Bir susturma yöntemi: Korku salmak – Hatice Eroğlu Akdoğan

Dışarıda Afrin diye bilinen kasabaya değil de Türkiye’de Afrin olarak gördükleri her eve girmeye başladılar

Hemen her gün, Afrin’e yönelik savaşa ilişkin dökümlerin yanına bir de, “harekâta karşı propaganda yapıp, halkı yanılttıkları” gerekçesiyle bilmem şu kadar kişinin evlerinin basılarak gözaltına alındığı haberi sistematik olarak geçmeye başladı.

Korku, insani bir duygudur. Endişeli bir insanın kendine sınır çizme, geri çekilme ve koruma gayretinin kendisidir. Yaşadığımız yakın-uzak çevre ve koşullarına göre çok farklı kaygılarımız, korkularımız olabilir. Buraya kadar hiçbir sorun yoktur. Ancak aynı zamanda sosyal; sosyal olduğu kadar siyasal bir varlık olan insanın, mevcudiyetini olabildiğince kendine güvenli ve onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için korkusuyla hesaplaşması elzem olandır.

Sözün aslında nereye dayandığının az çok hepimiz farkındayız. Ortalığa bilinçli olarak yayılan bir korku havası var. Öyle ki bu korku havası, öncelikle hedef kitlesinin kendine inancını, haklılığını düşünüp sorgulamasına dahi fırsat vermeden pısarak sinmesini hedefliyor. Korku, psikolojik olarak bu etkiyi hissettirir hissettirmez arkasından fiziki olarak yapılması gerekenlerin önünü açar. Kaçtığınızda, sindiğinizde ortadan çekilmeniz için bir neden kalmamış demek olacaktır.

Siyasal iktidarın bugün dört elle sarıldığı operasyonlarının mantığında bu vardır. Afrin’e yönelik savaş harekâtı, sosyal medya hesapları aracılığıyla şu veya bu noktadaki görüşlerini paylaşan insanların gözaltına alınmasının sadece bir bahanesidir. Siyasetin bir biçimi olarak savaşlar da eleştirilebilir. Çok eskiye gitmeye de bile gerek yoktur. On yıllardır Türkiye’nin devlet politikası şu veya bu askeri varlığıyla rol aldığı savaşlar nedeniyle en yüksek perdeden eleştirilmiştir. Operasyonel ya da BM, NATO ortak güçleri içinde statik rol aldığı savaşların hepsi için de bugünkü gibi en yüksek perdeden “milli çıkar” yaftasını halkın karşısına çıkartmıştır.

OHAL ve FETÖ bahanesiyle sokağın, sivil ve demokratik yapılanmaların sesini 18 aydır tamamen kısmaya çalışan iktidarın en tepedeki yetkilisi buradan aldığı güçle “evdeki zehir” şeklinde tanımladığı, bireylerin kendi özgür medya alanına iyiden iyiye göz koymuştu zaten.

Afrin’e paralel sosyal medya operasyonları

Suriye topraklarına girişi “ülkenin bölünmez bütünlüğü” ile ilgili “milli çıkar” derecesinde dayatıp büyük bir algı operasyonunu da geliştirdi. Söz konusu “ülkenin bölünmez bütünlüğü” ve “milli çıkar” olunca buradan hareketle aynı paralelde büyük bir korku dalgası geliştirildi. Dalga, ülkenin her yerinde evlere yapılan operasyonlarla büyütüldü ve dalganın dozu yükseltiliyor da. Hemen her gün, Afrin’e yönelik savaşa ilişkin dökümlerin yanına bir de, “harekâta karşı propaganda yapıp, halkı yanılttıkları” gerekçesiyle bilmem şu kadar kişinin evlerinin basılarak gözaltına alındığı haberi sistematik olarak geçmeye başladı.

Sanı değil de gerçek! Dışarıda Afrin diye bilinen kasabaya değil de Türkiye’de Afrin olarak gördükleri her eve girmeye başladılar. Afrin, bireylerin kendi özgür alanları olan sosyal medyalarını susturmanın, en önemlisi de her an evinizde, kapınızdayız korkusunu vermenin bahanesine dönüştü.“Evdeki” ya da “eldeki zehir” onca yasağa rağmen AKP partinin gelecek iktidar hayallerini alttan alta kemiren, nerede ne var, ne oluyor denetlemekte zorlandığı bir alan olma özelliğini aslında koruyordu. E zaten hapishane haline gelmiş bir ülkede yüzde elliye ait her evi basıp taşıyacağı bu ülkenin kendisinden öte bir hapishanesi ayrıca yoktu. En iyisi şimdilik olgun karpuz seçer gibi hedef kişi belirlemek, seçip seçip ev basmak, olgun karpuz seçer gibi. “Evini basarım, bilgisayarına, cep telefonuna el koyar; buradan suç yaratırım” korkusuyla herkese kendi evini hapishaneye çevirmeye teşvik etmek.

“Korkunun ecele faydası yok” demiş atalarımız. Ancak bizim sorunumuz ecel değil, onun tam zıddı olan yaşam ve yaşamın dinamikleridir. Dinamik kalmak için yenmemiz gereken şeylerden biri üstümüze gelen korku dalgasını alt etmek değil midir? Dalgalara karşı kulaç atmadan suyun yüzüne çıkıp nasıl nefes alacağız ki? Özgür düşünce ve eylem siyasal/sosyal açıdan en temel insan hakkıdır. Kullandığımız ya da kullanmaya çalıştığımız budur. Bu hakkı kullanmaya çalışmamıza engel olanlar bizim haklılığımız karşısında korkak ve kaygılıdırlar. Meseleye bir de bu yüzünden bakmak ve haklılığımızı korku silahının üstüne kapatmak gerek.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur