Boş hayallerle Filistin direnişinin elini kolunu bağlayan Oslo Anlaşması’nın tabutuna son çivi de çakıldı. Şimdi yeni ve gerçek alternatifleri aramanın zamanı
Boş hayallerle Filistin direnişinin elini kolunu bağlayan Oslo Anlaşması’nın tabutuna son çivi de çakıldı. Şimdi yeni ve gerçek alternatifleri aramanın zamanı
ABD Başkanı Donald Trump, 6 Aralık’ta Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyarak çeyrek asırlık yanılsamaya son verdi. Artık Filistin sorununun ABD’nin arabuluculuğunda bir müzakere süreciyle çözülebileceği iddiası bizzat ABD tarafından çürütüldü. Boş hayallerle Filistin direnişinin elini kolunu bağlayan Oslo Anlaşması’nın tabutuna son çivi de çakıldı. İsrail ve Filistin devletlerinin yan yana yaşadığı “iki devletli çözüm” seçeneğinin gerçek bir seçenek olmadığı, İsrail devletinin kendini Filistin’i bütünüyle yok ederek var etmeye odaklanmış bir proje olduğu en etkili ve birinci ağızlardan ifade edilmiş oldu.
Birleşmiş Milletler’den AB’ye, Rusya’dan Türkiye’ye pek çok aktör Trump’ın kararına tepki gösterdi. Ancak uluslararası alandaki bu tepkilerin bir hükmü yok. Direniş örgütlerinin intifada çağrıları da, “İsrail’e Gazze’den birkaç füze atışı ve ardından gelecek ağır İsrail saldırısı ile halkın tepkisinin bastırılması” döngüsünü aşamadığı sürece bir durum değişikliği yaratmayacak.
Çünkü Trump’ın bu gayrimeşru kararı, İsrail işgalinin ABD desteğiyle sınır tanımadan ilerletilmekte olduğunu ve Filistinlilerin haklarının aslında hiç tanınmadığını itiraf etmekten başka bir şey değil. Bir yönüyle gerçeğin adını koyuyor.
İsrail, 1980’de ebedi başkent ilan ettiği Kudüs’ü 1967’den beri işgal altında tutuyor. Uluslararası anlaşmalarda Kudüs’ü başkent statüsünde gösteriyor ve itirazla karşılaşmıyor. Birleşmiş Milletler kararına göre esas kabul edilen 1967 sınırlarına çekilmediği gibi sürekli daha fazla Filistin toprağını işgal ediyor.
Trump’ın kararı, Oslo Anlaşması’yla işgalin ve teslimiyetin üstüne örtülmüş yanılsama perdesini kaldırıyor.
1993’te Oslo Anlaşması’yla Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail Devleti ABD arabuluculuğunda birbirlerini karşılıklı olarak tanımış ve soruna müzakereler yoluyla çözüm bulmak üzere anlaşmıştı.
Anlaşma 1967 sınırları esas kabul edilerek bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve mültecilerin geri dönüşü, yasadışı yerleşimler ve Kudüs’ün statüsü konusunun da müzakere edilmesini öngörüyor, bu süreçte yetkileri sınırlı bir Filistin Yönetimi kurulmasını kabul etse de Filistinlilerin haklarını güvenceye alan net bir ifade içermiyordu.
Oslo Anlaşması’nın tek gerçek sonucu vardı: Filistin direnişinin elinin kolunun bağlanması. Ramallah’taki Filistin Yönetimi’nin yetkisi, ne zaman geleceği belli olmayan çözüm için müzakere koşullarını korumak adına İsrail’e karşı direniş eylemlerini engellemekti. Filistin Yönetimi, İsrail saldırıları karşısında Filistin’i savunmadı ama saldırılara karşı direniş eylemlerini sürdüren Filistinli örgütlerin liderlerini tutuklayarak İsrail’e teslim etti. Filistin Yönetimi bir yandan da uluslararası fonları paylaştıran, iç birliğini de bu çıkar ağlarıyla sağlayan çürümüş bir yapıya dönüştü.
Oslo’dan 24 yıl sonra Trump’ın, “müzakere edilecek bir çözüm projesi yok” diye de okunabilecek Kudüs kararı; iki devletli çözüm projesini, bu yöndeki Birleşmiş Milletler kararlarını, Oslo Anlaşması’nı ve Filistin Yönetimi’nin mevcut pozisyonunu bütünüyle anlamsızlaştırdığı gibi Filistinlileri bir başka seçenek yaratma zorunluluğuyla baş başa bıraktı.
BDS Türkiye’nin (Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi) 9 Aralık’ta düzenlediği “Balfour Deklarasyonu’nun 100. Yılı ve Tarihsel Sorumluluklar” konferansı, Trump’ın kararının ardına denk geldi. Konferansın iki önemli konuğu vardı. Yahudi kökenli anti-Siyonist tarihçi Ilan Pappe ve Filistinli tarihçi Adel Manna ile konferansın ardından Trump’ın kararını ve muhtemel sonuçlarını konuştuk. Sohbete Filistin Kurtuluş Örgütü’nün tek Yahudi üyesi ve El Fetih Devrim Konseyi’nde mücadeleci/sol kanatta anılan Uri Davis de eşlik etti.
Pappe konferanstaki sunumunda Trump’ın Kudüs kararının sonuçlarına ilişkin iki tespitte bulunmuştu: Birincisi; bu karar ile Filistinlilerin ABD’ye herhangi bir şekilde güvenmek için bahanesi kalmadı. İkincisi; iki devletli çözümün tabutuna son çivi çakıldı. Böylece Filistin için yeni/gerçek alternatifler aranabilir.
Pappe’nin iki devletli çözüm dışı bir alternatif ile kastettiği şey Tek Devlet çözümü[1]: Tarihsel Filistin toprakları üzerinde, “Filistin’in tarihsel toprakları, dini, etnisitesi, ulusal kökeni ya da mevcut vatandaşlığı ne olursa olsun, 1948’den bu yana kovulan ve sürgün edilen ve üzerinde yaşayan herkese aittir” ilkesi üzerine kurulu, yani Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkının tanındığı, Arapların ve Yahudilerin eşit yurttaşlık haklarına sahip olduğu, laik ve demokratik tek bir devlet. Pappe deklarasyonu hazırlayanlar arasında yer alıyor, Davis de ilk destekçilerden biri. Bir yönüyle imkânsız gibi görünen bu proje sorunun çözüme kavuşturacak tek seçenek durumunda ve yalnızca entelektüeller arasında değil, Filistinli direniş örgütleri arasında da giderek daha fazla kişi ve etkili organ tarafından savunuluyor.
Konferans sonrası sohbetimizde Pappe, Tek Devlet çözümünün ne kadar destek göreceği şeklindeki sorumuzu, “Öncelikle Filistinli siyasi muhataplar bu talebi dillendirmeli. Sonrasında bu önerinin uluslararası alanda destek görmesinin zemini var” diye yanıtladı.
Sohbet esnasında karşımızda oturan Uri Davis’e sorduğumuzda, Tek Devlet çözümünü savunanların El Fetih Devrim Konseyi içinde az sayıda olmadığını, şu an için beklenemese de önümüzdeki yıllarda Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Tek Devlet’i yeniden savunmasının sürpriz olmayacağını söyledi. Yozlaşmadan ve pasifizmden mustarip FKÖ liderliği Oslo sonrasında zaman zaman yasadışı yerleşimlerin inşasının devamı karşısında bir tür kuru tehdit olarak “iki devletli çözümden vazgeçme” blöfünde bulunmuşsa da, Tek Devlet’in yeniden gündeme alınması ile kastımız böylesi taktiksel bir itiraz değil, stratejik bir değişim.
Yahudi ve Arapların barış ve eşitlik içinde yaşadığı tek bir Filistin devletini savunan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ise Pappe’nin dile getirdiği Tek Devlet seçeneği ile paralel bir çözüm öneriyor. Bu çözüm 1948 bölgesi Arapları olarak bilinen, resmi olarak “İsrail yurttaşı” olarak yaşayan Filistinliler içinde de kuvvetli bir destek görüyor.
Öte yandan işin güncel ayağındaki tepkiler ve direniş çağrıları ya da eylemleri var olan düzlemi değiştirebilecek bir nitelikte değil.
Adel Manna’ya göre ABD’nin bu tehlikeli adımının devamı da gelecek ve Filistinlilerin hakları dünyanın en güçlü devleti tarafından adım adım yok sayılacak. Ancak bu Filistinlilerin haklı taleplerini ortadan kaldıramayacak.
Manna, yeni bir intifada ya da savaş konusunda ise koşulların çok uygun olmadığını söylüyor: “Yeni bir intifada çok zor. İki nedenden dolayı: Birincisi, Arap dünyasındaki durum nedeniyle; Arap ülkeleri başka şeylerle meşguller. İkincisi de Ramallah’taki Filistin liderliğidir; ayaklanmaya, intifadaya karşılar.
“Hamas’ın intifadayı desteklediği doğru, çağrı yaptılar. Ama yakın geçmişten biliyoruz ki Filistinliler, Ramallah’taki liderliğin peşinden gitmeye meyyaller.
“Protestolar olacaktır. Ama zayıflaması muhtemeldir. Hamas, İsrail’e füze atacaktır. İsrailliler ölebilir. İsrail de çok sert yanıt verecektir. 2014’te ya da 2008’de olduğu gibi bir başka kötü evreden geçebiliriz. Hizbullah’ın ve Suriye’deki diğer bazı partilerin dahil olduğu bir savaş ise imkansız değil ama çok zor.”
Manna’nın kötümser görünen yorumuna katılmayabiliriz. Ama sahte barış süreçlerinden ya da İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ve AKP iktidarının pespaye tutumundan[2] medet ummanın anlamı olmadığı gibi gerçek ve etkili direnişlere ve bunların dayanacağı bugünün gerçekliğine uygun kurtuluş projelerine ihtiyacımız olduğu net.
Peki biz ne yapacağız? Filistin’de direnenleri selamlamak, İsrail işbirlikçilerini teşhir etmekle sınırlı bir söylemle yetinebilir miyiz? Kendi varlığını Filistin’in mutlak bir şekilde yok edilmesi üzerine kuran ve uluslararası hukuku tanımayan, işgalci, katliamcı, ırk ayrımcı, gayrimeşru İsrail devleti ile bütün ikili ilişkilerin kesilmesini savunan Boykot hareketi BDS, Filistin’de yeni bir alternatifin yaratılabilmesi için enternasyonalist dayanışmanın gereği olarak öne çıkıyor.
Filistin’e özgürlük için İsrail’e boykot!
Dipnotlar:
* Mahmud Derviş’in Filistinli Sevgili adlı şiirinin meşhur dizelerinden: “Bir Filistin vardı / bir Filistin gene var!”
[1] Filistin Tek Devlet Deklarasyonu
[2] AKP’nin Kudüs yalanı patladı: İslam İşbirliği Teşkilatı’nda tanıma kararı yok
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.