. Amerika’dan Harvey Weinstein’a karşı patlayan tepkiler, medyanın görmezden gelemediği bir “olay” oldu. Çünkü Harvey Weinstein’ın yanı sıra Hollywood’ın onlarca ünlüsünün ismi cinsel istismar ile anılmaya başlandı. Bunun üzerine Hollywood oyuncusu Alyssa Milano Twitter hesabından kadınlara seslenerek, “Eğer cinsel istismara uğradıysanız #MeToo yazın” çağrısında bulundu. Kampanyaya “Ben de” diyen çok sayıda kadın dahil oldu.
Bu esnada dikkatleri İran’daki “Beyaz Çarşamba” eylemlerine çeken dev medya kuruluşları sayesinde Mısırlı kadınların “tacizi kadınlar bitirecek” mesajları gibi bu da gölgede kaldı sayılır.
Yaşamın her alanında olduğu gibi çalışma yaşamında da cinsel saldırının yoğunluğu, özellikle düşük ücretle ve güvencesiz çalıştırılan kadınların hedefte olduğu bir gerçektir. Düşük ücretle çalıştırma, ayırımcılık ve cinsel istismarın esas kaynağı güvencesiz çalıştırmadır. “Zaman Doldu” (#TimesUp!) hareketi, Bu hareket sadece ünlü hikayelerden değil aynı zamanda bir organizasyonu olan Alianza Nacional de Campesina’daki kadın tarım işçilerinin Kasım 2017’de “Ben De” kampanyasına gönderdikleri dayanışma mektubundan esinlenerek başlatıldı. Her yerde ve her alanda kadına yönelik cinsel taciz karşısında dünya kadınların “birleşin” çağrısıdır bu.
Mısırlı kadınların “Tacizi kadınlar bitirecek” eylemleri günlerce sürdü. Ama bunu kimse bilmiyor. Neden? Çünkü dünya medyası sadece İran’daki talebi “öne çıkarılacak değerde” gördü, onun dışındaki her kadın kampanyasını perdeledi. Zira onlara göre “Beyaz Çarşamba” “özgür bırak” anlamına geldiği için daha “masumdur”, yani neoliberal kapitalist sisteme zarar vermez! Diğer yandan İran’la simgeleşen bir protesto olduğu için de ayrıca desteklenmelidir! Ama tacizin teşhir edilmesi ve istismara karşı kadın mücadelesinin simgeleşmesi, sadece İran’da değil, genel olarak bütün toplumlarda erkek egemen kapitalist sistemin çürümüşlüğünü ifşa ediyor. Elbette bu sisteme güzellemeler yapmakla görevli CNN, BBC gibi medya devleri, kadınların bu acil taleplerini görünür kılmaz, ama İran merkezli “özgür bırak” talebini bütün dünyanın gözüne sokarlar…
İranlı kadınların “örtünmek istiyorsam, bu benim tercihim, zorla hicap istemiyorum” talebi oldukça haklı ve sonuna kadar desteklenecek bir taleptir. Lakin “hicabı özgür bırak” teması, kadın mücadelesi için evrenselleştirilebilecek bir simge olabilir mi? Ben olmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Sebeplerine gelince;
Birincisi, İran’daki bu “özgür bırak” kampanyasını destekleyen dev medya kuruluşlarını fonlayan ülke ve STK’lar, Suriye’de şeriatı egemen kılmak için kan döken cihatçı örgütleri de fonlamaktadırlar. Bu cihatçı örgütlerin Suriye’de kontrol altına aldıkları bölgenin kadınlarına zorla örtünmeyi dayattıklarını bilmiyor değiller. Elbette ki, Rakka’da, İdlip’te, Musul’da, Sincar’da vd. cihatçı hakimiyetinin olduğu her yerde kadınlara her türlü vahşetin uygulandığını da biliyorlar. Bu savaş medyası ve sahiplerinin bu cihatçı vahşete karşı ne “dur” ne de “özgür bırak” diyecek kadar kadın hakları savunucu olmadıklarını biz biliyoruz, sadece sistemin varlığını sürdürebileceği kanalları açma görevini yürüttüklerini bildiğimiz gibi…
Örneğin bu günlerde halkları katleden savaş projelerinin finansörleri de “beyaz tülbent” eylemleri örgütlüyorlar. Cihatçı gönderen ülkelerden, sembolik sayıda kadınları Türkiye’ye çağırdılar. Bu kadınlar “vicdan konvoyu” yaparak, 8 Mart’ta Hatay’da (Suriye sınırında) beyaz tülbent sallayacaklar. Niye? Suriye hükümetinin tutukladığı kadınlar için ses çıkaracaklarmış. Arkasında durdukları cihatçıların ne kadınları örtünmeye zorlamalarına, ne Alevi kadınların kafeslere doldurularak çarşıda dolaştırılıp “köle pazarına” gönderilmekle tehdit edilmelerine, ne de Ezidi kadınların köle pazarlarında satılmalarına ses çıkardılar. Aksine kadınlara karşı bu vahşeti uygulayan cihatçıların arkasında durdular, onlar gibi Suriye’ye müdahale çağrıları yaptılar, hala da yapıyorlar. Daha çok kadının kıyıma uğraması anlamına gelen savaş çığırtkanlığı yapan bu “vicdan konvoycu” kadınlar, sözde İranlı kadının beyaz bayrağına sahip çıkıyor, savaş için beyaz tülbentlerini sallıyorlar. Bu çelişkilerin görünmezliğine sebep olan şey, elbette ki medyanın sihirli gücüdür.
İran merkezli “hicabı özgür bırak” temasının, kadın mücadelesi için evrenselleştirilebilecek bir simge olamayacağına dair ikinci sebep de şudur:
Dünyanın her yerinde bugünlerde kadınlar için en yakıcı sorunların birinci sırasında taciz yer alıyor. Bu sadece bugünün sorunu değil elbette. Ama bugünlerde birinci sorun olarak görünmesini sağlayan şey kadın mücadelesidir. Diyebiliriz ki, toplumsal dinamikler içinde en fazla gelişme gösteren kadın hareketleri sayesinde bu sorun gün ışığına çıkmıştır. Taciz sorunu her yerdedir. Gelişmiş kapitalist sistemlerde de en yakıcı meseledir, Hollywood skandalında görüldüğü gibi… Hal böyleyken, dinsel gericilik baskısı altındaki toplumlarda bu sorunun yakıcılığının devasa boyutlarda olduğunu tahmin etmek zor değildir. Afrika’dan Arap yarımadasına kadar, radikal İslam’ın varlık gösterdiği toplumlarda taciz, tecavüz, istismar “kronik hal almışken, özellikle selefi İslam’ın egemen kılınmak istendiği Türkiye’de kadın mücadelesinin birinci sıradaki önceliği haline gelmiştir. Şimdi sorun şudur: “Beyaz Çarşamba”nın “özgür bırak” söylemi, kadın düşmanı gerici dayatmalara, tacizlere karşı mücadelenin simgesi olabilir mi? “Özgür bırak” mı demeliyiz, “tacizi durduracağız” mı demeliyiz? Doğru tercih, doğru söylem gerektirir. Gerçek sorunların üstünü örten ve kadınlara tercih dayatan medyanın algı yönetimine teslim olmadan… Zira beyaz renk, özgürlüğü çağrıştırır ancak tacize ve tecavüze karşı eylemin rengi ne beyaz ne de çarşamba olur. Olsa olsa “Kara Cuma” olur.
“Beyaz Çarşamba”nın özgünlüğüne saygı, ama yakıcı sorunlar için her mücadelenin kendi özgün söylemi ve sembolüne evet! Tıpkı Mısırlı kadınların “tacizi kadınlar durduracak” taleplerindeki özgünlük ve umut gibi.
Tacizi kadınlar durduracak. Savaşı da, gericiliği de… Zaman doldu!
[1] #HeForShe BM tarafından başlatılan kadınların ilerletilmesi için bir dayanışma kampanyasıdır. Amacı, toplumsal cinsiyet eşitliğinin herkesi etkileyen bir konu olduğunu duyurmak ve erkekleri de bu konuda cesaretlendirmektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.