Eğer Rusya taktiksel olarak bu operasyona göz yumduysa, görüldüğü kadarıyla topu Kürtlere attı, ama o topu AKP başka yöne itti, kapmak için de sahaya uzanan ABD ve NATO üyeleri oldu
Eğer Rusya taktiksel olarak bu operasyona göz yumduysa, görüldüğü kadarıyla topu Kürtlere attı, ama o topu AKP başka yöne itti, kapmak için de sahaya uzanan ABD ve NATO üyeleri oldu
Afrin operasyonuna “Zeytin Dalı” adı verildi. Barışı simgeleyen “Zeytin Dalı” isminin bir savaşın adı olması ironik bir durumdur. Ama aslında bu isimlendirme, Afrin’e açılan savaş için değil, “eski” dost ve müttefiklerle arayı kapatıp yeniden yakınlaşmanın bir aracı olarak düşünülmüş. Nitekim AKP bu savaşla zeytin dalını ABD’ye uzattı.
Afrin operasyonu başladığında en çok konuşulan şey, Türkiye’nin İdlip’ten uzak durmasına karşılık olarak Rusya’nın bu operasyona “sınırlı” yeşil ışık yaktığı iddiasıdır. Bu iddiayı her ne kadar kesin olarak doğrulama ya da çürütme olanağı yoksa da gelişmelerden ve ortaya atılan yorumlardan yola çıkarak sadece varsayımlarda bulunabiliyoruz. Bu varsayımlar da iki yönlüdür; “olabilir” ve “olmaya dabilir” yönündedir. Olabilirliğine dair çok şeyler yazıldı, ama bu kez Rusya cenahından bir bakışa yer verelim: Rusya Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü ve Uluslararası İlişkiler Rusya Konseyi uzmanı Anton Mardasov, Rusya’nın “İdlip’e karşı Afrin” seçeneğine onay vermiş olabileceğini şu şekilde dile getiriyor:
“Rusya Türklerin Afrin’le ilgili taleplerini artık daha fazla engelleyemedi. Türkiye’nin Afrin’e saldırmak için mümkün olduğunca çok sayıda muhalif grubu İdlip’ten kaydırması gerekecek. Bu da Şam’ın İdlip’te çok sayıda yerleşim yerini kurtarmasını mümkün kılacaktır. Benzer bir senaryo daha önce doğu Halep’te uygulandı. Türkiye’nin binlerce asiyi geri çekmesiyle, kentin savunma hatları büyük ölçüde zayıfladı ve bu da Halep’in kurtarılmasına kolaylık sağlayan bir faktör oldu.”[1]
Rus uzman Anton Mardasov, bu verilere dayanarak Rusya’nın Afrin’e “yeşil ışık” yakmış olabileceği ihtimalini dile getiriyor. Ama yine Rusya cenahından bir başka uzman böyle bir şeye ihtimal vermemektedir. Moskova Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden araştırmacı Stanislav Ivanov, Rusya’nın konjonktür gereği böyle bir takasa onay vermesinin mümkün olmadığını söylüyor. Çünkü Ivanov’a göre birincisi, “Afrin’e yapılan saldırı, Suriye’nin egemenliğine ciddi bir şekilde zarar verdi” ve bu da Rusya’nın kabul edebileceği bir şey değildir. İkincisi Rusya’nın “Kürtleri gözden çıkarma” diye bir stratejik hamlesi olamayacağı hususunda Rus uzman şunu söylüyor: “Rusya, Astana ve Cenevre barış görüşmelerine Kürtlerin eşit düzeyde katılmaları konusunda ısrar ediyor. Dolayısıyla Rusya’nın Kürtlerden vazgeçmeyeceğini düşünüyorum.”[2]
Şark-ul Avsat’a açıklama yapan YPG Genel Komutanı Sipan Hemo, “Şam ile temaslarımız devam ediyordu, ancak Moskova, Ankara ile anlaşma sağladı ve Suriye liderliğinin Türk saldırganlığına karşılık vermesini engelledi” dedi. “Rus ihaneti” olarak değerlendirilen bu gelişmelere dair çok sayıda analiz de yapıldı. Bunun üzerine Rus Vzgliad gazetesinin baş editörü Pyotr Akopov, “Rusya Kürtlere ihanet etmedi” başlığıyla kaleme aldığı yazısında “Rusya, Kürtlere ihanet etmedi, çünkü onlara hiçbir zaman hiçbir vaatte bulunmadı” ifadelerini kullandı. Rusya’nın Kürtlere öneriler sunduğuna ama Kürtlerin ABD’ye güvendikleri için bu önerileri iyi değerlendirmediklerine dikkat çeken Akopov özetle şunu söylüyor:
“Evet, Rusya onlarca yıldır Kürtleri desteklemiştir. SSCB’nin Türkiye de dahil Batıyla arasında sert çatışmalar oldu, yıllar içinde farklı jeopolitik durumlar da oldu. Ama Büyük Ortadoğu kurgusuna yönelik Rusya’nın Kürtler için desteği başından itibaren vardı ve Suriye savaşı boyunca da bu pozisyonu değişmedi. Rusya, ABD’nin gayri resmi de olsa Kürtlere verdiği “bağımsızlık” sözlerine inanmadı, Türkleri de gereksiz yere provoke etmedi. Çünkü bağımsızlık vaatlerinin hiçbir şansı olmadığına inanıyor. Rusya, gerçek bir karşılığı olan bir şey öneriyor; Suriye’nin toprak bütünlüğünü esas alan ve hatta Irak modeli gibi sınırlı olmayan bir özerlik vaat ediyor.”[3]
Akopov, bu savaşın uzun erimli bir Türk-Kürt savaşına dönüşmeyeceğine dikkat çekerken, aslında bir yerde Kürtlere, “artık tercihinizi yapın” imasında bulunuyor ve şunu söylüyor: “Erdoğan’ın şu andaki faaliyeti uzun sürmeyecek ve tam teşekküllü bir Türk-Kürt savaşına dönüşmeyecek. Ne Ankara, ne Moskova, ne Tahran, ne Şam bununla ilgilenmiyor. Türkler Kürt devletinin oluşumuna izin vermemek için kararlılıklarını gösterecek ve hepsi bu kadar.” Rusya’nın teklifi için hala şansınız var!”
Yani “Rusya’nın teklifi için hala şansınız var” iması, aslında Rusya’nın Afrin operasyonuna göz yumduğunu bir yerde doğruluyor. Ancak Rus yazarın itirazı, bunun bir “Rus ihaneti” olarak değerlendirilmesinedir. Çünkü ona göre Rusya, ABD gibi hayal vaat etmiyor, olabilecek bir öneri sunuyor ve Kürtler bunu “iyi değerlendiremiyor”!.. Yani “burun sürtme” hali söz konusudur.
Bu “ihanet” meselesine dair Arap gözlemcilerin yorumlarına bakacak olursak, Suriyeli analist Hasan Rıza şunları söylüyor: “Rusya’nın ihanet etmiş olması için gerçekten bir “müttefiklik” ilişkisinin kurulmuş olması gerekir. Oysa bölgedeki Hmeymim üssündeki Rus varlığı mutabakata varmak içindi, savunmak için değil. Çünkü federasyon ilan edilmesine rağmen, PYD önderliğinin Şam’a yönelik politikası, Demokratik Suriye Güçleri (QSD) kontrolü altındaki bölgelerde aynıdır. Özellikle ABD’nin resmi olarak dahil olmasından bu yana PYD Şam’la görüşmeler yapmayı kesin bir dille reddetti. Ve şimdi Rusya ile ilişki geliştirmede de aynı tutum sürdürüldü. “Baas rejimine teslim olmayacağız” söylemini sürdüren QSD çizgisiyle Şam yönetimine kapıları tamamen kapatan bir tutumda ısrar edilirken, ABD Suriye’den çekiliyorum derse, ya da daha yakın bir ihtimal olarak duran, NATO müttefiki ve dostu Türkiye için QSD’ye sırtını dönerse ne olacak? ABD ile müttefiklik uğruna Rusya’ya mesafeli, Şam’a ise tüm kapıları kapatan bir politikanın varacağı yer, hep ihanete uğramak olabilir.”[4]
Bir “ihanet” furyasıdır gidiyor. Almanya’da Sol Parti Eş Başkanı Katja Kipping, Rusya ve NATO için “Kürtlere ihanet ediyor” dedi. Rusya’nın, Türkiye’nin operasyonu için hava sahasını açmasına dikkat çeken Kipping, “Rusya ve NATO’nun Kürtlere ihanet etmesi bir utançtır. Evet, Rusya ve NATO Kürtlere ihanet ediyor” değerlendirmesinde bulundu.[5]
Eğer Rusya taktiksel olarak bu operasyona göz yumduysa, görüldüğü kadarıyla topu Kürtlere attı, ama o topu AKP başka yöne itti, kapmak için de sahaya uzanan ABD ve NATO üyeleri oldu. Aslında AKP’nin, son dönemde, bir konuda belli bir uzlaşı olsa da bunun dışında kendi stratejik hamlelerini taşıdığı bir ajandası olmuştur. Anlaşılan o ki, Afrin için “yeşil ışık” yandığında da kendi ajandasındakini açtı ve ABD’ye göz kırptı. Bu göz kırpmanın taşıdığı mesajı ABD ve NATO üyesi AB ülkeleri “iyi” okudular ve ilk etapta bunun cevabını verdiler. Bu cenahtan Türkiye’ye tam destek geldi. Aynı gazeteden Semyon Pegov bu durumu, “Türkiye Afrin’e saldırdı, NATO müttefikleri birbiriyle yarışa girdiler” cümlesiyle dile getirdi.[6]
Aslında bu, AKP’yi Rusya’dan uzaklaştırmanın bir fırsatı olarak görüldü. Ancak bu tür taktiklerin hareket alanı sınırlıdır. Bir yandan Türkiye’yi destekleyerek Rusya’dan uzaklaştırma fırsatı var, ancak diğer yandan Kürtleri karşılarına almış olacaklar ve onları Rusya ile müttefikliğe yöneltmiş olacaklar. Bu da ABD’nin Kürtler üzerinden Suriye’de edindiği pozisyonu kalıcılaştırma kurgusuna bir “darbe indirme” anlamına gelir. Nitekim Guardian’dan Patrick Wintour, bu konuda NATO üyelerini uyardı. Daha önce Türkiye’nin Rusya’ya yönelmesi konusundaki endişelerini “Erdoğan’ın çevresindeki güçlü Avrasyacı ekip AB’yle kopuştan yana” biçiminde dile getirmişti.[7]
Patrick Wintour’a göre[8] Batılı güçler Suriye’de savaşın sona ermesi ihtimalinin olduğu bu süreçte büyük bir sorunla karşı karşıyalar. ABD, İngiltere ve Fransa, Türklerin diplomatik desteğinin kaybedilmesine karşı koyamadılar. Halbuki Suriye barış süreciyle ilgili Rusya planında Türkiye’nin, Moskova’ya karşı önemli bir gücü temsil ettiği göz önünde bulundurulmalıydı. ABD, İngiltere ve Fransa’nın Afrin’deki Türk operasyonu hakkında yorum yaparken “ortalama yumuşaklıkta” bir dil kullanmalarının nedeni, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şam ve Moskova ile anlaşma sağlayabileceğinden korkmalarıdır. Ama demek ki yazara göre bu “ikircikli” tutum, Türklerin diplomatik desteğinin kaybedilmesi anlamına gelir ve bu da ABD için bir felakete neden olabilecek sonuçlar doğurur. Çünkü “Washington’un 2000 askerini Suriye’de süresiz olarak tutma ve Kürtleri ülkenin kuzeyinde sınır güvenlik gücü kurma yönünde destekleme sözü var. Ama eğer Türk desteğinden yoksunsa, bütün bunları hayata geçirmek için elindeki kartların gücü, herhangi bir basınç oluşturamayacak kadar düşüktür.
Yani özetle, NATO üyelerinin Türkiye’yi yeniden kazanması gerektiğini söylüyor, ama yine de ABD’nin Kürtler üzerinden yürüyen kurgusunun güçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bunun anlamı şudur: “Afrin’deki Kürtlere karşı Türkiye desteklenmeli ama ABD’nin müttefiki olan Kürtlere yoğunlaşılmalı.” Bu da ABD’nin “Fırat’ın doğusu” kurgusuyla uyumluluk gösteriyor. Aslında Türkiye’den de aynı “uyumlu” çıkış geldi.
Kürtlerin “Fırat’ın doğusuna çekilmeleri” meselesi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından aleni bir şekilde söylendi. Ama bu konu üzerinde sözde “pazarlık” yapılıyor ve ABD’ye birer “koşul” olarak sunuluyormuş gibi dile getirildi. Türkiye tarafından ABD’ye uzatılan “zeytin dalı” emarelerine bakacak olursak, birincisi İbrahim Kalın’ın, “Türkiye’nin ABD ile birlikte çalıştığı takdirde daha büyük stratejik çıkarları olacağını”[9] savunmasıdır. İkincisi, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Paris’te görüştüğü ABD’li mevkidaşı Rex Tillerson’dan geldiğini belirttiği “Suriye’nin kuzeyinde 30 kilometrelik güvenli bir hat” önerisini açıklarken, “ABD’yle güven ilişkisi yeniden kurulana kadar, bu konuların tartışılmasının doğru olmayacağını” söyledi. Ama asıl “uyumlu” hamle, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’dan geldi. Bozdağ, “Bizimle bir dayanışma içine ABD girmek istiyorsa, bunun yolu basit. Silah vermeyi durduracak ve verdiği silahları toplayacak. PYD/YPG teröristlerine Türkiye’ye karşı savaşmayı bırakmalarını ve Fırat’ın doğusuna çekilmelerini söyleyecek. PYD/YPG’yi kim eğitti, kim donattı. ABD yaptı. O teknik silahları ABD dağıttı. Bunların eğitimini ABD verdi”[10] dedi.
Görüldüğü gibi aslında bütün meselenin büyüsü, “Fırat’ın doğusuna çekilme” cümlesinde saklıdır. Ve ABD tam da bunu kurgulamaktadır. Bu da Afrin’de Kürtlerin “Şam’la anlaşmaya varmalarını ABD’nin engellediği” iddialarına bir doğruluk katıyor, aynı zamanda ABD destekli QSD’nin PYD ve Kürtler üzerindeki hegamonik konumu hakkındaki kuşkuları da güçlendirmektedir. Çünkü Afrin’de Kürtlerin hem Rusya hem ABD tarafından “yalnızlaştırıldıkları” konuşulurken, bu yalnızlaştırmanın küresel aktörlerle kurulan ilişkiyle doğrudan alakalı olduğu da dile getirildi. Yapılan açıklamalardan, “Kürtlerin hem ABD ile hem de Rusya ile aralarının açıldığı” vurgusu öne çıkarken, Afrin operasyonunun ardından QSD tarafından yapılan açıklamada “Soçi Konferansı ve sonuçlarını reddediyoruz, Ruslar pozisyonlarını tekrar değerlendirmeli” ifadeleri kullanıldı. Aynı açıklamada ABD ile ilgili olarak da şöyle denildi: “ABD Afrin açıklaması ile Türkiye’ye destek verdi. ABD’nin bu tavrı adaletsizdir ve tavrını yeniden değerlendirmelidir, biz onların IŞİD ile mücadelede ortağıyız.” Dikkat edilirse, her iki küresel aktöre yönelik eleştirel bu yaklaşım söz konusu olmakla birlikte, bu açıklama, Rusya ile köprüleri atan, ama ABD ile bir kopuşu ifade etmeyen, yalnızca ABD’nin tercihlerini gözden geçirmesine yönelik bir “davet” içermektedir.
Bu anlamda ortamın oldukça karışık olduğunu söylemeliyiz. Kürtlerin hem “ikili yapı” görüntüsü verdikleri, hem de iki küresel aktörle ilişkilerde “birinden yana taraf olma” eğilimi içinde olduklarının konuşulduğu bir atmosfer var. Görünen o ki, ABD Kürtleri müttefik olarak seçti, ama aynı zamanda böldü! Çünkü Kamışlı-Haseke merkezli Kürt müttefikliği ABD’ye önemli olanaklar sunuyor. Onun için ABD destekli QSD öne çıkarıldı. Gelinen noktada Amerikancı QSD bileşenleri kendilerine alan genişletirken, “başlangıçtaki bağımsız duruş pozisyonunda uzun bir süre direnen PYD liderliğinin Kürt halkı üzerindeki etki alanının bilerek ve propaganda gücüyle daraltıldığı” görüşü hakim. Gözlemcilere göre ABD, Suriye’de sürekli ayrılıkçı çizgiyi derinleştiriyor. Buna karşın PYD, bağımsız bir devlet kurma hedeflerinin olmadığını, gündemlerinde “Demokratik Federasyon” ve “Suriyelilik” olduğunu dile getirmesi, Kürtler arasında bir görüş ayrılığına yol açtı ve ABD sürekli bunu derinleştirdi. Ne var ki Barzani, Kürtlerin tarihsel özlemini araçsallaştırarak bağımsız referandumuna gittiğinde, muhtemelen en çok ABD’ye güveniyordu. Ama ABD tarafından bir çırpıda yalnız bırakıldı. Sonuç olarak deniliyor ki, “PYD yüksek atından inip Suriye ve Suriyeliler için en iyi olanı görmedikçe, “Rus ihanetleri” bir kerelik bir şey olmayacaktır. ABD ihanetleri zaten hep olmuştur ve olmaya da devam edecektir.”[11] Bu tür tarihsel yaşanmışlıklardan sonra şimdilerde şu soru önem kazanıyor: Bu tür “ortada bırakmayı” yöntem edinen ABD ve buna aşina olan Kürt liderliği, gerçek çözümün Suriye’de ve Suriyelilerle mümkün olduğunu görebilecek mi?[12]
Türkiye ABD’ye “zeytin dalı” uzatırken, Soçi mutabakatında verdiği taahhütleri ne yapacağının, keza bu mutabakatı bozduğu takdirde İdlip’ten gelecek tehlikeyle nasıl baş edeceğinin hesaplarını yapıp yapmadığını bilmiyoruz. ABD’yi bölgeye çekip çekemeyeceğini de… Ya da ABD’nin Türkiye’yi yeniden tuzağın içine çekerek manevra alanını daraltıp daralmayacağını kestirmek de güç. Çünkü görünüşe bakılırsa ABD, “30 kilometrelik güvenli alan” teklif ediyor ama aslında Türkiye’ye yeni bir şey sunmuyor. Hatırlanacağı üzere Trump’ın Beyaz Saray’a adım attığı ilk günlerde dillendirdiği ve Türkiye’nin de son derece heyecan duyduğu “Suriye’de güvenli bölgeler kurma” projesi için, ABD-Türkiye müttefiklik ilişkilerinin yeniden tazelenebilirliğine odaklanmıştı. ABD’den uzaklaşsa da AKP’nin, İdlip’ten elinde kalacak olan cihatçı militanlar ve/veya başına kalacak olan mülteciler için bir “güvenli bölge” kurgusu hep vardı. Şimdi bunun ABD ile ortaklaştırılması için bir fırsat yakalandığı düşünülüyor. ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’nun, “Washington Ankara ile, Türkiye hükümetinin Suriye’de 30 kilometrelik alanda kurmayı planladığı güvenli bölgenin hangi yerel güçlerle inşa edileceği konusunu görüşüyor”[13] açıklaması AKP’nin bir “diplomatik başarısı” olarak yansıtıldı. Oysa bu yeni bir şey değil. Aslında Tillerson bu teklifi, Türkiye’nin Rakka operasyonuna dahil olmak istediği ama dışında bırakıldığı dönemde de yapmıştı. Fırat Kalkanı operasyonuyla kontrol altına alınan bölgenin Türkiye için bir “güvenli bölge” olarak tanınabileceği ve buraların yeniden inşasının Türkiye’ye bırakılabileceği “teklifi” sunuldu.
Bunun ya da AKP için yeni “güvenli bölge” hayallerinin mümkün olup olamayacağına, Suriye savaşının yedi yıl sonra geldiği noktadan bakmak gerekir. Buradan bakınca, ABD ile Türkiye’nin “tampon” ya da “güvenli” bölge hayallerinin gerçekleşme olasılığı, BOP’un başarılı olma şansı kadardır!..
Dipnotlar:
[1] Twitter hesabı: https://twitter.com/anton_mardasov
Bütün yazıları: https://vz.ru/search/?s_string=%C0%ED%F2%EE%ED+%CC%E0%F0%E4%E0%F1%EE%E2
[2] https://vz.ru/politics/2018/1/19/904323.html
[3] https://vz.ru/opinions/2018/1/22/904675.html
[4] Hassan Ridha: https://twitter.com/sayed_ridha/status/955359084798095360,
[5] http://gazetekarinca.com/2018/01/almanya-sol-partiden-afrin-tepkisi-rusya-ve-nato-kurtlere-ihanet-ediyor/
[6] Semyon Pegov: “Rusya’nın ileri sürdüğü koşullar Kürtlere uygun değildi. Bu onların kendi seçimleri. Fakat böyle bir sohbet ve sözde anlaşma söz konusu olduğunda, Suriye’de dürüstçe ve açıkça çalıştık. Kürtlere onlara karşı hazırlanan operasyon hakkında bilgi verdik, yardımlarımızı sunduk, karşılığında ne istediğimizi açıkladık. Ihanet nerede?” https://vz.ru/opinions/2018/1/23/904808.html
[7] https://odatv.com/erdoganin-cevresindeki-avrasyaci-ekip-2212161200.html
[8] https://www.theguardian.com/world/2018/jan/23/turkey-preoccupation-syrian-kurds-could-spell-disaster-for-us
[9] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201801241031942360-ibrahim-kalin-turkiye-abd-afirn/
[10] https://tr.sputniknews.com/turkiye/201801251031962602-bekir-bozdag-abd-guvenli-hat/
[11] Hassan Ridha: https://twitter.com/sayed_ridha/status/955359084798095360,
[12] Hassan Ridha’nın adı geçen twitter dizisi: https://twitter.com/sayed_ridha/status/955359084798095360
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.