Kız çocukları ve kadınlara dini ve eğitim kurumları aracılığıyla biçilen rol evet hepimizi bunaltabiliyor. Toplumsal ilişkilerdeki gerileme ve daralma umutsuzluğa yol açıyor
Kız çocukları ve kadınlara dini ve eğitim kurumları aracılığıyla biçilen rol evet hepimizi bunaltabiliyor. Toplumsal ilişkilerdeki gerileme ve daralma umutsuzluğa yol açıyor. Ama özünde bu bunalım, insan ilişkilerini ve emeğini siyasal İslam silahıyla yağmalayan Türkiye sermayesinin bunalımıdır diye düşünmek gerekiyor
Şöyle genel bir soruyla konuya girmeye çalışalım: Tarihsel olarak üretim ilişkilerinin geldiği aşamayı geriye çevirmek mümkün müdür? Ya da üretim ilişkileriyle belirli bir aşamaya dek uyumlu görünen ve daha sonra üretim ilişkilerinin karakteri ile çatışan üretici güçlerin seviyesi geri plana atılabilir mi?
Bugün bu ülkede ya da benzer şekilde dünyanın başka yerlerinde yaşanan kimi sosyal olaylar, bizlere, üretim ilişkilerinin mevcut biçimi açısından çok şaşırtıcı gelebilmektedir. Örneğin emeğin özgürce alınıp satıldığı günümüzde, şurada veya burada köle haline getirilmiş; kimliğine, pasaportuna el konulmuş, borçlandırılarak rehin alınmış insan ve topluluklarla karşılaşmak herkeste büyük şaşkınlığa neden olmaktadır. Emeğin feodal bağlarından sıyrılarak özgürleşmesi, kapitalizmin serbest rekabetçi temelinin atılıp serpilmesinde önemli rol oynar. Belirleyici olarak köleci toplumu ayakta tutan köle emeği ne ise, toprağa dolayısıyla da toprak sahibi derebeyi, senyör ya da onların bir biçimdeki toplamı imparatora bağlı olan feodal toprak köleliğinin kendisi oydu.
Emeğin her iki şekilde de bağımlı olması elbette yeni bir üretim ilişkisinin ortaya çıkmasına yol açamazdı. İkisi arasında insan bilincine bağlı olmayan bir uyumsuzluğun kendini var etmesi gerekiyordu. İçinde insan emeğinin de asıl olduğu üretici güçlerin gelişimi köleci toplum ilişkisini nasıl yadsıdıysa, feodal ilişkileri de yadsıyıp kendine yol açtı ve kapitalist pazar ilişkileri içinde ilerlemeye başladı.
Kapitalist üretim ilişkilerinin 15. ve 16.yy’dan sonra Rönesans ve Reform hareketlerini de arkasına alarak nasıl bir gelişme gösterdiği hepimizin malumudur. Sadece şunu bir kez daha belirtmek gerekir ki gelişmiş kapitalist ilişkiler bir nesnenin üretimi için gerekli olan sermaye karşısında (toprak, su, maden, orman, vb. hammadde) özgürleşmiş emeği; yani istediği yerde, istediği patronun kapısında çalışma özgürlüğü olan emeği gerekli kılar.
Özgür emek, insan emeğinin köle sahibi ya da derebeyi karşısında serbest kalmış olmasını ifade ettiği kadar, geçmiş her dönemde asla görünürde olmayan, erkek egemen ilişkilerin içine gizlenmiş kadın emeğinin de gittikçe özgürleşerek, fark edilmesini gerektirir. Gelişmiş kapitalist ekonomilerde emek pazarı açısından kadın ya da erkek bireyin kendisi ve emeği üzerindeki pazarlık hakkı çok önemlidir. Anlaşılacağı üzere iyi gelişmiş bir kapitalist toplum, bir bakıma özgür ve yeri geldiğinde üzerinde hak iddia edilebilir bir emek üzerinde yükselmiştir. Yok, böyle değil de, eğer üstelik bir de emeğin kadın yanını Türkiye gibi bir ülkede olduğu şekliyle İslam kurallarını devreye sokarak baskılamaya başladığınızda orada önemli toplumsal bir soruna yol açacaktır.
Kadın emeğinin, kapitalizmde de varlığı ortadan kalkmamış olan erkek egemen güç ilişkilerinin etkisinde olması, üretim ilişkilerinin kapitalist karakteri ile üretici güçlerin seviyesi açısından bir çelişki doğurmaktadır. Kız çocuklarının eğitimlerini sürdürmeleri üzerindeki baskılar, küçük yaşta eve kapatılmaları, tesettüre sokulmaları, çocuk yaşta evlendirilmeleri, baba, ağabey ya da kocanın izni olmadan çalışamaması, bireye tanınmış olan hukuki hakları (evlilik, boşanma vb.) kullanırken serbestçe hareket edememesi kadın emeğinin özgürleşmesi üzerindeki bitip tükenmez olumsuzlukların yansımasından başka bir şey değildir.
Kapitalizmin yeryüzü üzerinde sömürüsüz, mutlu ve bütün canlılar için sürdürebilir doğal yaşam açısından bir engel teşkil ettiği artık ayan beyan ortada. Başka bir deyişle insanın kendi türüyle adil ve mutlu yaşamasının önündeki en büyük engel bu sistemin kendisidir. Böyle olduğu için de sürekli bir bunalım yaşıyor; bunaldıkça da emekçiler yoksullar üzerindeki baskısını ileri boyutta arttırıyor. Yüzyıllar ya da bin yıllar öncesinde günümüze göre artık çok ilkel ve geri olan düpedüz köle emeğine bile sarılıyor. Türkiye’de sömürüyü arttırmak için emek üzerinde ileri seviyede bir baskı uygulanıyor. İş kazaları göz göre göre katliam boyutundayken, bir sorun yaşanmamışçasına, çalışma kaldığı yerden devam ediyor.
Genel toplum üzerindeki baskı ve sömürünün boyutu kadın söz konusu olduğunda daha vahim bir hal alıyor. Kadının ve kadın emeğinin eli kolu bağlanıyor. Kadına bin yıllar ya da yüzyıllar öncesinden yüklenen misyon yeni ve modern eğitim araçlarıyla yeniden yükleniyor. (Bir anaokulu oyununda kız çocuklarına, büyükanalarımızın geçmişte yaptığı gibi erkeğin ayağını yıkama rolü biçiliyor) Kadının işini olduğu kadar eşini seçme hakkı da baskılanıyor. Kontrolsüz doğum telkin ediliyor vb.vb. Elbette mevcut üretim ilişkilerine göre kendine pozisyon alan üretici güçlerin bir bileşeni olan kadının din kisvesiyle geri pozisyona itilmesine özellikle vurgu yapmamız gerekiyor.
İyi de, kadın ve çocukların aydınlık ve aktif birer toplumsal güç olmalarını hedef alan gericilik nereye kadar kendini dayatır? Üreteci güçlerin gelişimi durdurabilir mi, ya da üretim ilişkilerinin şekli değiştirilebilir mi? Herkes yeniden köye dönüp karasabanla ekip biçer mi? Kadınlar eskiden olduğu gibi 8, 9, 10… çocuk doğurabilirler mi? Evdeki televizyonun yerine masalcı nineler geçebilir mi?
Kız çocukları ve kadınlara dini ve eğitim kurumları aracılığıyla biçilen rol evet hepimizi bunaltabiliyor. Toplumsal ilişkilerdeki gerileme ve daralma umutsuzluğa yol açıyor. Ama özünde bu bunalım, insan ilişkilerini ve emeğini siyasal İslam silahıyla yağmalayan Türkiye sermayesinin bunalımıdır diye düşünmek gerekiyor. Kapitalizmden geriye dümen kıramayacak olan sermaye sosyal ilişkileri bir yere kadar geriye çekebilir. Gerilen ip de bir yerde kopup ileri fırlayacaktır. Tarihin akışı yavaşlayabiliyor, yalpalayabiliyor ama asla geriye dönemiyor. İslamcı sermaye, nesnelde kapitalist ama toplumsal üst yapıda üretici güçlerin gelişim seyrine uyumsuz engelleri dayatıyor. O da ancak bir yere kadar devam edecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.