Lenin’in iç tartışmalarla dolu kitaplarını, metinlerine göz gezdirseniz ve isimleri Ahmet, Ayla yapsanız durum iyice sadeleşir
“Gezi başka!” Neden onu da Batı merkez medyası haber yapmadı mı? Dolaylı, dolaysız desteklemedi mi? Meseleye böyle bakınca “Bizi desteklemesi başka, İran başka” dediğinizde gizli milliyetçilik açığa çıkıyor ne yazık ki. “Ben zekiyim durumu anlıyorum ama İran muhalefeti anlamıyor”
Yazmak zorundayım çünkü efsane olsa da yeni yıla nasıl girersek öyle sürermiş. Öyle sürsün diye yazmalıyım.
Yazmak zorundayım çünkü tartışmak zorundayız.
Yarını bugünden kuracaksak tartışmalıyız.
Ben yazarken İran ayakta, işte buradan başlamalıyım.
Her yerde birçok insanın adını yeni duyduğu gazeteci Savash Porgham’ın İran hakkında konuştuğunu görüyorum. (Biliyor olmak başlı başına yetmez diye eklemeliyim. Gezi’yi bilen AKP’li yok mu, ya da solun, muhalefetin yüzlerce kategorisi? Herkesin değerlendirmesi bilgilerine rağmen farklı…)
Bilmek, tutumunu nasıl alacağını başlı başına belirlemiyor. Tecrübe denilen şey de belirler. Bu tecrübe bazen ne olacağını iyi bilmenin refleksiyle halktan uzaklaştırabilir de sizi…
‘Tecrübe’ her zaman iyi bir şey değildir, ‘bilmek’ de…
Neyse bunları benim de yeni tanıdığım Savash Porgham için söylemedim elbette. O gayet objektif vermeye çalışıyor haberleri ve şimdilik tek kaynağımız gibi gözüküyor. Ama bir sorun daha var ikinci bir gazeteci yok danışabileceğimiz, sorabileceğimiz. Binlerce yıllık komşun hakkında ikinci kimse yok…
Ama bir dakika öyle mi gerçekten?
ABD, İsrail destek verdiğine göre onların işi olduğuna dair ‘hüküm’ verildi bile dün çoktan.
İran ayakta ama biz de ayaktayız elbette. Bedenen olmasa da ruhen öyleyiz. Öyle olduğu için de tartışmalar başladı. Ve şunu da belirteyim Che Guevara gibi hislerini önemsemelidir insan. Bilgi hisle bir anlama kavuşur. Bilgi başlı başına bir şey değildir; yaşamı değiştirmediği sürece ‘önemsiz’ olduğunu anlatır tarih bize…
Tartışmanın alevi Fatih Yaşlı ile atıldı ve hepimizi şaşırtan biçimde Acun Karadağ ile devam etti.
Şöyle dediler…
Acun Karadağ:
Ayaklanmanın kimin kontrolünde çıkarıldığı, sonucunun neyi etkileyeceği önemlidir. Her ayaklanma halkın yararına değildir. İran’daki ayaklanma Amerikan projesidir. Ortadoğu’yu kendi lehine şekillendirmek için İran’a ayar vermek isteyen Amerika’ya karşı İran devletinin yanındayım.
Fatih Yaşlı:
İran’da olan bitene dair henüz kesin bilgiler yok elimizde. Kesin olan ise şu: ABD, İsrail, Suud’un yaşananlardan heyecanlandığı ve bizim bu üçünün heyecanlandığı herhangi bir mevzuya mesafe koymamız gerektiği.
Sonrasında hata yapabileceğine dair de tivit attı Fatih Yaşlı.
Ancak bu söylem öylesine demagojiye açık ki: İktidarın bize söylediğini şimdi buradaki kimi muhalefetin İran muhalefetine söylerken biraz olsun düşünmesi gerekmez mi? Bu cümlelerden İran’ı çıkarsak geriye ne kalır? Biz kalmaz mıyız?
Daha hazin olanıysa; bizim burada her şeye, her tehdide rağmen durmamız, yurtdışında “Bakın muhalifler varlar ve eylem de yapabiliyorlar” diye propaganda edilmez mi, edilmedi mi? O halde direnmemiz “İktidara yarıyor” mu, diyeceğiz? “Demokrasi olmasa sokaklara çıkabilirler mi?” demediler mi Gezi için. Oysa herkes biliyor demokrasi olduğundan değil, insanların cesaretindendi sokaklara çıkmak…
Filistinli Ehed Tamimi’nin “Arkasında kim var!” diye sürekli büyük resme bakarken, Ehed’in arkasında kendine olan inancını, mikro resmi nasıl göreceğiz? Tamimi de bizi görmüyor mu sanıyorsunuz?
İster istemez sol ve devrim tartışmasına giriyor insan. Lütfen, ben bu tarihi bilmiyorum demeyin. Çünkü olaylar anlatılıyor ve bugün nasılsa dün de öyle yaşandı çoğu şey. İnsan ilişkileri ve olaylara bakış babında durum böyle. Sadece isimler değişiyor. Ama Marks’ın dediği gibi ikincisi trajikomik yaşanıyor.
Lenin’in iç tartışmalarla dolu kitaplarını, metinlerine göz gezdirseniz ve isimleri Ahmet, Ayla yapsanız durum iyice sadeleşir.
Neyse; Lenin sürgündedir devrim yılarında ve Zürih’tedir. Ve ben BBC’nin bir belgeselinde aynen şu ifadeyi duyduğumu gayet net hatırlıyorum: “İsviçre Lenin’i Rus halkına armağan etti.” Devamında İngiltere’nin (İngiliz Emperyalizmi) devrimin oluşumuna nasıl katkı sağladığını da anlattı. “Bu devrimi biz yaptık!” dedi kısacası. I. Dünya Savaşı yıllarıdır ve saflar netleşmiştir. Bu haliyle siz bu bakış açısıyla Ekim Devrimi’nin olmadığını da söyleyebilirsiniz; çünkü İsviçre, çünkü İngiltere…
Güncel meseleye dönersek Arakan için soykırıma karşı çıktığınız zaman AKP ile bir olmazsınız. Her kırıma karşı çıkmış olursunuz. Şununla ya da bununla yan yana düştüm, demeyin lütfen, ve bunun özgüvensiz bir söz olduğunu da söylemek zorundayım. Bu tutarlılıkla duran sizin değil diğerlerinin derdidir.
Nihayet Latin Amerika devrimi ve mücadelesi Kurtuluş Teolojisi’ne sahip din insanları ile de doludur.
Şimdi İran’a ne diyeceğimizin ne önemi var diyemem. Tüm dünyanın ezilenleri birleşin şiarını çok seven bizler kimi ezilen görüp görmediğimize göre tutum alıyoruz bu haliyle. “Sen İran’da İslam Cumhuriyetinde yaşa, bana laik yaşam yolları” demiş oluruz bu haliyle. İran muhalefetini bir anda ABD, İsrail ajanı ilan edip ben devletin yanındayım deyiveriyorsunuz. Haliyle Gezi’ye nasıl bakıyorlar diye düşünüyorum? Her şeyi oradan hizalayamayız ama insanız işte; ne yapalım, yaşadıklarımızdan yola çıkarak aklımız çalışıyor işte. “Gezi başka!” Neden onu da Batı merkez medyası haber yapmadı mı? Dolaylı, dolaysız desteklemedi mi? Meseleye böyle bakınca “Bizi desteklemesi başka, İran başka” dediğinizde gizli milliyetçilik açığa çıkıyor ne yazık ki. Ben zekiyim durumu anlıyorum ama İran muhalefeti anlamıyor.
Elbette ABD’nin destek açıklamalarını görmüyor değilim ben de. Ama bir yandan da “Galiba eylemleri sönümlendirmek için bu açıklamaları yapıyorlar” diye de düşünmeden edemiyorum. Çünkü bu sokakta canla başla direneni de irrite ediyor ve direnişini gasp ediyor. Mesela aynı batı Cizre, Sur bodrumlarına sessiz kalıyordu bir yandan da, Türkiye’de büyükşehirlerde devasa çoğunluğun sessiz kaldığı gibi.
Burada Sisi’yi de anmalıyım. Halklar sokaklara çıkmışken, kanını canını veriyorken onun darbeyle bu ayaklanmayı gasp ettiğin düşünüyorum? Sisi’nin gasp etmesi halkın sokakta direnişte olması esasını değiştirmez ama ne yazık ki biçimi değiştirir.
Şimdi hepimiz iyi biliyoruz. Yüzbinlerce ölürsün devletler ses çıkarmaz (Konjonktür ve ilişkilerine göre), sonra bir yaprak düşer bu sefer çıldırmışçasına tepki gösterebilirler. Emperyalizmin ve devletlerin reel politikacılarının bu konjonktürel tavrı bizimle değil onlarla alakalıdır. Mesela AKP’nin de durum değişmediği halde dönem dönem Kırım’ı, Uyguları gündem etmesi gibi. Durum değişmiyor ama politika durmadan değişiyor…
Ne yapacak İran muhalefeti; “Alo New York Times mı? Kaldırın o haberi lütfen, sonra bize Batı destekli diyorlar?” diye telefon mu etsin, ne yapsın?
Acı gerçek şu: ne yaparsanız yapın bu birilerinin işine gelebilir. Hindistan bağımsızlık savaşı veriyorken Fransa’nın, Cezayir bağımsızlık savaşı veriyorken de İngiltere’nin…
– Tam olarak ne zaman bağımsızlık savaşı verelim?
– Ben size söylerim! Ya da şöyle; hiç bir emperyalist güç ve devletin işine gelmediği zaman harekete geçin…
O zamanın asla gelmeyeceğini herkes bilir. Herkesin bildiğini biz bilmez miyiz?
Hitler’le Stalin’in savaştan 6 ay önce saldırmazlık anlaşmasını yaptığını da herkes bilir. Hitler SSCB’ye saldırınca da ABD ile ittifak yapıp Hitlere karşı savaştığını da…
Herkes bilir, ittifak meseleleri komplike meselelerdir.
Meseleye kestirmeden ve bu kolaycılıkla bakınca; Hitler’e karşı savaşınca ABD’ye yaramakta, savaşmayınca Hitler’e yaramaktadır…
Oysa kişisel hayatlarınız, ilişkileriniz bile bu kadar basit ve düz değildir.
Bu karmaşa içerisinde Alevilerin büyük oranda, Dersim Katliamı’na rağmen neden CHP’ye oy verdiğini anlayamayız. Kolayca “Celladına aşık” diyemeyiz.
Yaşam işi komplike meseledir…
Bundan kırk yıl önce Humeyni ile ittifak yaparak Şah’ı deviren Komünistler şimdi yine bir olur mu kimi İslamcılarla? Karışık iş…
Kum şehrinde Suudi Arabistan’a selam göndermiş mi kimi protestocular? Evet göndermiş. Bizim Gezi’de de, olmadık yerlere selam yollayanlar çıkmadı mı? AKM’nin ön cephesine asılan pankartlar, her ekolün direnişçi ve önder kabul ettiği kişilere selamla dolu değil miydi?
Belki Acun Karadağ’ı görmüştür bir İranlı muhalif ve etkilenip çıkmıştır sokağa. O nasıl aylardır bazen bir, bazen beş-on arkadaşıyla direniyorsa ben de çıkarım öyleyse demiş olabilir mi? Mümkün, hem de çok. Cesaret bulaşıcıdır demedik mi? Cesaret havada uçup kaybolur mu sınırları aşınca? Konmaz mı birinin omzuna? Biz niye Elisabeth Eckford’u konuşuyoruz hâla? Edward Said’i, Franz Fanon’u…
Bizim gördüğümüzü onlar da görmez mi? Görme karşılıklı değil mi direnenler de?
İnsan kıyar mı İran’daki yoldaşına, kadın direnişçilere…
Tartışalım çünkü tartışmama çürüme demektir. Baksanıza, AKP çürüdükçe Abdullah Gül’ü bile konuşturmuyor… Çürümenin ilacı tartışmadır.
Hale bak, yeni yıla fındık fıstık yiyerek girmenin bile direniş sayıldığı zamanlardayız. O halde lütfen aranızda tartışmayın demeyin. Bu önemli. Yediğimiz fıstık bile İsrail ABD ajan fıstığı ilan edildi edilecek çünkü…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.