Afrin’in köylerinin bir kısmına sınırlı ve düşük düzeyli askeri eylem gerçekleşebilir. Ama buradan ne bir zafer çıkar, ne de elini güçlendirecek bir Kürt kartı edinilir
Afrin’in köylerinin bir kısmına sınırlı ve düşük düzeyli askeri eylem gerçekleşebilir. Hatta nüfusun kent merkezine göç etmesine yol açmadan köylerin kontrollerini ele geçirme hamleleri de olabilir. Ama buradan ne bir zafer çıkar ne de iktidarın elini güçlendirecek bir Kürt kartı edinilir
AKP’nin Suriye politikasındaki iflasına bir halka daha eklendi. İdlip’te farklı bir kurgusu vardı ve bozuldu. Bunun telaşıyla, hızlıca Afrin’e yönelik askeri operasyon gündeme geldi; top atışları ve düşük yoğunluklu çatışmalarla müdahale fiilen başladı denilebilir. Ama görünenin arkasında saklı kalan birçok faktör, asıl gerçeği anlatandır. Aylardır “Afrin’e bir gece ansızın gelebiliriz” tehditleri devam ederken, operasyon için askeri hazırlık yoktu, bütün hazırlıklar İdlip’e yönelikti. Hatta İdlip’ten devşirilecek cihatçı militanları bir çatı altında toplama hazırlıkları vardı. Bunun için siyasi yapı olarak aşiretler, askeri çatı olarak “Ceyş el-Vatani” adıyla bir “milli ordu” kurma hazırlıkları devam ediyordu. Ama hazırlıklar İdlip’e yönelik iken, Afrin için tam anlamıyla hazırlıksız yakalanma hali vardı.
Arap gözlemcilere göre Afrin’e yönelik bir askeri operasyonun hangi yapıyla ve nasıl yürütüleceği belli değil, aslında Ankara da bilmiyor. Çünkü TSK ile birlikte Fırat Kalkanı gibi bir oluşumun birlikte hareket etmesi beklenirdi ama Fırat Kalkanı için silahlı muhaliflerin hazır olması için sıfır saat süre vardı ve elbetteki hazırlanamazlardı. Çünkü bu kalkan Suriye ordusunun İdlip merkezine ilerlemesini engellemek için zırhlanıp silahlandırılmıştı. Öyleyse aylardır dillendirilmesine rağmen operasyona hazır değilken, bu ani saldırı kararı nereden çıktı? Öncelikle dediğimiz gibi bir yandan İdlip kurgusu bir anda bozuldu, öte yandan ABD’nin “sınır koruma gücü” tuzağı hem Kürt koridoru konusunda hem de Suriye’nin geleceğinin belirlenmesi konusunda tamamen denklem dışında kalacak olan AKP’yi panikletti.
Arap basınında yer alan haberlere göre İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı Kudüs Gücü’nün komutanı Kasım Süleymani, Suriye’den gelen İran istihbarat raporlarını denetlediğinde Türk ordusunun askeri planının farkına vardı. Süleymani, 25 Aralık’ta hemen Halep’in kırsal kesimine geldi. Burada Suriye ordusu ve Hizbullah’ın üst düzey yetkilileriyle görüştü. Bu yetkililerle birlikte İdlip ve Hama kırsallarını ziyaret ettiler. 29 Aralık’ta Suriye ordusu, İran ve Hizbullah kuvvetleri üç koldan operasyon başlattılar. Birinci kolda Kasım Süleymani’nin birliği, ikinci kolda Suriye ordusundan General Ahmed Hüseyin’in birliği ve üçüncü kolda bölgedeki Hizbullah kuvvetlerinden komutan Ebu Mücahid’in birliği harekete geçti. Dokuz gün içerisinde 140 köy ve kasaba kontrol altına alındı. Suriye ordusu Ebu Zuhur Hava Üssü’ne yöneldi. Hizbullah öncülüğündeki operasyonda Sincar’ın 15 kasabası kontrol altına alındığında cihatçıların, Nusra lideri Ebu Muhammed el-Culani’ye yönelik suçlamaları doruğa ulaştı. Kendilerini bırakıp kaçmakla suçladıkları El-Culani’yi bu hezimetten sorumlu tuttular.
Öte yandan bu beklenmedik operasyonların AKP cenahında ciddi bir panik yarattığı görüldü. “Ilımlılar hedef alınıyor” gerekçesiyle operasyonların durdurulması istendi, İran ve Rus büyükelçileri Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı. Suriye, İran ve Hizbullah birliklerinin Astana anlaşmasında verilen taahhütlere uymadıkları şikayetinde bulunuldu. Fakat Arap basınına göre Türkiye şikayet etmekle kalmadı, El-Kalima gazetesine göre aynı zamanda 400 araç ve bir düzine zırhlı yollayarak Şam’ın Fethi Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) ve Ahrar’uş Şam saldırısını başlattı.[1] Keza Türkiye Tahran’a Kasım Süleymani’nin çatışma bölgesinden çekilmesini isteyen bir mektup gönderdi. Fakat İran’dan “General Süleymani, Suriye hükümetinin talebi üzerine meşru bir şekilde savaşa liderlik ediyor” denilerek ret cevabı aldı. Bu cevaptan sonra cihatçıların saldırısı, Rus savaş uçaklarının desteğiyle püskürtüldü. Bundan sonra Türkiye iki adım atmaya karar verdi: Birincisi, uzun zamandır dillendirilen fakat bunun ötesinde adım atmaya yönelik herhangi bir plan yapılmayan Afrin hedefi gündeme getirildi. İkinci olarak söylem düzeyinde saldırı hedefi, “Afrin’den Münbiç’e ve Türk ordusunun önünde kim durursa” şeklinde genişletildi. Kimi yorumculara göre buradaki “Türk ordusunun önünde kim durursa” tehdidiyle Suriye ordusu ve müttefikleri; özellikle Kasım Süleymani kastedildi. Türk ordusu Suriye, İran ve Hizbullah güçleriyle hemen savaşa girecekmiş gibi bir hava estirildi.[2]
AKP’nin Afrin’e yönelmesinin bir sebebi İdlip’teki kurgunun bozulmasıydı ama diğer yandan denilebilir ki, aslında bu adımı atmaya sevk eden ABD’dir. El-Meyadin’den Abdullah Süleyman Ali’ye göre, Ankara, ABD’nin Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ile ilgili blöfünün tuzağına düştü. ABD’nin Fırat’ın doğusunda “sınır koruma gücü” kurulması yönündeki duyurusu Türk siyasetinde bir darbe etkisi yarattı. ABD’nin Kürt birliklerine vereceği bu “sınır ordusu” desteğinin, bir başkasının ağzından çıkacak bir sözle durdurulduğunun açıklanması için haftalar geçti ve bu süre boyunca Türkiye’nin alacağı tutum üzerine adeta bahisler oynandı.[3] Şimdi ABD “sınır koruma gücü” kurmayacağını aslında onun yerine “yerel güvenlik gücü” kuracaklarını açıkladı. Ama bu taktik aslında AKP’ye bir nevi güç verdi. Hatta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bunu Afrin tehditlerinin bir başarısı olarak saydı denilebilir. Zira “ABD’nin Suriye’de sınır ordusu kurulmayacağı yönündeki açıklamalarının Afrin’e düzenlenecek operasyonun ertelenmesini sağlamayacağını” söyledi. Halbuki ABD’nin Suriye’deki varlığı kadar, Suriye’nin geleceğine dönük şantaj ya da kışkırtıcılık amaçlı olarak ortaya döktüğü projeleri de belirsizdir.
İdlip’le ilgili kurgunun özü, İdlip’te rol verilmesinin Suriye’de pozisyon edinme fırsatı olarak değerlendirmesine dayanıyor. Her şeyden önce AKP, burada başına kalacak olan cihatçı grupları kendi silahlı gücüne dönüştürüp Suriye topraklarında bir mevzi edinmeyi ve bu şekilde Suriye’de kalıcı olmayı hedefledi. İdlip, bu cihatçı potansiyel için bir güvenli bölge olarak kurgulandı, ama diğer yandan esas kurguyu ifade eden şey “Suriye denkleminde yer alma”, “Suriye’nin geleceğini belirleme” ve özellikle “Kürt oluşumu konusunda önerme sunabilecek pozisyonda olma” hesaplarıdır.
Ancak El-Meyadin yazarı Ali’ye göre, AKP, İdlip’te kendine alan açma uğraşı verirken, aynı zamanda Afrin’i ele geçirmeye yönelik tehditleri sürdürecekti, çünkü daha sonra İdlip’i Afrin’le takas etme planları vardı. Ama İdlip kurgusu bozulunca, “Türk politikacıları Rusya öncülüğündeki Soçi konferansı hazırlıkları sürecinde İdlip ile Afrin’in takas edilmesi konusunda Moskova’yla pazarlık yapma hamlesi gerçekleştirdi. Ama başarısız oldu, böyle bir takas önerisini Moskova kabul etmedi.”
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 15 Ocak’ta yaptığı açıklamada, Türkiye’nin Afrin’e yönelik saldırılarını durdurması gerektiğini söyledi. Keza Şam yönetimi de Suriye topraklarında herhangi bir Türk varlığını kesin olarak reddeden bir tutumu defalarca ifade etti. Öyleyse bu takas işleri kime güvenerek ve nasıl kurgulandı? Bu konuda egemen devlet olarak Suriye’nin tutumu belli; Türkiye’nin kendi topraklarındaki varlığını işgal olarak nitelendirmektedir. İran’ın tavrı da keza aynı. Hatta Tahran, Kasım Süleymani ile ilgili Ankara’nın talebini reddetmesinden de anlaşılacağı üzere, AKP’nin Suriye toprakları üzerindeki planlarına karşı tutum almakta tereddüt etmemektedir. Rusya’ya gelince; AKP’nin Afrin-İdlip takası planını Moskova’ya kabul ettirebileceği hayalleri de suya düştü. Abdullah Süleyman Ali’ye göre yeni Moskova-Ankara çelişkisi, Türkiye’nin Afrin’e girme isteğini Rusya’nın reddetmesiyle ortaya çıktı. Ancak bu ret cevabı, Suriye ordusunun Ebu Zuhur Hava Üssü’ne yönelik operasyonuna Türkiye tarafından yapılan itirazdan günler sonra geldi. Belki de Rusya, Ankara’nın bu üsse yönelik itirazlarını kesmesi karşılığında Afrin’e yönelik tehditlerine birkaç gün göz yumdu. Böylece Ebu Zuhur’la birlikte Afrin’e komşu bölgelerde konuşlandığında, Ankara’nın bölgede herhangi bir askeri operasyona girerken bu Rus varlığını daha fazla hesaba katması gerekecektir. Kaldı ki dün (18 Ocak) Mevlüt Çavuşoğlu da “Afrin’e müdahalenin Rusya’yla koordineli yapılması gerektiğini”[4] söyledi.
Buradan “Rusya’nın desteği alınarak, hava operasyonunun Rusya ile birlikte planlanacağı” önermesi çıkmaz. Yukarıda aktarıldığı gibi zaten Rusya’dan ret yanıtı alınmıştır. Öyleyse geriye bir ihtimal kalıyor ki o da şudur: AKP, Rusya ile zorunlu müttefiktir ve çelişkilerini çözebilecek durumda değildir, ama ABD’ye hala göz kırpmaktadır ve adeta ABD’yi bölgeye çekmeye, anlaşmazlıkların bir tarafı olamaya “davet” etmektedir. Eğer ki ABD bu davete icabet ederse, Türkiye ile değil Rusya ile müzakere etmek için fırsat kollayacağı bilinen bir şeydir.
Türkiye’den Afrin’e yönelik tehditleri giderek sertleşiyor. Afrin’e girmekten ve orada durmayıp bölgedeki “Kürt tehdidini” ortadan kaldırmaktan hatta “ezmek”ten söz ediliyor. Ama böylesi bir askeri operasyonun risklerinden söz eden yok. AKP medyası da savaş senaryolarını adeta kampanyaya dönüştürmüş durumda. Oysa bu savaş atmosferini beslerken Afrin gibi dağları, vadileri çok olan bir bölge için böyle senaryoların şansının ne kadar az olduğu üzerinde durulmamaktadır. Örneğin hükümetin dış politikalarını önemli ölçüde etkileyen düşünce kuruluşlarından Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) Ortadoğu araştırmacısı Ufuk Ulutaş da aynı tempoda savaş senaryoları yazanlardandır.
Ulutaş “Afrin senaryoları” başlıkla analizinde şu senaryoları çiziyor:[5] Birincisi çevreleme aşamasıyla Türk askeri İdlip’e girip Afrin’in güney kısmında gözlem noktaları oluşturdu. Bu hem İdlip hem de Afrin operasyonlarının kesişme noktasıydı. Ulutaş’a göre bu “Afrin’in güneyinin mühürlenmesiymiş” ve Türkiye sınırında da zaten güvenlik duvarı var. “Çevreleme” aşaması tamam!
İkinci aşama: Türk ordusunun top atışları ve sınıra yakın bölgelerden yaptığı hava saldırılarının ardından Afrin’e girmesi…
Top atışları İdlip ve Türkiye sınırından yapılacakmış, ki yapılmaya başlandı. Ama uzmana göre bunun da kısıtları varmış, çünkü sadece Afrin’in ovalarını vurabilir: Ama Afrin’e girmek o kadar kolay değil çünkü Fırat Kalkanı’nın girdiği bölgeye göre daha dağlık bir alan… Afrin Ovası’na İdlip üzerinden stratejik bir üstünlükle atışlar yapılabilir ama askeri hareketlilikte ciddi kısıtlar söz konusu. O yüzden Afrin’in uzun süreli ve yoğun top atışlarına tabi tutulması suretiyle zayıflatılması gerekli… [6]
Ufuk Ulutaş yedi ay önce de (2017 Haziran ayında) Afrin’i fethetme senaryosu çizmişti. Yedi ay önceki bu fetih senaryosunda, birinci olarak Afrin’in doğusunda Minnağ Havaalanı, Azez ve Tel Rıfat üzerinden saldırı, ikinci olarak güneyden Afrin merkezine saldırmaktan; bunun için İdlip-Halep bağlantısını da muhalifler için açmaktan söz ediyor.[7] Oysa uzmanın bu senaryosu başlamadan bitti. Çünkü İdlip-Halep bağlantısını açmaya muktedir olmayan cihatçılara bel bağlanmıştı, kaldı ki bu kırsallar şimdi cihatçılardan temizlenmiş durumda.
Bu savaş senaryolarında akıl verenler ile akıl alanların, nasıl bir maceraya yöneldiklerine değil, sadece iç siyasete dönük “Kürt tehdidine karşı ulusal güvenliğin güçlendirilmesi” söylemlerine odaklandıkları görülüyor. Ancak AKP’nin hareket alanının fazlasıyla dar olduğu, elindeki oldukça sınırlı seçeneklerle ve etrafının aşılmasına izin verilmeyen kırmızı çizgilerle sarıldığı gerçeğini yüreklice yazacak bir yandaş yoktur.
Örneğin AKP’nin Kürtlere karşı önerilerine Rusya’nın olumlu cevap vermediği, Afrin’in her an Suriye ordusuna devredileceğinin konuşulduğu ve herhangi bir askeri hamle ile birlikte Türkiye’nin, karşısında Kürtlerle birlikte Suriye ordusu ve müttefiklerini bulacağı gerçeğini yazan da yoktur. İşte o yüzden çizilen savaş senaryolarına göre yıpratma amaçlı top atışları bir süre devam edebilir. Kimi Arap gözlemcilere göre Afrin’in köylerinin bir kısmına sınırlı ve düşük düzeyli askeri eylem gerçekleşebilir. Hatta nüfusun kent merkezine göç etmesine yol açmadan köylerin kontrollerini ele geçirme hamleleri de olabilir. Ama buradan ne bir zafer çıkar, ne de elini güçlendirecek bir Kürt kartı edinilir. Siyasi süreç açısından da, “Kürt tehdidi”nin ortadan kaldırılması yönündeki AKP ajandasından geriye sadece yandaşların moraline bir katkı olur. Fakat önünde sonunda bütün bu “siyasi başarı” nutuklarının İdlip duvarına çarpacağı gerçeğinden kaçınmak mümkün olamayacaktır.
Dipnotlar:
[1] http://alkalimaonline.com/Newsdet.aspx?id=250382
[2] http://alkalimaonline.com/Newsdet.aspx?id=250382
[3] http://www.almayadeen.net/analysis/853229/%D9%87%D9%84-%D8%AA%D8%B4%D9%86-%D8%AA%D8%B1%D9%83%D9%8A%D8%A7-%D8%A7%D9%84%D8%AD%D8%B1%D8%A8-%D8%B9%D9%84%D9%89-%D8%B9%D9%81%D8%B1%D9%8A%D9%86-/
[4] http://www.abcgazetesi.com/cavusoglu-abd-bizi-tatmin-etmedi-afrinde-rusyayla-koordineli-olmali-75550h.htm
[5] http://www.aksam.com.tr/ufuk-ulutas/yazarlar/afrin-senaryolari-c2/haber-698408
[6] http://www.aksam.com.tr/ufuk-ulutas/yazarlar/afrin-senaryolari-c2/haber-698408
[7] http://www.haber7.com/yazarlar/ufuk-ulutas/2366869-afrinde-canlar-pkk-icin-caliyor
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.