Rehine olaylarında azalma sağlamanın yolu onu yaratan koşulları ortadan kaldırmaktır ve özellikle demokrasiyi koruyarak siyasi istikrarsızlıkla mücadele etmek ve küreselleşmenin tahrip edici etkilerinden korunmak olacaktır Kökeni, Milattan Önceki yıllara kadar giden, 1970’ten sonra ulusal kurtuluş savaşları ve “terör olayları” sonrası giderek artan ve bugün savaş, çatışma ve siyasi karışıklıkların dışında sadece fidye ya da para […]
Rehine olaylarında azalma sağlamanın yolu onu yaratan koşulları ortadan kaldırmaktır ve özellikle demokrasiyi koruyarak siyasi istikrarsızlıkla mücadele etmek ve küreselleşmenin tahrip edici etkilerinden korunmak olacaktır
Kökeni, Milattan Önceki yıllara kadar giden, 1970’ten sonra ulusal kurtuluş savaşları ve “terör olayları” sonrası giderek artan ve bugün savaş, çatışma ve siyasi karışıklıkların dışında sadece fidye ya da para kazanmak için insan kaçırma ya da rehin tutma vakaları hep var olmuştur.
Çağımızda her yıl dünyada kaçırılan ya da rehin tutulan insan sayısı yaklaşık 30 bindir ve 1990 yıllarından sonra artış yüzde 70’tir. Bu piyasada dönen paranın miktarı da 1 milyar avrodur.
Son 8 yılda “terör örgütü” sayılan grupların fidyeden aldıkları para 120 milyon dolardır.
Kaçırılan ancak medyaya yansımayan insanların sayısı da dikkate alınırsa bu sayı çok daha fazla olmalıdır.
Kaçırılanların yüzde 25’i batılıdır.
2016 yılında rehin tutulan insan sayısı (bilinen) 107’dir ve çoğu da çatışma alanlarında yer almaktadır. Bunların 17’si Avrupa, 9’u ABD kökenlidir.
İnsan kaçırma-rehine olaylarında en büyük pay yüzde 75 ile Latin Amerika’nındır.
Afrika’da Boko Haram ya da Irak-Suriye’de IŞİD’in kaçırdığı ve köle olarak kullandığı ya da cinsel nesne olarak sattığı kız çocuklarını unutmayalım.
Sözlük tanımına göre rehine ya da tutsak “anlaşma, sözleşme ya da bir isteğin yerine getirilmesi için güvence olarak ele geçirilen kimse”dir.
“Stockholm sendromu” ise kaçıran ile kaçırılan kişi arasında kurulan bağdır. Kaçırılan, rehin kaldığı sürede kendisini kaçıranın davasına ortak olur.
Rehinenin anlam ve kapsamı da zamanla değişir.
Rehinenin tarihsel seyir içindeki uğrakları ev sahibi (hospes), güvenlik (obses) ve iş (res) olarak özetlenebilir.
Kısaca örneklerle görelim.
Rehine köken olarak ilk anlamıyla “verilir”. Bir sözleşme ya da bir sözün yerine getirilmesi için verilen bir teminat, güvencedir. İlk kez firavunlar zamanında Mısır’da görülen rehine verme Yunan uygarlığında devam eder. Büyük İskender’in babası olan II. Filip 14 yaşında (M.Ö.368) kardeşi Makedonya kralı II. Aleksandr tarafından Tebai kentine rehine olarak verilir. Aleksandr Teselya’da çatışmadan sonuç alamayınca Tebai kentiyle yaptığı anlaşma sonucu kardeşini yollar. 3 yıl rehine kalır.
Orta-Çağ’da rehine verme devam eder. Genelde asiller, toplumun tanınan kişileri rehine olarak verilir, yani evin sahipleri. 1347 yılında, Fransa’da Calais kentinin burjuvaları kentlerini kurtarma karşılığında Kral III. Edouard’a rehin olurlar. Gelenek olan rehine verme Osmanlı’da da görülür. İskender Bey diğer adıyla Jean Castriota (Skanderberg) Osmanlı sarayına rehin olarak gönderilir. II. Murat zamanında iç oğlan olarak yetişir ve askeriyede hizmet eder. Daha sonra Osmanlıya karşı Arnavutluk’un bağımsızlığı için savaşır.
1748 Aix-la-Chapelle anlaşması gereği İngiltere asillerinden bir grup Fransa’ya Kuzey Amerika’dan toprak verilinceye kadar Paris’te rehin olarak verilirler.
Ev hapsinde tutulurlar. Rehineye verilen değer değil rehinenin kendisi önemlidir.
Ulus Devlet’in ortaya çıkmasıyla rehine verilmez, “alınmaya” başlanır. Güvenlik ve teminat aracı olur. Egemenliği temsil eden artık halktır. Savaşlarda, baskı aracı, askeri avantaj sağlama aracı olarak ve kişinin kimliğine bakılmaksızın halktan rehine alınır. Yerinde tutulabilir ya da başka yere nakledilirler.
1.ve 2. Dünya Savaşlarında olduğu gibi cephelerde kalkan olarak kullanılırlar ya da asker konvoylarına eşlik ederler. Düşmanı cezalandırma aracıdır.
Bilgi elde etmek, esir düşen kişiyi kurtarmak adına halktan, direnişçilerden insanlar rehin alınır ve gerekirse kurşuna dizilir.
Bugünkü dünyamızda rehine verme kaybolmuştur. Değişik amaçlarla rehine alma olayları dışında “adam kaçırma” ile rehine, satılan ya da satın alınan bir “şey” olur. İnsanlıktan çıkar, nesne olur. Yeni bir “iş” dünyası yaratır. Rehine karşılığında artık “fidye” vardır. Olay parasallaşır. İnsan vücudunu maddeleştirir. Rehine tutulan insan değil belki de özgürlüğüdür.
Rehine bir gerçeğin kendisi ve ilkelerinin temsilcisi olur: Sömürgeciliktir, kapitalizmdir, fanatiklerdir, dinden çıkanlardır.
Rehine şantaj aracıdır; bir suikastı yapanlar teslim edilinceye kadar insanlar rehine tutulur.
Rehine takas aracı olur; casuslar rehine alınır ve sonra da sınırda değiştirilir.
Yaratacağı etki önemlidir; rehinelerin masumiyetleri kullanılır.
İnsani ve demokratik değerler açısından rehine rahatsızlık yaratır, tedirgin eder.
Dikkat çeker, kamuoyunu hareketlendirir. Rehine sayısı çok önemli değildir.
Sözde düşmana karşı rehine baskı aracı olarak kullanılırken düşman kavramı dışında başka insanlar (doktor, mühendis, gazeteci, öğretmen, teknisyen) kaçırılır.
Bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle “sayısal rehine” kavramı ortaya çıkar. Bilişim dünyasındaki korsanların yolladığı “casus yazılım”, “virüslerle” bilgisayarınız kilitlenir, rehin alınır. Size izlendiğiniz ve yasaları ihlal ettiğiniz hissi verilerek “fidye” istenir.
Kavram savaş suçları içinde sayılırken sonra tanımı yapılarak zamanla rehine alınmasını yasaklar.
8/8/1945 tarihli Uluslararası Askeri Mahkeme rehinelerin öldürülmesini savaş suçları arasında sayar.
12/8/1945 tarihli Cenevre IV. Sözleşmesi, savaş zamanı sivil halkın korunmasıyla ilgili olarak 28. maddede insanların kalkan olarak kullanılamayacağını ve askerlere eşlik edemeyeceğini, 34. maddede de rehin almanın yasak olduğunu belirtir.
8/6/1977 tarihli Cenevre ek sözleşmelerinde rehine almanın yasak olduğu yeniden belirtilir.
1970 sonrası artan uluslararası terörizm ve rehine alma ile birlikte yeniden rehine kavramı gündeme gelir (1972 Münih Olimpiyatları-Kara Eylül olayı).
16/12/1970 La Haye sözleşmesi yasadışı olarak hava aracına el koymayı yasaklar (pilot ve ekibiyle birlikte).
23/8/1971 tarihli Montréal Sözleşmesi sivil havacılıkta sabotaj ya da imhaya karşı önlem alır.
14/12/1973 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda diplomatlar ve kaçırılmalarıyla ilgili önlemler konuşulur.
27/1/1977 tarihli Avrupa Konseyi’nin “Terörizmi Önleme Avrupa Sözleşmesi” hava aracı, diplomat olayları dışına çıkarak ilk kez siyasi özelliğini kaybeder ve kaçırma, rehin alma ya da keyfi zorla tutma olaylarına yer verir ve özellikle siyasi güdülerle yapılanları yasaklar.
17/12/1979 tarihli New York sözleşmesinde rehine olayı ilk kez bağımsız, ayrı suç olarak ele alınır. 1. Maddesi, herhangi birinin (Devlet görevlisi de olabilir) üçüncü bir şahsı yani Devlet’i, uluslararası ya da hükümetlerarası bir kuruluşu, gerçek ya da tüzel bir kişiyi, grubu bir kişiyi rehin alır, zorla tutar, öldürmeyle ya da yaralamayla tehdit eder, zorla tutmaya devam eder, herhangi bir eylem yapmaya zorlarsa, rehineyi kurtarmaya yönelik doğrudan ya da dolaylı yollardan çekinmeye zorlarsa rehine olayı ortaya çıktığını belirtir. Ancak gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında çıkan görüş ayrılığı nedeniyle bu sözleşmenin silahlı çatışmalarda yapılan rehin olaylarına ve ulusal çatışmalara (içsel durum-aynı devlet ve aynı tabiyet söz konusu ise) uygulanmaması kabul edilir.
En son olarak, 17/12/2009 tarihli 1904 No’lu BM Güvenlik Konseyi kararında rehine olayı para almak ve siyasi başarılar, bir ödün elde etmek olarak ele alınır ve devletlerin önlem alması istenir.
Rehin alma, insan kaçırma ile ilgili farklı uygulamalar vardır. Rehin alma genelde yasaktır ve hapis ve para cezası öngörülmüştür. Ancak fidye ödenip ödenmeyeceği konusunda farklı görüşler vardır. İki görüş söz konusudur:
ABD, İngiltere, Rusya, İsrail, Avustralya, Yeni Zelanda yasaklarken, Fransa, İspanya, Almanya, İsviçre, Avusturya fidye ödemeyi engellemeye çalışır ya da esnek davranırlar.
Yasakla özellikle uluslararası rehine olayı çözülemez. Rehin alan yasallığı dinlemez, ulusal yasaları bilemez, bilseler de onlara pek uygulanmaz ve fidye ödense bile bu sadece ödeyeni ilgilendirir. (Sadece, Somali kıyılarında korsanların belirli bir kazanç elde etmeye yönelik yaptığı rehin alma olayları, önlemler alınınca hemen hemen sona ermiştir ).
Rehin alma karşılığında bir dava ileri sürülüp fidye istenirken insan kaçırma adi bir suç içine girer ve sadece finansaldır.
Özellikle 1990’lı yıllardan sonra rehin alma ve insan kaçırma olayları giderek artış göstermektedir. Bunun üç önemli nedeni olabilir:
Rehine alanlar kimler? Son yıllarda özellikle cihatçı gruplar, “terör grupları”, mafya ve benzeri çeteler, sadece para amaçlı ve medyaya pek yansımadan insan kaçıran kişiler, banka soygunları gerçekleştirenler. Rehine alan kendini alacaklı ilan eder. Kendi ya da grubun iddiası, keyfi kararıdır. Hukuku gasp eder. Kimi kez devlet karşıtlarını susturmak için gözaltında, hücrelerde rehine tutar, gözdağı verir. Kaçıranlar piyasa ve riske göre (özellikle para amaçlı kaçırmalar) yani tespit edilme, takip, yakalanma risklerine göre davranır ve fidye isterler.
Neden ve kimler rehine alınıyor? Olayın siyasi (medyaya duyurma, dava ve talepler açıklama, ülkelere ceza verme) ve finansal boyutu (Fidye elde ederek harekete destek sağlama-silah satın alma, maaş ödeme, araç-gereç satın alma ya da sadece para kazanma) vardır. Fidye her zaman para karşılığı olmaz. Fidye yerine silah, araç-gereç ya da yandaşların serbest bırakılması istenir.
Olay duyuldukça fidye artar, fidye arttıkça olay daha fazla duyulur. İstenilen de budur.
Siyasiler, çalışanlar, gazeteciler, diplomatlar, zenginler ve aile üyeleri; kısacası para edebilecek her insan.
Siyasi rehine zor, risklidir ve istekler hep abartılıdır. Bazen yapacak bir şey yoktur. Rehineyi tutmak ve sonra da öldürmek zihinleri etkilemek ve hareket için önemlidir.
Kimi kişiler ya da gruplar rehine alıp daha fazla fidye sağlayabilecek başka kişi ya da gruplara satabilirler.
Fidye tutarı nasıl belirlenir? Tutar görüşmelerle belirlenir. Bu işin uzmanları vardır ve genellikle eski istihbarat ya da “terör” uzmanlarıdır. Görüşme ayrı bir uzmanlık alanıdır. Blöfü çoktur. Devlet adına ya da kaçırılan şirket personeli adına görüşmeler yaparlar ve bazen ordu devreye girebilir. Bu iş için kendilerine ödeme yapılır. Ayrıca bilgi verenlere, işbirlikçilere, rehinelerle ilgilenenlere (yemek yapan) ödeme yapılır.
Ödemeyi kimler yapar? Önce kaçırılanların ailesi, şirket (çalışan ise) ve devlet. Her ne kadar Devletler herhangi bir ödeme yapılmadı dese de mutlaka bir karşılığı vardır. Devlet doğrudan ödemese de aracı olarak başka devletler devreye girer.
Eğer kaçırılan kişilerin sigortaları varsa şirketler ödeme yapar. Primler kişilere (gazeteci, şirket çalışanı, diplomat) ve ülkelere göre değişir. Prim fidyeyi, görüşmeleri, tıbbi yardımı, ulaşımı içerir. 1932’de ünlü Lloyd şirketi ilk kez “Kaçırma&Fidye” (Ransom and kidnapping) sigortasını uygulamaya koyar.
Bugün İngiliz şirketi Hiscox bu tür sözleşmelerin yüzde 70’ini elinde tutar.
Rehine olaylarında azalma sağlamanın yolu onu yaratan koşulları ortadan kaldırmaktır ve özellikle demokrasiyi koruyarak siyasi istikrarsızlıkla mücadele etmek ve küreselleşmenin tahrip edici etkilerinden korunmak olacaktır.
Sadece yasa dışı yolla para kazanma amaçlı insan kaçırmalarla da, kaçırılanların can güvenliği ön düzlemde tutularak mücadele edilmelidir.
Rehin almanın ya da insan kaçırmanın amaçları dikkate alınarak halkın güvenliği konusunda gerekli önlemler alınmalıdır. Uluslararası sözleşmelerde “rehine” tanımı açıkça belirtilmeli ve işbirliği sağlanmalıdır. Özgürlük esastır.
Bir kitap:
Dorothée Moisan: Business des otages, Fayard, 2013.
Kaynaklar:
Cécle Heninon: L’industrie du rapt, nouveau fléau d’Irak est en pleine expansion, 28.09.2004, le monde.fr,
İrene Herrmann, Daniel Palmeri; une figure obsédante: L’otage à travers les siècles, icrc.org
Patrick Morvan: L’otage en droit, afvt.org
francetv.info.fr; lacroix.com; lemonde.fr; huffngtonpost.fr; francais.rt.com; fr.wikipedia.fr; liberation.fr; slate.fr; defensecitoyenne.fr; mondafrique.com; laliberte.ch; notes-geopoltiques.com; ici.radio-canada.ca.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.