Mahmud Abbas’a “Gazze’yi silahsızlandırması ve direnişi tasfiye etmesi” için yapılan dayatmanın Suudi Veliaht Prensi MBS’nin heyecanıyla bir şantaja vardırılması, sadece direnişe karşı duyulan korkunun büyüklüğünü gösteriyor
Mahmud Abbas’a “Gazze’yi silahsızlandırması ve direnişi tasfiye etmesi” için yapılan dayatmanın Suudi Veliaht Prensi MBS’nin heyecanıyla bir şantaja vardırılması, sadece direnişe karşı duyulan korkunun büyüklüğünü gösteriyor
Son zamanlarda Ortadoğu coğrafyasındaki gelişmeler, Trump’ın bölge için yeni “lider ülke” olarak öne ittirdiği Suudi Arabistan ekseninde ilerliyor. Neresinden bakılsa, Suudi Arabistan’da gerçekleşen saray darbesinin altından Trump aklının çıktığını görüyoruz.
Öncelikle Suudi hanedanlığına dayalı mutlak monarşi rejiminin önemli bir sorunu vardı; hanedanın en yaşlısının kral olduğu bu rejimle, değil uzun vadeli, kısa/orta vadeli planlar bile yürütülemiyordu. Ülkenin şu anki kralı Selman bin Abdülaziz el-Suud 81 yaşında. Kral Selman, 91 yaşında ölen bir kralın yerini aldı. O da 84 yaşında ölen bir kralın yerine gelmişti. Oysa Trump’ın bölgeye dair uzun vadeli çılgın planları vardı. Bu yüzden, New York Times’tan Thomas L. Friedman’ın deyimiyle ABD açısından bu ülkenin bir Alzheimer[1] sorunu vardı ve bunu acilen çözmek gerekiyordu.
Hanedan üyelerinin tasfiyesiyle Kral Selman’ın ailesi “tek mutlak güç” olarak öne geçti ve yeni bir dikta rejiminin inşa süreci başladı. Bu yeni rejimin genç ve “çevik” temsilcisi olarak da, Trump’ın kendisine hayran olduğu, danışmanı ve damadı Jared Kushner’le oldukça samimi olan Muhammed bin Selman (MBS) seçildi. MBS, sarayın tek lideri ve yakın zamanda Arabistan’ın yeni kralı olma yolunda ilk adımı “darbe-tasfiye” ile gerçekleştirdi. İkinci adımda ise “bölgenin tek lideri” olma yolunda oldu. Saad Hariri üzerinden Lübnan’ı hedef alarak, İran ve Hizbullah’a karşı yeniden bir savaş konseptine liderlik etme hevesi bunlardan biridir. Diğeri ise, “Arap baharı” kurgusu ve keşmekeşiyle tamamen unutturulan Filistin sorununa dair Trump’ın “yeni” projesine liderlik etmektir.
Arabistan’da saray darbesi, Hariri’nin rehin alınması ve İran karşıtı savaş çığırtkanlığının doruğa ulaşmasından kaynaklı bir karmaşıklık sürerken, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas aniden Riyad’a çağrıldı. Sözde “bölgesel sorunların” görüşülmesi çerçevesinde MBS ile Riyad’da buluşan Abbas’ın istifasının istendiğine dair haberler çıktı. Durup dururken Abbas’a birtakım şartların dayatılması ve kabul etmediği takdirde derhal istifasının istenmesi, Suud, ABD ve İsrail merkezli yeni komplonun kapılarının aralandığına işaret ediyor. Zira 2011’den bu yana Suriye, Irak ve tüm bölgede projelerin peş peşe çökmesi, keza İsrail’in Gazze saldırılarında askeri hedeflerine ulaşamaması ve her şeyden önemlisi Filistin direnişinin arkasında duran İran ve Hizbullah’ın bölgede önemli bir güç haline gelmesi İsrail’i derin bir kaygıya boğdu. Doğal olarak ortaklarını da telaşa sürükledi. Şu anda bu telaşla Filistin meselesinde “yeni çözüm projeleri” adı altında tekrar komplo kapıları aralanıyor.
Peki neden şimdi? Başta ABD, İsrail olmak üzere Suudi Arabistan ve bölgedeki müttefikleri, sadece Suriye’deki maşaları olan cihatçılara yoğunlaştılar ve altı yıl boyunca Filistin halkının barışı akıllarına gelmedi. Hatta Gazze’ye bombalar yağarken de, abluka nedeniyle Gazze halkı nefes alamaz haldeyken de sesleri çıkmadı. Ama şimdi aniden Filistin barışına “adanmış kahramanlıklarla” karşı karşıyayız. Bunun Suriye savaşında yaşanan hayal kırıklıklarıyla doğrudan bir ilgisi olmakla birlikte, özellikle Arabistan’ın altı yıl boyunca dönüp bakmadığı Filistin meselesinin giderek elinin altından kaydığını fark etmesinin de etkisi büyüktür. Bu konuda rolün Mısır’a kaptırıldığının farkına varıldı. Hatta son gelinen noktada Mısır öncülüğünde Filistin’deki iki başlı iktidarın uzlaşmayla giderildiği bir süreçteyiz. Parçalı Filistin bile İsrail açısından bir baş ağrısıyken, Suriye savaşındaki iflas ve yükselen Hizbullah endişesinin derin yaşandığı bir dönemde, ayrılıkların giderildiği tek başlı bir Filistin yönetimi tam anlamıyla İsraillilerin kâbusu demektir.
Mısır’ın arabuluculuğunda, 12 Ekim’de başkent Kahire’de bir araya gelen Hamas ve Fetih, Filistin’deki bölünmüşlüğü bitiren “uzlaşı anlaşmasını” bir törenle imzaladılar. Mısır’ın darbeci lideri Sisi, Filistin’de birliğin sağlanması ve başkenti Kudüs olan 1967 sınırlarında bir Filistin devletinin kurulması hedefine yönelik görüşmeler sonucunda Hamas ve Fetih Hareketi’nin anlaştığını duyurdu. Mısır, tarafları 21 Kasım 2017’de Kahire’de tekrar toplantıya davet etti ve Hamas bu toplantının, “uzlaşı anlaşmasını uygulamaya koymak için bir mekanizma üzerinde anlaşma” hedefi taşıdığını açıkladı.
Ne olmuştu? Filistinli iki örgütün arası yıllar önce açılmıştı. 2006’daki parlamento seçimlerinden bir yıl sonra Gazze Şeridi’nin kontrolünü devralan Hamas, İsrail ile silahlı mücadeleyi sürdürme kararı almıştı. Fetih lideri Mahmud Abbas ise Ortadoğu anlaşmazlığına görüşmeler yoluyla çözüm aranmasından yanaydı. 2006 seçimlerinden sonra, Fetih ve Hamas merkezli iki başlı hakimiyet ortaya çıktı. 2006-2007 arasında iki taraf arasında yoğunlaşan çatışmalardan sonra tarafların Mekke’de bir araya getirilmesiyle bir uzlaşı hükümeti oluşturuldu. Ancak İsrail’in Gazze saldırılarına Hamas’ın karşılık vermesiyle birlikte iki taraf arasında yeniden anlaşmazlık süreci başladı ve uzlaşı bozuldu. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın genel istikrarsızlığı gerekçe göstererek olağanüstü hal ilan ettiği 2007’den sonra Batı Şeria’da Fetih merkezli Filistin Özerk Yönetimi ile Gazze’de Hamas yönetimi olmak üzere iki başlı yapı oluştu.
Bu iki başlı iktidar arasında müzakere görüşmeleri belli aralıklarla devam etti. Ancak Türkiye ve Mısır’ın arabuluculuğuyla 4 Mayıs 2011’de Kahire’de bir araya gelen taraflar, bir uzlaşı anlaşması imzaladılar. Bu anlaşma çerçevesinde iki taraf “Geçici Uzlaşı Hükümeti” kurma ve seçim çalışmalarını başlatma kararını kabul ettiler.
Fetih ile Hamas başta olmak üzere 13 Filistinli grup arasında sağlanan bu tarihi anlaşmadan sonra “Arap Baharı” denilen yıkım süreciyle Filistin davası tamamen unutturuldu. Üstelik aynı zamanda Hamas’ın da bu yıkımın bir parçası haline getirildiği bir süreç başladı. Hamas lideri Halid Meşal’in Türkiye ve Katar ile işbirliği içerisinde siyasi büroyu Şam’dan Doha’ya taşıması ve cihatçıların safında yer alması, “Hamas’ın ihaneti” olarak zihinlerde yerini aldı. Suriye yönetimine yönelik bu tutum, Filistinli grupların tepkileriyle karşılaştı, Filistin davasına karşı bir darbe olarak nitelendirildi. Hamas’ın bu tercihinin Suriye’deki Filistinli mülteciler üzerinde ölümcül bir etki yarattığı, özellikle Yermuk kampındaki Nusra Cephesi ve İslam Ordusu katliamlarına doğrudan yol açtığı, keza Gazze’yi de İsrail saldırılarının açık hedefi haline getirdiği çokça yazıldı. Kısacası Hamas’ın ihanetinin bedelini Suriye’de ve Gazze’de Filistin halkı ödedi. Bunların yanı sıra Hamas’ın “Arap Baharı” sürecinde İsrail lehine attığı diğer bir adım da Mısır’dan toprak alımı meselesidir.
İsrail’in en çok başını ağrıtan Filistin meselesinde “nihai çözüm” formüllerinin merkezinde Mısır İhvanı (Müslüman Kardeşler) yer aldı. 2013’te Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Mursi tarafından Filistin devleti kurulması için Sina topraklarının yüzde 40’nın satıldığı ortaya çıktı. Mısırlı gazeteciler, “Sina topraklarının İsrail’in planı doğrultusunda İhvancı Hamas’a peşkeş çekildiğini” yazdılar. Suudi Arabistan-Sisi yakınlaşmasında bu toprak devri tekrar gündeme geldi, fakat tepkiler üzerine Mısır yargısı bu kararı iptal etti.[2]
Suriye direnişinin bütün planları alt üst etmesi sonucunda “Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) müttefiklik ilişkilerinde dağılma yaşandı. Katar taraf değiştirdi ve bu yüzden dışlandı. Hamas’ın BOP’tan yana Şam yönetimine karşı tutum almasında öncü rol oynayan Türkiye, Ortadoğu politikasında iflasın eşiğine geldi ve denklemin dışına doğru kaymaya başladı. Mursi dönemindeki İhvan merkezli toprak satımına dayalı Mısır-Suud anlaşmasıyla somutlaşan çözüm bozuldu. BOP köprüsünün altından onca iflasın aktığı bir süreçten sonra Hamas yeniden yüzünü Şam’a çevirdi. Türkiye’nin bir zamanlar Ortadoğu’da üstlenmiş olduğu “oyun kurucu” rolünü bu kez Mısır üstlenmiş gibi görünüyor. Bu bağlamda Filistin sorununa çözüm arayışları için somut adım atan yine Mısır oldu.
Mısır’ın bu atağı, Obama döneminden kalma bir çözümü kapsamaktadır. Oysa Trump’ın da İsrail-Filistin barışına dönük kendine özgü “harika” planları vardı. Bu plan, BOP’un iflasından sonra paniğe kapılan İsrail’i rahatlatacak bir formüle dayalıdır. Çünkü Suriye ve Irak sahasında IŞİD ile Nusra gibi devasa örgütlerin yenilgiye uğradığı ve İsrail’in güvenliği açısından kaygı düzeyinin doruğa ulaştığı bir süreçte Filistinli tarafların bir uzlaşı içinde olmaları, İsrail açısından başka türlü tehlike ve endişe demektir. Dolayısıyla Kahire’de varılan anlaşmanın derhal bozulması gerekiyordu. Bunun için, Trump’ın dahiyane fikri üzerine kurulu Suud merkezli “tarihi anlaşma” formülü için harekete geçildi. Kahire anlaşmasından bir ay kadar sonra Suudi Veliaht Prensi MBS, “Trump planı” için acilen atağa geçti ve Mahmut Abbas Riyad’a çağrıldı. Şimdi esas soru şudur: Mahmud Abbas’ın Riyad’a çağrılmasıyla açığa çıkan bu yeni projeler neleri gizliyor?
Mahmud Abbas’ın sürpriz Suudi Arabistan ziyaretinin ne tür gizli amaçlar taşıdığı konusu İsrail ve Filistin basınında geniş yer aldı. Filistin yayın organlarından Al Hadath-24, Abbas’ın bu ziyaretiyle açığa çıkanları analiz etti. Buna göre Suudi Veliaht Prensi MBS, Filistin Devlet Başkanı Abbas’a, Trump’ın Filistin-İsrail barışıyla ilgili bir planı olduğunu söyledi ve bu plan açıkladığında “ABD’liler ne önerirse ya kabul et ya da istifanı ver” dayatmasında bulundu. İsrailli i24 kanalı da, Suudi Arabistan’ın Abbas’a, “yüzyılın anlaşması” olarak adlandırılan “Ortadoğu barışı için Trump planını kabul etmesi yönünde baskı yaptığını” duyurmuştu. Trump çizgisindeki bir “İsrail-Filistin barışı” dayatması da, başta İsrail’in tanınmasını ve direnişin silahsızlandırılarak tasfiyesini kapsıyor. Peki neymiş bu “yüzyılın anlaşması”? Ve Filistin davasına yönelik yeni Suud merkezli projenin sorgulamasında açığa çıkan “direnişin tamamen silahsızlandırılmasındaki” ısrar neden?
Gazetedeki analize göre, Suudi Arabistan kendisini Arap ve İslam dünyasında lider bir ülke ve İslam’ın merkez üssü olarak görüyor. Ve MBS, “Suudilerin yeni kralı” olarak ABD Başkanı Trump’a verdiği sözleri yerine getirmek ve İsrail’in varlığını tanıyan Araplarla birlikte “yüzyılın anlaşması”nı gerçekleştirmek için adım attı. Abbas’ı Riyad’a çağırdı, “ya bu yolu kabul et, ya da istifanı ver” dayatmasını yaptı. Aksi takdirde Filistin’e yönelik mali yardımların kesileceği ve Abbas’ın siyasi rakibi Muhammed Dahlan’ın[3] destekleneceği şantajı yapıldı. Bunun üzerine, Lübnan’da yayın yapan Al-Akhbar gazetesi, Suudi Dışişleri Bakanlığı’na ait bir gizli belgeyi ifşa etti.[4] Suudi Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr’den Veliaht Prens MBS’ye gönderilen bir mektuba dayandırılan bu belge, ABD’yle yapılan “Stratejik Ortaklık Anlaşması” gereğince Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkileri kurma projesine dair tavsiyeleri içeriyor. Al-Akhbar, Trump’ın geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyaretinden bu yana ABD’nin Suudi Arabistan ile İsrail arasında “Ortadoğu barış antlaşması”nın imzalama çabalarını başlattıklarına dair çok şeyi açığa çıkaran bir belgenin ilk kez sızdırıldığına işaret ediyor. Hatta Veliaht Prens MBS’nin İsrail ziyaret planını da kapsıyor. Suudi Arabistan’ın bölge için ne kadar büyük, İslam alemi için ne kadar yüce olduğu yönündeki övgülerin yer aldığı mektupta “Filistin davasında Suudilerin desteklemediği hiçbir çözümün meşruiyet kazanamayacağından” söz ediliyor.
Özetle Filistin davasının tasfiyesi bağlamında yapılan tespitler ve çözüm önerileri şunlardır:
“Suudi Arabistan’ın İsrail’le olan yakınlaşması birtakım riskler taşıyor. Öncelikle Müslüman halkların Krallığa karşı tutumunu değiştirecektir. Çünkü Müslüman toplumu Filistin davasını tarihi ve dini bir miras olarak kabul ediyor ve bu yüzden Filistin davasının arkasında duranlara da (İran) manevi bir anlam yüklüyor. Gerçi 2016’da İstanbul’da gerçekleşen İslam İşbirliği Konferansı’nda İran, bölge istikrarını bozan mezhep politikaları nedeniyle resmi olarak kınanmıştı. Ancak buna rağmen eğer ABD’nin İran’a dönük tutumundaki kararlılık ve samimiyet hissedilmezse, Kraliyet İsrail’le ortaklaşma riskini göze alamaz. Dolayısıyla barış projesi için Suud Krallığı’na şu adım öneriliyor:
Suudi Arabistan makul ve kabul edilebilir çözümlerin bulunmasını kolaylaştırmak için Filistin Özerk Yönetimi ve Arap/İslam ülkeleri arasında hem politik ilişkilerini hem de diplomatik yeteneklerini kullanarak barış girişimlerinde yer alan tartışmalı maddelerle ilgili cesur adımlar atacak, Kudüs ve Filistinli mülteciler olmak üzere iki ana konuya dair ABD’nin yaratıcı çözümler getirmesine olanak sunacak. Çözüm de şudur: 1937’de kabul edilen Peel raporuna[5] göre iki devletli çözüm ve 1947’de Birleşmiş Milletler’in (BM) Kudüs için kabul ettiği corpus seperatum projesine[6] göre Kudüs’ün ne Yahudi ne de Arap devletlerine eklenmeden uluslararası bir egemenlik statüsüne tabi tutmak ya da BM Genel Kurulu’nun 29 Kasım 1947 tarihli 181 sayılı kararına göre Kudüs şehrinin BM tarafından özel bir uluslararası statüye tabi tutulmasını kabul ederek çatışan tarafların herhangi birinin Kudüs’ü başkent olarak alamayacağını belirtmek…
Suud krallığı, geçen yüzyılın ellilerinden bu yana hala yürürlükte olan Arap Devletleri Ligi’nin “Filistin sorunu ancak Filistinlilerin kendi ana yurtlarına dönmesiyle hallolabilir” kararını rafa kaldırsın ve mültecilerin herhangi bir Arap ülkesinin vatandaşlığına geçmeleri çağrısında bulunsun.
Suudi Arabistan, Filistinli mültecileri farklı Arap ülkelerine yerleştirmeyi taahhüt eden yeni ve cesur adımlar atsın, vatandaşlık ve milliyetini alacakları farklı Arap ülkelerine dağıtsın. ABD ile Suudi Arabistan’ın Stratejik Ortaklık Anlaşması’ndaki ana ilkelerin Trump’la netleştirilmesi ve nihai çözüm için tarafların bu ilkeleri kabul etmesi sağlanmalıdır. Bunun için ABD’nin daveti üzerine bölge dışişleri bakanlarıyla bir toplantı organize edilerek bu plan ortaklaştırılmalıdır. Suudi Arabistan, İsrail ile Arap-İslam dünyasının barışı için etkin bir rol üstlenmiş ve bölge refahının temsilcisi olacaktır… Çünkü İsrail-Filistin ihtilafı bölgedeki en uzun çatışmadır ve aşırılık yanlıları tarafından eylemlerini haklı çıkarmak için kullanılmıştır. Aynı zamanda bölge aktörlerini, bölgedeki ana tehdit olan İran’a odaklanmaktan alıkoymuştur. Bu çatışmanın çözümlenmesi, güvenlik, ticaret, yatırım ve İran’la yüzleşmede daha etkili bir işbirliğinin yolunu açacaktır. Bu nedenle, Suudi ve İsrail tarafları aşağıdakileri kabul eder:
Ortadoğu’da İran’ın agresif politikalarına hizmet eden her türlü bahaneyi ortadan kaldırır. O zaman ABD İran’a karşı baskıyı arttırabilir, kendi kaynaklarına erişimini engelleyecek güçlü yaptırımlarla ekonomisini zayıflatır. Böylece bundan istifade ederek bölge ülkelerinin İran’a karşı ortak duruşları da güçlendirilir…” [7]
Eğer bu sızdırma doğruysa, öncelikle Suudi Arabistan’ın müstakbel kralı için gelecekte ahvalinin hiç de iç açıcı olamayacağının işaretleri açığa çıkıyor. Çünkü bu şu anlama gelmektedir; darbe yapar yapmaz Trump’ın İsrail-Arap barışına ilişkin planının “yüksek” yürütücüsü olmaya hevesli bir kral adayı, altını oymaya başlayan hanedan içindeki kuzen-yeğenlerin ya da onların yasını tutanların karşı atağıyla erkenden yüzleşmek durumuyla karşı karşıyadır. Öte yandan Suud-İsrail anlaşması çerçevesinde Filistin sorunu için önerilen bu çözümlerin bir kısmı, zamanında İsrail tarafından da kabul görmemişti. Şimdi İsrail kabul edecek duruma geldiyse, bu vaziyet, İran-Hizbullah-Suriye ekseninde İsrail açısından işlerin kötüye gitmesiyle birlikte Filistin direnişinden duyulan korku ve endişeyi gösteriyor. Kaldı ki, Filistinli grupların bu tür dayatmalar karşısında nasıl bir tutum sergileyecekleri sorusunun cevabı, ABD’nin Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Washington’daki bürosunu kapatma kararı almasında ve hatta Netanyahu’nun “bu kararı memnuniyetle karşıladığını” hızlıca dile getirmesinde saklıdır. Belli ki karşılaşılan direnci kırma amaçlı olarak bir kuşatma/zorlama yoluna başvuruldu.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Mahmud Abbas’a “Gazze’yi silahsızlandırması ve direnişi tasfiye etmesi” için yapılan dayatmanın Suudi Veliaht Prensi MBS’nin heyecanıyla bir şantaja vardırılması, sadece direnişe karşı duyulan korkunun büyüklüğünü gösteriyor.
Dipnotlar:
[1] https://www.nytimes.com/2017/11/07/opinion/saudi-prince-reform-coup.html
[2] Bkz. Türkiye-İsrail-Suud ortaklığı ve unutturulan Filistin – Hamide Yiğit
[3] Muhammed Dahlan, Birleşik Arap Emirlikleri tarafından finanse edilen El-Gad televizyonunun sahibi. Daha önce Mahmud Abbas tarafından Filistin Özerk Yönetimi Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na atanmış, daha sonra Fetih’in merkez komite üyeliğine getirilmişti. Kasım 2010’da, Mahmut Abbas’ı devirmek ve Fetih içerisindeki muhaliflerini tasfiye etmek için oluşturduğu 60 kişilik bir “ölüm mangası” aracılığıyla darbe girişiminde bulundu. Ancak darbe girişimi engellendi ve Dahlan’a bağlı kişilere yönelik geniş çaplı operasyonlar başlatıldı. Filistin Özerk Yönetimi içerisinde Dahlan’ı destekleyenlerin tümü tasfiye edildi.
[4] https://www.al-akhbar.com/node/286434
[5] 1936’da bir araya gelen Arap liderleri, Yahudilere karşı mücadelede önderlik edecek Arap Yüksek Komitesi’ni kurdular ve başlattıkları genel grevi ulusal bir ayaklanmaya dönüştürdüler. Bunun üzerine Filistin’e gelen bir komisyon, Yahudilerle Arapların aynı devlet içinde yer almasının mümkün olamayacağını, Filistin’in bölüştürülmesi gerektiğini öneren Peel Raporu’nu yayınladı. Peel Komisyonu, Filistin’i üçe bölmeyi öneriyordu. Bölünme planına göre; Yahudi bölgesi, Arap bölümü olarak ayrılacak ve Tel-Aviv, Yafa, Kudüs ve Beytüllahim koridorunu içine alan yerlerde ise manda yönetimi devam edecekti. Kudüs, Milletler Cemiyeti’nin koruması garantisine alınacaktı.
[6] Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komisyonu (UNSCOP) tarafından hazırlanan Filistin Paylaşım Planı, Filistin’in Araplar ve Yahudiler arasında paylaşımını ve Kudüs şehrine de uluslararası özel bir statü verilmesini öngörüyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.