HDP, bu zorlu şartlarda yapacağı kongre ile, politik sürece daha aktif müdahale edebilecek, demokrasi mücadelesini çok daha fazla güncelleştirecek, savaşa karşı barışı savunacak, örgütsel dinamizmi yükseltecek bir rol üstlenmelidir
HDP, bu zorlu şartlarda yapacağı kongre ile, politik sürece daha aktif müdahale edebilecek, demokrasi mücadelesini çok daha fazla güncelleştirecek, savaşa karşı barışı savunacak, örgütsel dinamizmi yükseltecek bir rol üstlenmelidir
Türkiye’nin sistem içi politik gerçekliği dikkate alındığında HDP, ana muhalefet partisi rolünü üstlenmiş durumdadır. Parlamentoda bulunan AKP-MHP, artık tek bir parti gibi hareket ediyor. Dahası AKP, ideolojik-politik olarak MHP’lileşti. MHP de örgütsel olarak fiilen AKP’lileşti. Önümüzdeki aylarda doğrudan tek bir parti gibi hareket edeceklerdir. CHP ise halen kendisini devlet kuran parti olarak görmekte, sistemin geleceğini ilgilendiren stratejik konularda devlet reflekslerine göre karar vermekte ve AKP-MHP ittifakının yedek gücü olarak hareket etmektedir. Devlet adına alınan bütün kararlarda bu üç parti tek parti gibi davranıyor. Bu nedenle devletin yanlış politikalarına karşı tutum alan, eleştiren, politik refleks gösteren parti HDP’dir. Bu nedenle HDP’yi sistem içi mücadelede ana muhalefet partisi olarak tanımlamak yanlış olmaz.
HDP, Türkiye’nin iç politik dinamikleri bakımından önemli bir rol üstlendi. 7 Haziran 2015 seçimlerinde almış olduğu başarı, sistemin politik dengesini bütünüyle bozdu. Demokratik muhalefetin ciddi bir potansiyel taşıdığı, sisteme muhalif güçlerin yok olmadığını ortaya koyduğu gibi gelecekte toplumsal muhalefetin çok daha ciddi bir düzeyde örgütlenebileceğini gösterdi. HDP’nin almış olduğu başarı, demokratik güçlerde ciddi bir motivasyon yarattı, sistem güçlerinde ise tersine bir telaşa yol açtı.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 7 Haziran seçim gecesi yeniden seçim çağrısı yapmasının dördüncü parti olmasıyla ilgisi bulunmuyor. Doğrudan devletin tepkisini ortaya koydu. Erdoğan da bu süreci derinleştirdi ve çok farklı bir politik atmosfer içerisinde 1 Kasım seçimi gerçekleştirildi. 1 Kasım seçiminin tek bir hedefi vardı: HDP’yi yeniden baraj altında bırakmak ve böylelikle politik olarak etkisizleştirmekti. Bu süreç içerisinde HDP ciddi hatalar işlemesine rağmen devletin bu planı başarılı olmadı. HDP, nispi bir oy kaybıyla yeniden parlamentoya girdi, ana muhalefet rolünü devam ettirdi.
Devlet, HDP’nin politik arenada tasfiye edilmesi için bütün gücünü kesintisizce kullanıyor. Eş başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları dahil olmak üzere beş binin üzerinde aktif çalışanı cezaevinde olmasına rağmen Türkiye’nin iç politik ilişkilerini sarsabilecek ciddi bir toplumsal tabana sahip bulunuyor. Bugün devletin bütün olanaklarını kullanan AKP dahil olmak üzere, sistem partilerine yönelik küçük çaplı bir operasyon dahi, bunların tamamını işlevsizleştirir, politik misyonunu kısa sürede tamamlayan partiler haline gelirler.
Peki, devletin bütün saldırılarına rağmen HDP’nin politik ve toplumsal direngenliğini koruması nereden geliyor? Birincisi, HDP’ye oy veren kitlenin ezici bir çoğunluğunun politik refleksi güçlü ve bilinçli bir tercih yaparak HDP’yi destekliyor. İkincisi, doğrudan toplumun alt dinamiklerinden besleniyor ve onlarla önemli psikolojik-sosyolojik bir bağ kuruyor. HDP’ye oy verenlerin önceliği, sistemin saldırıları karşısında direnmeyi esas alan bir güç olarak ön plana çıkıyor. Üçüncüsü, HDP’nin yerel yöneticilerinin çok önemli bir kesimi hiçbir kişisel çıkar ve amaçları olmayan, toplumun alt kesimlerinden oluşuyor.
Devlet, HDP’nin özellikle toplumun alt katmanlarıyla olan organik ve ruhsal bağını kesmeye çalışıyor. Kitlesel dinamiklerinden koparılmaya başlanıldığında tasfiyesinin kolay olacağı hesaplanıyor. Öncelikli olarak toplum üzerinde manevi ve politik etkisi olan kadroları etkisiz kılmayı hedefliyor. Bu politikayı üçlü bir plan dahilinde uygulamaya çalışıyor. Birincisi, HDP’nin eş başkanlarını, milletvekillerini, belediye başkanlarını tutuklayarak, merkezi örgütsel yapısını dağıtmak. İkincisi, toplumun alt dinamikleriyle iç içe olan yerel yöneticileri işlevsiz kılmak. Üçüncüsü de HDP’yi destekleyen kitleyi psikolojik olarak etki altına almak, partiyle olan ruhsal bağlarını kırarak içe kapanmasını sağlamak. Bütün bunları uygulamadaki amaç HDP’yi örgütsel olarak krize sokmak, halkın gündelik sorunlarıyla uğraşan bir parti olmaktan çıkartmak ve kendi iç sorunlarıyla boğuşturmaktır.
Devletin çok yönlü saldırılarına karşı direnen HDP’de iç sorunlar da oluşmaya başladı. Özellikle genel merkezden başlamak üzere yerellere doğru yayılan bir örgütsel dağınıklıktan bahsetmek mümkün. Demirtaş’ın “yeniden eş başkanlığa adaylığa aday olmayacağını” açıkladıktan sonra medya üzerinde yapılan eleştiriler, HDP’de kimlerin yönetici olacağına dair uç noktalarda yapılan tartışmalar iç krizin boyutu bakımından bize bir fikir veriyor.
Bu kongre, devletin politik-psikolojik baskısının çok yoğun olarak arttığı, savaş kararların uygulandığı farklı bir atmosferde yapılıyor. Devletin varlık-yokluk meselesi olarak gördüğü Afrin’e yönelik yapılan operasyona karşı aktif tutum alan HDP’nin, yapacağı kongreden sonra da çok daha ciddi bir saldırıyla karşı karşıya kalma olasılığı yüksektir. Önümüzdeki süreçte HDP’nin parlamentodan bütünüyle dışlanması, bugünkünden çok daha kapsamlı tutuklanma operasyonlarının devam etmesi ve hatta Anayasa Mahkemesi kararıyla 2019’da yapılması planlanan yerel ve genel seçimlere sokulmaması veya kapatılmasının gündeme getirilmesi sürpriz sayılmamalıdır.
HDP, bu zorlu şartlarda yapacağı kongre ile, politik sürece daha aktif müdahale edebilecek, demokrasi mücadelesini çok daha fazla güncelleştirecek, savaşa karşı barışı savunacak, örgütsel dinamizmi yükseltecek bir rol üstlenmelidir.
Birincisi, Demirtaş’ın tutuklanmasıyla HDP’nin yönetim mekanizmasında başta kolektif liderliğin işlememesi başta olmak üzere ciddi sorunların olduğu görüldü. Demirtaş’ın liderlik yeteneğinin HDP’yi sürüklediği çok daha net olarak ortaya çıktı.
İkincisi, HDP’nin merkezinde kolektif bir çalışmanın olmaması nedeniyle merkezden yerellere doğru bürokratik, dağınık, kendiliğindenci çalışma tarzına hakim olduğuna dair çok sayıda veri var.
Üçüncüsü, HDP milletvekillerinin önemli bir kısmının bürokratikleşmiş, toplumsal dinamikler içerisinde yer almayan, arada toplantılara gelip birkaç dakika konuşmakla kendisini sınırlayan, toplumun alt katmanlarıyla ilişkileri oldukça sınırlı, ağırlıklı olarak Ankara ve İstanbul, dahası batı ile kendisini sınırlayan bir sorumluluk içinde oldukları görülüyor. Halkın, çok özgün politik gelişmelerin olduğu koşullarda kendi yanında hissettiği, güvendiği, onlarla yan yana olduğunu gördüğü milletvekillerine ihtiyaç var. Devletin en önemli bürokratik mantığı olan makam arabası meraklı vekillerin toplumun ruhunu yakalamasının oldukça zor olduğu ve halk tarafından tepkiyle karşılandığı bilinmelidir.
Dördüncüsü, özellikle Parti Meclisi ve Merkez Yürütme Kurulu üyelerinin “seçkin” elitlerden çok sokağı bilen, örgütleyebilen, halkın yaşamı içinde yer alan, toplumsal dinamikleri harekete geçirmede rol alabilecek kişilerden oluşması gerekir. Ayrıca bileşenlerin kontenjanları olarak ifade edilen “ayrıcalıklı” aday seçimi terk edilmeli, herkesin bir birey olarak aday olması sağlanmalıdır.
Beşincisi, Türkiye için İstanbul son derece önemlidir. “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” ilkesi HDP için de geçerlidir. Bu bakımdan İstanbul’da güçlü kadroların bulunması gerekli ve doğaldır. Ancak HDP gibi bir partinin, oy oranının yüzde 70’ini kendi doğal tabanının yüksek olduğu yerlerde aldığı dikkate alındığında, Parti Meclisi seçimlerinde bu durum mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu nedenle Parti Meclisi seçimlerinde İstanbul ayrıcalıklı olmaktan çıkarılmalı, oy potansiyellerine göre bir denge kurulmalıdır. İstanbul’dan oturup ayda birkaç günlüğüne başka illere gidip partiyi yönetmenin bir etkisi, katkısı olmayacağı bilinerek hareket edilmelidir.
Altıncısı, HDP’nin gündemi belirlemede, güncel politika üretmede zayıf kaldığı, merkezde bu işi birkaç kişinin sırtına yüklendiği yapılan değerlendirmelerde görmek mümkün. HDP, politika ve strateji örgütleme merkezi kurmalı, politik sürece doğrudan müdahale eden, politikalar geliştiren, toplumla bütünleştiren politikaların üretilerek, toplumsal dinamikleri canlı tutan politikaları üretecek araçlar ve kurumlar yaratmalıdır.
Yedincisi, HDP’nin politikalarını oluşturmada ve örgütsel yapısını geliştirmede en önemli faktörlerden biri güçlü danışmanlar grubunun oluşturulması gerekirken, tersine danışmanların oldukça zayıf olduğu, milletvekillerinin sekreterleri gibi bir rol üstlendikleri, hatta danışmanların birçoğunun milletvekillerin akrabalarından oluştuğu sıklıkla dile getirilmektedir. Para talebinde bulunmayan kendi alanlarında yetkin “gönüllü” danışmanlar grubu kurulması oldukça yararlı olacaktır.
Sekizincisi, partinin bürokratik çalışma tarzından kurtarılması kadar önemli faktörlerden biri de, merkezden yerele kadar parti yönetimlerinin toplumun farklı sosyal katmanlarının ve kurumlarının içerisinde yer aldığı kalıcı yapıların oluşturulması gerekir. Merkezden ve illerden oluşturulan parti yönetimlerinin kısa bir süre sonra etkisiz kalmaları, hatta kendi içinde birbirine yabancılaşan kurumlar haline gelmelerinin temel nedeni, parti yönetimlerinin hızla bürokratikleşmesidir. Merkez, il, ilçe yönetiminde yer almak, orada iktidar gücü haline getirmemeli; tam tersine farklı sosyal grupları, toplumsal dinamikleri kapsayan ve yetkili olan “meclislerin” oluşturulması ve karar mekanizmaları biçiminde örgütlendirilmesi gerekir.
Dokuzuncusu, HDP’nin sahip olduğu 98 belediye vardı. Bunların ezici bir çoğunluğunda halk tarafından seçilen temsilciler devlet tarafından tutuklandı, fiilen gasp edilen belediyelere kayyum atandı. Bu bakımdan belediye başkanları, seçmenler tarafından halen başkan olarak görülmektedirler. Ancak yaklaşık 20 yıllık belediye deneyimleri içerisinde toplumsal dinamikleri kucaklayan, demokratik özerklik modelini ortaya koyan, uygulayan, halk meclislerini oluşturan tek bir belediye modeli oluşturulmadı. Mevcut sistem belediyeleriyle aralarına niteliksel bir fark koşup, somut, denetlenebilir uygulamalarıyla kabul edilebilir bir belediyecilik anlayışı örneğin ortaya konulamadı. Bu kongrede, yeni bir belediyecilik anlayışının benimsenmesi ve ona göre hazırlık yapılması gerekir.
Demirtaş’ın yapmış olduğu açıklamayla HDP’de ciddi bir liderlik krizinin varlığı ortaya çıktı. Demirtaş’ın haksız yere, bütünüyle devletin politik yönelimleri ve tercihleriyle tutuklandığı bir gerçek. Bu durum Demirtaş’ın liderlik pozisyonunu zayıflatmadı tersine güçlendirdi. HDP’nin açıklamalarında belirtilen “Eş başkanlarımız esir” değerlendirmesi doğrudur.
Ayrı şekilde HDP, esasen kolektif liderlik ve çalışma tarzına dayanan bir partidir. Bireylerin üstlendiği görevler son derece önemli ama aynı zamanda örgütsel yapısı ve politika yapma tarzı kolektif kurumlar üzerinde yürüyor. Gündelik politika yapan, il, ilçe ve başka kurumsal yapıları bulunan bir partide eş başkanların dışarıda olması zorunlu ve gereklidir. Demirtaş, liderlik vasıflarıyla kendisini toplumun bütün kesimlerine kabul ettirdi. Etki alanı beklenilenden daha güçlü olduğu ortaya çıktı. Ama Demirtaş’a adeta HDP’nin “stratejik” önderliği gibi bir misyon yüklemek hem yanlıştır hem de kendisine zarar verir.
HDP, bu kongrede zorunlu nedenlerden dolayı “yeni” eş başkanlarını seçmelidir. Gündelik politik çalışma yapan bir parti cezaevinde yönetilemez. Eş başkanlık sembolik olmayacağına göre, her hafta yapılacak görüşmelerle parti çalışmasının yönetilemeyeceği, tersine bunun büyük bir bürokratik hantallığa, kısa sürede parti faaliyetlerinde bir tıkanmaya yol açacağı açıktır. Ayrıca, Figen Yüksekdağ örneğinde olduğu gibi Demirtaş’ın ceza alması durumunda yeniden “zorunlu” olarak olağanüstü kongreye gidileceği de hesaplanmalıdır.
Hiç şüphesiz ki HDP, Türkiye toplumunun genel sorunlarını gündemleştirmeyi ve demokratik siyaset ilkeleri içerisinde halkların demokratik taleplerini ön plana çıkartmayı esas alan bir partidir. Ancak pratik politikada durumun nispeten farklı olduğunu ve önceliği nedeniyle Kürt toplumunun taleplerini ön plana çıkardığını görüyoruz. HDP’nin toplumsal tabanının ezici bir çoğunluğunu Kürt kitlesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu politika, taşıdığı misyon nedeniyle hem bir gereklilik hem de üzerinde yükseldiği toplumsal güç bakımından bir zorunluluktur. Eş başkanların seçiminde bu faktör kesinlikle dikkate alınmalıdır. Meseleye Kürt ve Türk adaylar üzerinden tartışmaktan çok, toplumsal tabanının hassasiyetleri gözüyle bakmak gereklidir. Aynı şekilde adayların nitelikleri, toplumsal tabanla olan ilişkileri, politika oluşturma gücü, politik ve örgütsel krizleri yönetme beceresi gibi birçok faktörün birlikte dikkate alınması gerekir.
AKP’ye oy veren Kürt kitlesinde önemli bir kırılma yaşanıyor. Hem Irak Kürt Bölge Yönetimi’nde yapılan referanduma iktidarın gösterdiği sert tutum, hem de Afrin operasyonu nedeniyle yıllardır AKP’ye oy veren Kürt kitlesinde ciddi bir kırılma olduğu görülüyor. Bu kopuşu kucaklayacak, aktifleştirecek ve dahası HDP’ye yönlendirebilecek eş başkanlara ihtiyaç var. Aynı şekilde, batıda AKP iktidarının baskıları nedeniyle sessiz kalan ama kopuş sürecine giren, demokratik toplum arayışında olan kitleleri HDP’ye yönlendirecek, onların taleplerini gündemleştirebilecek, güven verebilecek eş başkanlara ihtiyaç var. Eş başkanların seçiminde bu iki faktör dikkate alınmalıdır.
HDP, bu kongresinde aynı zamanda cumhurbaşkanı adayını da mutlaka ilan etmelidir. Liderlik vasıfları, toplumun farklı sosyal katmanları tarafından benimsenmiş, birleştirici özelliğiyle nedeniyle politikada etkin bir rol oynayan, önümüzdeki politik gelişmelere göre yeniden aktif bir aktör olarak ön plana çıkma olasılığı olan Selahattin Demirtaş, kongrede, “Türkiye halklarının cumhurbaşkanı adayı” olarak ilan edilmelidir. Sadece Cumhurbaşkanlığı adaylığının etkinleştirilmesi için de özel ve etkili bir sekretarya oluşturulmalı ve gerekli hazırlıklara başlanmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.