“Emperyalizme karşı tutarlılık” adına, emperyalizmin hedefinde olanı abartmak, onun kendi gericiliğine, zulmüne karşı körleşmek bizim sanatımız olmamalı
Bizler emperyalizme karşı uyanık olmak zorunda olduğumuz kadar, demokrasi, özgürlükler ve temel haklar hususlarında da yükümlülüklere sahibiz. Ve bu kimi çevre ve kişilerce unutuluyor gibi. “Emperyalizme karşı tutarlılık” adına, emperyalizmin hedefinde olanı abartmak, onun kendi gericiliğine, zulmüne karşı körleşmek bizim sanatımız olmamalı
İran’da 28 Aralık’ta başlayan protesto gösterilerinin doğal olarak Türkiye’de ve Türkiye solunda da yansımaları oldu. İran’daki gösteriler sol örgütler arasında bir tartışmaya sebebiyet henüz vermediyse de, bu mesele örgütlü ya da örgütsüz solcular için sert bir cengin kıvılcımını ateşledi. Aşağılama ve etiketlemelerin havada uçuştuğu verimli ve ibretlerle dolu bir tartışma hâlen sürüyor.
Bu yazının da amacı, bu polemiğe küçük bir katkı sunmaya çalışmak olacak.
İran’daki gösteriler, ilk ve esas olarak ülkede yaşanan ekonomik bunalıma bir tepki hüviyetinde başladı. Söz konusu ekonomik bunalımın iki başat sebebi var: 1- Ülkedeki kooperatif şirketlerinin batmasıyla milyonların mudi hâline gelmesi ve 2- İran’ın dış politikadaki muhtelif düzey ve biçimlerdeki atikliğinin (Suriye, Irak, Yemen, Filistin, Bahreyn) içerideki maliyeti.
Gösterilerin ilk günüyle ilgili atlamadan söylememiz gereken şey, bu başlangıç kıvılcımlarının ilk olarak kökten dinci (ya da “daha kökten dinci”) Meşhed’de çakılmış olmasıdır. Yani sokağa çıkanlar ağırlıkla, mevcut rejimin bir parçası olan ve reform karşıtı siyasal klikleri destekleyen gruplardı.
Burada da, İran’daki müesses nizama dair bir not düşmek gerek. İran’da çok partili bir rejim var ve bu partilerin hepsi İslam Cumhuriyeti’nin ideolojisinin savunucuları. İran legal siyaseti bu yönüyle de biraz İsrail’i anımsatır, orada da tüm partiler bir iki istisna dışında çeşitli yorumlarla Siyonist’tir.
İran’da mevcut bulunan bu partiler de (dışarıda “Radikaller”, “Muhafazakârlar” diye bilinen) Usulcüler ve (“Reformcular” diye de bilinen) Ilımlılar olmak üzere iki kanadı temsil eder. Örneğin eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Usulcü’ydü. Bugünkü Cumhurbaşkanı ve dinî lider ise Usülcü kanatla da yakınlıkları olan ılımlıları temsil ediyor. Yani mevcut iktidarın bir tür sentezleme çizgisi olduğunu söyleyebiliriz.
İran’daki ayaklanmalara dönersek, başta kökten dincilerin ekonomik duruma bir tepki olarak başlattığı bu eylemler, 2009 protestolarıyla[1] karşılaştırılamayacak seviyede de olsa yayılıp, büyüyerek, tüm İran’da orta ölçekli bir kaosu tetikledi. Eylemler ilk biçimini aştı, eylemlere katılım profilleri, sloganlar ve eylem türleri çeşitlendi.
Şimdi sokakta Şii muhafazakârlardan liberallere, ezen ulus milliyetçilerinden monarşistlere, ırkçılardan ezilen ulus milliyetçilerine, Batı emperyalizminin direkt aparatı hâline gelmiş Halkın Mücahitleri’nin destekçilerine ve Sünni İslamcılara dek çok çeşitli kesimler var. Endonezya’dakiyle birlikte solun tarihin en büyük kırımını yaşadığı bu topraklarda, herhâlde alanlarda az da olsa solcu da vardır.
Sloganlarda ana hedef Cumhurbaşkanı Ruhani ve Ayetullah Hamaney. Ancak kentten, kente, gruptan gruba sloganlar çeşitlilik gösteriyor. Devrilen Şah’ı özlemle yad edenlerden Suudî kralına selam çakanlara, İslam Devrimi’ne ihanet edildiğini haykıranlardan özgürlük ve demokrasi talep edenlere, milliyetçi, ırkçı ve hatta İslam düşmanı seslere dek… Oldukça karmaşık ve birbiriyle ilişkisiz bir birleşim. Dolayısıyla buradan bir koordinasyon çıkmaz.
Öyle ya, Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenle, yalnızca Ruhani’nin defolup gitmesini umut eden bir Şii muhafazakârı hangi motivasyon birleştirebilir?
Yani, bu protestolar -belli bir ivmeyi aşamamış ve sönümlenecekmiş gibi dursa da- sürüp, büyüyecek olsa dahi, bazı grupların sokaklardan çekileceğini ve hatta devlet safına geçeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bazı eylemcilerin silah kullanmaya başladığı ve kolluk kuvvetlerinden ölenlerin olduğu bu durakta, söz konusu çekilme başlamıştır da.[2]
İran, etnik bakımdan çok karışık bir ülke ve Farsların toplam nüfusa oranı yüzde 50’yi muhtemelen geçmiyor (yüzde 40-45. Belki yüzde 51). Farsları takip eden halk Azerbaycan Türkleridir ve nüfusun yüzde 20 gibi bir bölümünü oluştururlar. Azerbaycanlıların yüzde 25 – 30’dan fazla olduğunu iddia edenler de vardır. Azerbaycanlıların batı komşusu olan Kürtler içinse 4,5 ile 7 milyon arasında sayılar veriliyor.
Bu en büyük üç grup dışında İran’da 1,1 milyon Beluci, 2 milyon Arap, 2 milyon Türkmen, 1,7 milyon Kaşkay (Türk), 800 bin Horasani (Türk), 4 milyon Gilaki (İrani. Farsilere yakın), 4 milyon Mazanderani (İrani. Farsilere yakın), 2,5 milyondan fazla Lur (İrani. “Kürt” oldukları iddia edilir), 2 milyon Peştun (İrani), 1 milyon Bakhtiyari (İrani), 1 milyon Lek/ Lak (İrani. Kürtlerle yakın ya da bir Kürt grubu), 800 bin Çingene de varlığını sürdürmekte.
Afşar, Ermeni, Aymak, Yahudi, Halaç, Asuri, Hazara, Lari, Mamasani, Şahsavani, Tacik, Taliş, Gürcü gibi daha az nüfuslu halklar da var.
Bu kadar çok etnik grubun yaşadığı ülkede elbette etnik gerilimler de var fakat bu gerilimlerin düşük, orta altı bir seyirde olduğunu söylemeliyiz. Bu konuda Kürdistan (Doğu Kürdistan) ve Belucistan (Batı Belucistan) öndedir. Buralarda çatışmalar, karşılıklı kayıplarla on yıllardır sürüyor.
Ülkenin güney batısında bulunan ve “İran Arabistanı” diye adlandırabileceğimiz Khuzistan’da da (Ahwaz) ayrılıkçı Arap grupların daha düşük yoğunluklu şiddet eylemleri oluyor. Ancak bir savaş/ işgal durumunda İran’ın -Kürdistan’dan sonra- en yumuşak karnı, İran’la ırksal ya da lengüistik mânâda hiçbir bağı olmayan bu bölge olabilir diye düşünüyorum. Fakat yine de Şia inancının bu bölge ile İran arasında çok önemli bir yapıştırıcı olduğu da es geçilmemeli.
Güney Azerbaycan’da ise, bir muharebe durumu yoktur. Azerbaycanlılar, İran’a siyasi ve ekonomik mânâda iyi entegre olmuşlardır. Fakat yine de bu halk içinde Türk/ Azerbaycan milliyetçiliği çok güçlüdür. 2006 yılında bir devlet gazetesinde çıkan karikatürde, hamam böceğine Azerice konuşturulduğu için patlak veren protestolara binlerce Azeri katılmıştı. Protestocu Azeriler, elleriyle bozkurt işareti yapmış ve “Tebriz, Bakü, Ankara, biz hara, Farslar hara! Lanet olsun İran’a! Biz hara, Farslar hara!”, “Azerbaycan var olsun, istemeyen kör olsun!”, “haray haray men Türkem”, “kahrolsun Pan-Farsizm” gibi sloganlar atmışlardı.
Dini açıdansa İran daha az heterojendir. Ülke, yüzde 90 Şii (Caferi, sadece 5 bini İsmaili), yüzde 9 Sünni (Kürtler Şafii, Beluciler Hanefi), yüzde 1’den az (bazı kaynaklarda yüzde 2 oranı veriliyor; ancak maksimum sayılar üst üste konulduğu zaman bile yüzde 1 oluyor) diğer inançlardan şeklinde bir kompozisyon sunuyor. Ancak oranlara dair farklı fikirler de bahis konusu.
Kürtlerin ve Belucilerin çoğu, Arapların bir kısmı Sünni.
Yüzde 89-90’lık Şii olarak var sayılan nüfus içinde Aleviliğe yakın/ benzer, Alevilik kategorisi içinde değerlendirilen inançlardan olanlar da (Ehl-i Hakk/ Yaresani) var, bunların çoğu Kürt’tür. Hatta Aliallahiler (Gaaliye) de (Lurlar arasında) var.
Ayrıca ülkede 30 bin (350 bin?) Bahai (baskı altında), 109 bin (300 bin?) Hristiyan, 9 bin (25 bin?) Musevi ve 25 bin (60 bin?) Zerdüşt de yaşıyor. Hıristiyan, Musevi ve Zerdüştler ülkede resmen tanınmış azınlıklardır ve İran meclisinde temsil edilirler.
İran’da düzen dışı siyasetin, hareketlerin durumuna da kısaca bir göz atalım.
Kürdistan’da İKDP, Komala ve PJAK var. Komala ve İKDP hâlihazırda savaşıyor. Bu Komala, İran Komünist Partisi’yle birleşen Komala(h)’la karıştırılmamalı. Andığımız Komala, çok daha büyük, ciddi bir silah, peşmerge, lojistik gücüne sahip ve siyaseten İKDP’yle yakın, daha “merkez”de -eski Maocu- bir hareket.
Sistan – Belucistan’daki hareketlerdeyse Beluci milliyetçiliğinden ziyade Sünni cihatçılık daha baskın. Buradaki çatışma düzeyi Pakistan Belucistanı’ndan da, İran Kürdistanı’ndan da hafiftir. Cihatçı Cundallah en çok öne çıkan örgüt. Yine aynı bölgede Ensar’ul Furkan adlı bir cihatçı örgüt de faaliyet gösteriyor. Ayrıca IŞİD ve Kaide bağlantılı gruplar da aktif olma çabasında.
Khuzistan’da ise Suudi destekli Al-Ahwaz’ın Kurtuluşu için Mücadele Hareketi (kısaca Nizal Hareketi) aktif. Ancak bu örgüt koyu Sünni, Khuzistan Araplarının çoğu Şii’dir.[3]
Bu silahlı gruplar haricinde “İran radikal muhalefeti” esas olarak sürgünde/ diasporadadır. Söz konusu muhalefetin en bilineni ise Halkın Mücahitleri. Devrimden önce İslami sol bir çizgide olan örgüt (bugün kendini “laisist” olarak tanımlıyor), son yıllarda tamamen Batı bağlaşığı hâline gelmiş ve ABD’nin “terör örgütleri” listesinden çıkarılmıştır.
Yakın döneme kadar sık sık Irak’taki kampıyla, kırmızı başörtülü kadın askerleri ve -garip bir evlilikle eşi olan- kült lider Mesud Recavi’nin yerini alan kadın liderleriyle (Meryem Recavi) gündeme gelen, Avrupa’da binlerce insanı sokağa dökebilen, azımsanamayacak bir de militan potansiyeline sahip bir örgüt Halkın Mücahitleri. Irak-İran Savaşı’nda da Saddam saflarında savaşan Mücahitler’in, İran İslam Cumhuriyeti’nin en büyük baş belası olduğunu söyleyebiliriz. Fakat İran içine bakıldığında, halkta bu örgüte karşı büyük bir nefret hâkimdir.
Özellikle 1981’de ve 1988’de olmak üzere ’80’ler boyunca İslam Cumhuriyeti ile şiddetli bir çatışmaya girdi, çok ağır kayıplar verip, ciddi de kayıplar verdirdi Mücahitler -Ayetullah Beheşti dahil. Bugün de İran’da sınırlı da olsa bir operasyon gücüne sahip olduğunu bildiğimiz Mücahitler, Fransa merkezli İran Ulusal Direniş Konseyi’nin de kurucusu ve esasıdır.
500’den fazla üyeli bu “sürgündeki İran meclisi”nde Halkın Fedaileri de bulunuyor. Desteğine rağmen İslam Cumhuriyeti’nin kıyımında en çok kayıp verenlerden oldu Fedailer. İslam Cumhuriyeti Partisi bu hareketin legal muhalefetine izin vermedi. ’80’lerin ortalarında Tudeh’le ortak isyan çıkardılar ve ezildiler. Parçalanmış ve eskiye göre çok zayıflamış olan (Devrim’den sonra yüzde 10’un üzerinde oy almışlardı) Fedailer’in ana akımı, yani Halkın Fedaileri Örgütü (Çoğunluk), sol ideoloji bağlamında da yumuşamıştır.
İran Devrimi’nin mollalara verilmesinde en büyük pay sahiplerinden olan eski pro-Sovyet Tudeh de bugün yalnızca bir mülteci hareketi görünümündedir. İran’ın Fedailer ve Tudeh’ten sonra en güçlü komünist örgütü Maocu Peykar ise sanırım bugün Frankfurt merkezli küçük bir çevre olarak varlığını sürdürüyor.
Peykar gibi Mücahitler’den kopmuş olan bir başka M-L örgüt Rah-e Kargar da zayıf da olsa hâlen aktif ve 2009’da bölündü.
Bu örgütler haricinde İran solunda İran Komünist Partisi (“Suriye’de akan kanın esas sorumlusu Esad, İran ve Rusya’dır” demeleri çizgileri için açıklayıcı), İKP (MLM), İran Komünist-İşçi Partisi (bu partinin Irak seksiyonu da vardı fakat ayrıldı), İK-İP (Hektamist), İran İşçi-Komünizmi Birliği Partisi, İran Emek Partisi (AEP’çi) gibi yapılar da mevcut.
Troçkist Sosyalist İşçi Partisi’yse aktif değil.
İranlı illegal muhalefette, ayrılıkçılar, Mücahitler ve sol örgütler haricinde monarşizm de önemli bir damar. Monarşistler, Batı’dan artık eskisi kadar destek göremeseler de, ciddi bir medya gücüne sahipler. Anayasa Partisi ve devrik Şah’ın oğlu Rıza Pehlevi’nin önderliğinde İran Ulusal Konseyi (Paris) çatısı altında faaliyetlerini sürdürüyorlar. Tondar gibi silahlı ve bombalı saldırılar yapan monarşistler de var.
Saydıklarımızın yanı sıra çoğu yine “gurbet”te olan çeşitli liberal, ılımlı muhafazakâr, “merkez sol” partilerle, Güney Azerbaycan Milli Uyanış Hareketi, Azerbaycan Milli Direniş Örgütü, Belucistan Halk Partisi, Al-Ahwaz Demokratik Dayanışma Partisi, Kurmanc Halkının Örgütü, Türkmen Ulusal Demokratik Hareketi, Luristan ve Bakhtiyari Birlik Partisi, KDP (IKDP’den koptu), Kürdistan Özgürlük Partisi (silahlı), Xabat (Kürt), SUMKA (faşist) gibi yapıların da olduğunu belirtelim.
Yaşanan her ayaklanma ve isyanın solculuk adına “ooo isyan” denilerek sahiplenilemeyeceği açık. Yakın zamanda da bu mevzuya dair Türkiye solunda birçok ürkütücü örnek görüldü. Ukrayna’da faşist, Suriye’de cihatçı yıkımların ve benzerlerinin “devrim” diye sahiplenildiğine şahit olduk.
DSİP ve diğer liberal solun adı çıkmışsa da, en hafif deyimle bu yanılgının paydaşlarının mevzubahis akımlardan ibaret olmadığını da biliyoruz.
Fakat meselinin bir de öteki yüzü var. O da solun bir kısmının “anti-emperyalizm” söylemiyle müesses nizamlara düpedüz aşk beslemeye başlamaları ve durumun giderek daha itici bir hâl alıyor olmasıdır.
Solculuğun “bu işlerde hep Amariğanın parmağı var”cılığa indirgenmesi de ürkütücü.
ABD’nin kötü olduğunu kundaktaki bebek de biliyor ama dünyadaki tek kötü de ABD değil. İran meselesi üzerine bir yorum, tahlil yaparken “Allah aşkına” şu mollaların da kötü olduklarını söyleyelim. Hiçbir şey için değilse, İslamofaşizmin şehit ettiği yoldaşlarımız hatırına.
“O da kötü, bu da kötü” demek sizi ne orta yolcu; ne de apolitik yapar.
Ama gelin görün ki, kimi arkadaşların sizi bu konularda “Amerikan solu” ilan etmesi için bir saniye süre geçmesi yeterli.
Sanki İran’da halkın isyan edebileceği bir yığın mevzu yokmuşçasına, daha ilk haberler düşmeye başlar başlamaz “emperyalizmin fitnesi” diyerek coşkuyla söyleve başladılar. Bu noktada ilginç olan bu insanların gerici İran rejimine hiç toz kondurmuyor oluşları.
Böylece yılların efsane sorusu da boşa düştü: “Yahu bu İran solu mollalara nasıl kandı?!”. İslam’la hiçbir alâkası olmayan Türkiye solu parçaları, uzaktan uzağa İranlı İslamcılara bu kadar muhabbet besleyebilmişse, Mücahitler’i de sayarsak -Peykar dışında- çoğu İslam’a saygılı olan ve İslamcılarla birlikte devrim yapan İran solu pekâlâ yanılır.
Bu insanların sokağa çıkanlara karşı söylemi protestoların doğrudan muhatabı olan Ruhani’den dahi daha sert ve daha aşağılayıcı.
Yaygın mitin aksine, İran, emperyalizmin operasyonlarına karşı müthiş korunaklı bir yer değil. Emperyalizm, kesintisiz bir biçimde bu coğrafyaya oynuyor fakat pek başarılı oldukları söylenemez. Fakat İran, -tıpkı Türkiye gibi- kendi iç dinamikleri sebebiyle büyük isyanlara ve iç çatışmalara son derece açık bir coğrafya. Bu isyan ve çatışmalar da emperyalist müdahalelere açık.
Bugün yaşanan isyanı, emperyalizmin başlattığı söylenemeyeceği gibi, bu isyanın -ya da bu sönünce sonraki isyanların- emperyalizmin güdümüne girmeyeceği de söylenemez. Ancak “emperyalist müdahale”, “anti-emperyalizm” lügati üzerinden geliştirilen statik tavrın da solda artık bir tür “garanticilik” ile fikri pasifizm ve konforculuk yarattığı teslim edilmeli. Bunun vücuda getirdiği abartı ve yanlışlar da.
Günümüzde dünyanın herhangi bir yerinde gelişen herhangi bir isyan yüksek ihtimalle ya liberal ya da gerici olacaktır. Proletarya Partisi’nin önderliği ne yazık ki söz konusu olamıyor. Dolayısıyla birçok isyan da işbirlikçiliğe teşne olacak. İran’da da olası bir dış müdahale durumunda, emperyalizme de göğsünü siper etmeye hevesli muhalif hareket sayısının çok az olacağını göreceğiz muhtemelen. Olanlar da zayıf sol örgütler olur ancak. Suriye’deki komünist partiler gibi belki rejimi destekleyerek yapacaklar bunu; belki de onu da karşılarına alarak -ki İran ve Suriye rejimleri siyaseten bir kefeye konulamaz.
Lâkin şu an İran’da ortada bir Suriye’leşme durumu söz konusu değil, dolayısıyla rejim karşıtı en ufak bir kıpırdanma görünce de öyle hemen coşmaya gerek yok. Henüz “jeo-strateji”, “emperyalizme karşı zinde güçlere” desteği tartışacağımız bir vaziyet söz konusu değil.
Bu durumun bir benzeri Güney Kürdistan referandumu için de söz konusu olmuştu. Nasıl ki Barzani şakşakçılığı solculuk değildiyse, Irak’ın toprak bütünlüğünü, milli birlik ve beraberliğini savunmak da Leninizm’in ışıklı yolu değildi. Yaşananlar sonrası Irak’ın bütünlüğünü savunan sol “haklı çıktık” dedilerse de, haklı filan çıkmadılar. Irak hükümeti Barzani’yi cümle âleme rezil etti, Kürt hükümeti toprak kaybetti, emperyalizmin kılı kıpırdamadı. Ve Kürdistan’a ilerleyenler Amerikan bayrakları yakıyorlardı…
Bir başka aynı minvaldeki örnek de Katalonya referandumunda gerçekleşti. Üstelik bu kez ortada emperyalizmin hain planları filan yoktu. İspanya’nın toprak bütünlüğünün bozdurmamanın bahanesi de İspanya işçi sınıfının zayıflamaması ve Katalan milliyetçilerinin burjuva liberal karakteriydi.
Ben bu tür klasikleşmiş tutumları, özellikle de ulusal veya insani özlem ve haklara dair hiçbir hassasiyet göstermeden yüksek perdeden dillendirilmesini, zaten dört bir yandan itibar suikastıyla muhatap olan solun, kendi kendine de bir itibar yitimi vesilesi olarak görüyorum.
İran’a dönüp bitirelim. Bizler emperyalizme karşı uyanık olmak zorunda olduğumuz kadar, demokrasi, özgürlükler ve temel haklar hususlarında da yükümlülüklere sahibiz. Ve bu kimi çevre ve kişilerce unutuluyor gibi. “Emperyalizme karşı tutarlılık” adına, emperyalizmin hedefinde olanı abartmak, onun kendi gericiliğine, zulmüne karşı körleşmek bizim sanatımız olmamalı.
Mesele illa İran’ı övmekse biz de övüyoruz. Bunca yoksunluğa rağmen sinemaları müthiş. Kültürel ve entelektüel manada da gayet iyiler. Mollaları bile Marksizm okur. Şeriat ve demokrasi açısından da bir Suudi Arabistan değiller. Bir dönem Türkiye’de “mollalar İran’a!” sloganı çok popülerdi. Hâlbuki “bizim mollalar”ı İran kesmez, onları Suudi Arabistan paklar, Bahreyn paklar, Körfez paklar. Bizimkilere İran “light” gelir.
İran meselesi hakkındaki benim düşüncelerim bunlardır. Yaptığım, tıpkı bağırıp çağıran, büyük büyük, üstten üstten konuşan arkadaşlarımız gibi söz söylemek. Süreçlere müdahale etmek gibi durumumuz yok. Bâki kalan gökkubbede biz de iyi, kötü bir seda bıraktık.
Dipnotlar:
[1] Haziran 2009 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin galibi olarak Ahmedinejad’ın ilan edilmesi ve reformcu Yeşil Hareket’in (Musavi) seçimi şaibeli ilan etmesiyle İran’ın dört bir yanında milyonlar sokaklara döküldü. Şiddetli biçimde bir ay süren, tam olarak Şubat ayında bastırılan isyanda 70 yahut 100’den fazla insan öldü. Musavi ve Kerrubi daha sonra ev hapsine alındı. İsyanın (“fitne”) bastırılması İran’da her yıl kutlanıyor.
[2] Bugünlerde yaşanan isyan 2009’dakine göre çok zayıf olsa da bilanço kısa sürede ağırlaştı. Bugün (3 Ocak 2018) itibariyle 24 – 26 kişinin öldüğü yazılıyor. Ölü sayısı -12 ya da 16’yken- Batı medyası bir kolluk görevlisinin göstericiler tarafından öldürüldüğünü bildiriyordu. Ancak Rejim, öldürülen kolluk görevlisi sayısını 6 olarak veriyordu.
[3] İran Araplarında mezhebi dağılım için belirtilen bir oran bulamadım fakat anlayabildiğim kadarıyla bu halkta % 70 – 80 civarı Şii (Ahwaz Araplarının çoğu); % 20 -30 Sünni (Hürmüzgan – Körfez ve Horasan Arapları) gibi bir dağılım var.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.