Savaşlar biter bir gün ama travmalar öyle değil. Şehirleri bir kaç senede inşa edersiniz de sağ kalsa da ruhu ağır yaralanmış insanları iyileştirmek kaç nesil sürer?
Savaşlar biter bir gün ama travmalar öyle değil. Şehirleri birkaç senede inşa edersiniz de, sağ kalsa da ruhu ağır yaralanmış insanları iyileştirmek kaç nesil sürer?
Çocuk istismarına en ağır ceza verileceği bizzat AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından söylendi. Daha öncesinde Abdülhamit’in idam edildiğinin söylenmesi, Mehmet Barlas’la röportajda 6-7 Eylül saldırıları döneminde iktidarda CHP olduğunun zannedilmesi gibi çocuk istismarının da sadece cinsel olduğu zannedilmesinin zannı yaşatıldı bize. Dini olarak dahi aklı başında olmak için 7 yaş sınır çizilirken kaç yaşında olduğunu bilmediğimiz bir kız çocuğu kürsüye çıkarılıp “Şehit olursa inşallah bayrağı da örtecekler. Di mi? Hadi” diyerek onun nezdinde tüm çocuklara ölüm kutsanarak vadedildi. Bir ülkeye gelecek olarak ne vadedilmektedir? Çocuklarını kaybetmiş anne babalar yaşar sanıyorsanız yanılıyorsunuz? Yarın bir gün değişecek politikalarla ölümümüzün de değişeceğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
Ancak sorun iktidar kadar her hali alkışlayan muhalefette değil mi biraz da? Gerçekten de daha birkaç gün önce Mahir Kılıç’ı, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden atılmasına karşılık açlık grevinin 105. gününde ölüm orucuna başlamayı düşündürecek kadar büyük bir kötülüğü yaşıyoruz. Açlık grevindeki 6 onurlu insanı ziyaret eden, meseleyi çözmeye çalışan tek bir muhalif vekil de yok. Muhalefetin görmediğini iktidar niye görsün? Peki ya biz, bu durumda AKP’yi gördüğümüz gibi CHP’yi de görmeyecek miyiz? ‘Tam destek’ , ‘Anayasaya aykırı ama evet’ politikalarını sadece ‘Afrin’le sınırlı olduğunu mu zannediyoruz? “Madem AKP’nin her kararını destekliyoruz CHP’de ne işimiz var” demez mi insanlar bir süre sonra? Kırşehir, Boztepe’de olduğu gibi “Sadece 3-5 kişi CHP’den AKP’ye geçti, ne var canım bunda!” diyebileceğiniz bir şey değil bu. Siyasette bu tür hareketler az ya da çok bir aklı temsil eder çünkü. Böyle devam ederse o 3-5 kişinin nasıl yüz binlerce kişi olduğunu görürsünüz. Numan Kurtulmuş bir başına geçerken AKP’ye, Has Parti mi kaldı geride mesela?
Zaten AKP de bu dönem herkesi (elbette HDP hariç) ittifaka çağırmıyor mu? Ama söylemeliyim, burada ilginç bir şey var. İktidar açısından dün “Tek başına iktidar” diyor ve bunu propaganda ediyorken bugün “Sensiz yapamıyorum”a giden bu yolda zannedildiği gibi ittifaklar büyüme sağlamayabilir. Çünkü siz bir şey yaptığınızda, mesela CHP’den ittifaka katılan da olur, iktidarın içinden kopan da olur. Yöneticileri değil, halkı kastediyorum elbette. Yoksa sokaklarda gördüğüm her partiden mutsuz olan bu insanları nasıl izah edebilirim. Herkesi mutsuz kılan bir iktidar ve muhalefet var. Siz bir şey yaptığınızda, bir şeye maruz kalanlar da bugün değilse yarın mutlaka bir şey yapar. Ne kadar güçlü olursanız olun hayat tek taraflı ilerlemez. Su taşı, taş da suyu biçimlendirir. Ve biz nereden çıktı bu yosun diyemeyiz. Hele hele insan ilişkilerinde bu süreçler daha çarpıcı ve sarsıcı olur.
Fakat benim en büyük korkum burada iktidardan ziyade muhalefet; hâlâ durumu idrak etmemekte ısrar eden muhalefet… Güçlünün gücünü sürdürmek için ittifak çağrılarına rağmen, kendi zayıflığını görmeyip, kendini aslan gören kedi narsizmindeki muhalefetten korkum. Güçlü olan, kendine yakın herkesle bir araya gelip görüşürken o hâlâ bırak görüşmeyi, HDP bile diyemiyor. Eşitlik ve özgürlük tarafına yol almadıkça da ufak ufak iktidara doğru yol alıyor. Ve bu düşünmeme hali öyle bir hal alıyor ki “en akıllı” muhalifler bile şöyle söylüyor; kendi çocuklarını gönder savaşa…
Çok çarpıcı gözüken bu cümle aslında bizi ve tüm çocukları çarpıyor.
Çocuk istismarına karşı çıkarken, ortalıkta 1930’lardan çocuk hakları eylemi fotoğrafları paylaşılırken, çocuklara ne yapmış, ne demiş oluyoruz?
İktidarın çocukları eşyalaştırmasına karşı muhalefet de tersinden eşyalaştırmış olmuyor mu?
Çocuklar anne babalarının inanışlarına, fikrine itaat etselerdi yaşam, tarih ilk başladığı günde olduğu gibi kalırdı. Ne yeni bir din ne yeni bir ideoloji olabilirdi. Hepimiz iyi biliyoruz ki, çocukların ilk varoluş mücadeleleri ailelerine karşı başlar. Nedir o halde çocuklarını eşya gören bu anlayışın iktidar kadar muhalefete de sinmiş hali? İktidar kadar muhalefet de yaşamı durağan zannediyor.
Korkarım AKP gitse bir başka AKP gelecek. Umutsuzluğum bazen bundandır…
Çocukların sorunu; kimlerin kendilerini nesneleştirme hakkı olduğu mu? Tüm mücadele “Beni sen nesneleştiremezsin ama sen nesneleştirebilirsin” mi?
’80 darbesi sonrasında Ziya Ül-Hak, Türkiye’ye gelip gelip durur, Kenan Evren de Pakistan’a gidip gidip dururdu. İki darbecinin ittifakıydı bu. Uçağa binemeyen yoksul halkın yoksul çocukları olarak havaalanına uçağa binmek için değil darbecileri selamlamak için zorla dizilmiştik bir gün. Havaalanı yolu karlı ve soğuktu. Hızla geçip giden arabasından bir anlığına bize el sallayacak olan ve yüzünü asla göremeyeceğimiz bir adamın karlı bir günde içini ısıtmak için zorla dizilmiştik yol kenarına işte. İki saat beklediğimi hatırlıyorum. Kösele ayakkabım kar suyunu çektikçe donan ayaklarımdaki su çorabımın etrafını sararken ayakkabımda asla geçmeyecek izler bırakıyordu. O sene bahar da ayakkabımdaki o izlerle geldi. Çocuklar o zaman da istismar edilir ve değersiz oldukları tam da böyle anlatılırdı. Kenan Evren sevmez miydi çocukları kamera karşısında poz verirken? Ama pozdu onlar işte. İki darbeciye çocuklar selam durdurulurken tam o esnalarda insanlar asılır, işkencelerde kaybedilirdi. Dünyaya “Çocuklar mutlu işte görmüyor musunuz? Bu karda kışta bile Kenan Evren’i, Ziya Ül- Hak’ı bekliyorlar” denirdi. Tam o anda bize mikrofon uzatılsa tembihlenmiş olandan gayrı ne diyebilirdik? Desek okulda öğretmen ne derdi? Sınıfta bırakılsak anne babamız ne derdi? Kar bizi üşütürken, Kenan Evren ısıtıyordu resmi ideoloji ve propagandaya göre. Eminim o gün orada olan birileri daha hatırlar bu yazdıklarımı hangi ideolojiden, partiden olursa olsun. Şimdi bahsettiğim kuşak 50’li yaşlarında. Sözünü söyleyebilecek yetkinlikte. Kendimizden biliyoruz ne hissettiğini çocukların değil mi sevgili akranlarım? Ama bilmek başka söylemek başka değil mi sevgili akranlarım?
Biz erdemi arayan, onuru arayan kuşak; erdemin güçlülere karşı olan bir değer olduğunu bilmiyor muyuz?
Savaşlar biter bir gün ama travmalar öyle değil. Şehirleri birkaç senede inşa edersiniz de, sağ kalsa da ruhu ağır yaralanmış insanları iyileştirmek kaç nesil sürer? O da ancak normal koşullarda olabilir. Türkiye’de, Ortadoğu’da hiç normal koşul olmadığı için o da mümkün değil şimdilik. Çocuk istismarının en çarpıcı sonuçlarından birinin intihar eğilimi olduğu söyleniyor. İşte bu ülkelerde üretimi değil, ölümü değil yaşatabilmeyi dert etmelisiniz önce. “İyi de niye yaşayayım?” sorusuna cevap bulmak sadece siz değil, toplumsal atmosferle de alakalı.
Kenan Evren de yok bugün Ziya Ül-Hak da ama bir iz bıraktılar tam da istedikleri gibi. Kaç nesil daha yaşarız bu politikalarla bilmiyorum. Kendi ölümümle dalga geçebilirim ama başkasının, hele de çocukların ölümüyle asla…
Nazım’ı kürsülerden herkes okur ama herkes idrak etmez. Ne şiirmiş ama değil mi? “Teyze amca bir imza ver, çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler…”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.