Bir tarafta bilim var ve haklılar imza atanlar; diğer yönde ideolojik amaçlara ulaşmak için eski püskü bilimsel kılıklara giren madrabazların kullandığı bilim vardır. Bunlar ekolojicilik oynuyorlar. Siyasal ekoloji yapıyorlar Kapitalist sistemin vazgeçemeyeceği Truva atı ya da yalan tacirleri olan lobiler, her alanda etkinliklerini yayın, konferans, kolluk, sivil toplum örgütü, araştırmaya parasal desteklerle ve yanlarına tanınmış […]
Bir tarafta bilim var ve haklılar imza atanlar; diğer yönde ideolojik amaçlara ulaşmak için eski püskü bilimsel kılıklara giren madrabazların kullandığı bilim vardır. Bunlar ekolojicilik oynuyorlar. Siyasal ekoloji yapıyorlar
Kapitalist sistemin vazgeçemeyeceği Truva atı ya da yalan tacirleri olan lobiler, her alanda etkinliklerini yayın, konferans, kolluk, sivil toplum örgütü, araştırmaya parasal desteklerle ve yanlarına tanınmış bilim adamlarını, reklamcıları, medyayı, aydınları alarak sürdürüyorlar. Amaç büyük sanayi kuruluşlarının özellikle çok uluslu şirketlerin çıkarlarını, bilim, teknoloji, kalkınma, refah ve insanlık adı altında korumak ve sürdürmek.
Çıkar grubu, baskı grubu, çıkarları temsil eden etki grupları adı da verilen lobiler 1830’lu yıllarda İngiltere’de ortaya çıktıktan sonra sürekli olarak iktidarın kararlar almasını, hazırlanmasını, uygulamasını dolaylı ya da dolaysız yolla etkilemeye çalışmak için müdahalede bulunurlar.
İşte bu müdahalelerden biride bilim adamlarını kullanarak bir çağrı ya da bildiriye imza atmalarını sağlamaktır.
Burada amaçları da bilimsel kuşkuyu sürdürmektir her ne pahasına olursa olsun. Bu kuşkuyu yaratmada bilim adamlarının da payı büyüktür.
Çağrının kısa içeriği ve eleştirisine geçmeden önce nasıl, kimler tarafından ne için hazırlandığına bir göz atalım. Anlatmak istediğimiz de büyük ölçüde budur.
İklimle ilgili ilk zirve, 1979 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çevre Örgütü (PNUE) tarafından İsveç Stockholm’de toplanır. Kalkınma ile ekoloji arasında bağ kurularak sera gazlı salımların insan ve çevre sağlığına ve dolayısıyla gezegene vereceği zararların geleceğiyle ilgili artan kaygılara karşı bir takım ilkeler koyulmaya çalışılır. 10 yılda bir toplanalım diyerek ayrılırlar.
Nasıl olsa 10 yılda bir şey olmaz diyerek mi, yoksa 10 yıl daha petrol, petro-kimya, kimya, ilaç, gıda sanayi ve bunlara bağlı çok uluslu şirketlere zaman kazandırmak (kâr diye okuyun) amacıyla mı ayrılmışlardır, bilinmez!
Ve hâlâ onar yıl arayla toplanıp ciddi çalışmalar yapılmaktadır. En büyük kirletici ABD son iklim konferansından (COP21-2016) çekildiğini açıklar.
1982’de Kenya Nairobi’de 10 yıl sonra toplanırlar. Çoğu metinlerde bu toplantıdan hiç söz edilmez. Çünkü öylesine, “Epeydir görüşmedik” diyerek toplanmışlardır ve yine bir sonuç çıkmaz. Boşuna yapılan ve milyonlarca dolar harcanan bir “zırva”dır.
Arkasından 1988 yılında iklimin gelişimiyle ilgili hükümetlerarası uzman grubu kurulur (GİEC). 1990 yılında ilk raporunu yayınlar. İnsan etkinliklerine bağlı sera gazlarının atmosfere salınması ve yığılması gezegeni ısıtmaktadır ve yüzyıl sonuna doğru, eğer hiçbir önlem alınmazsa sıcaklıkta dört derece artış olabileceğini belirtir. Ancak iklimsel gelişimlerin hızı, genişliği, dağılımı konusunda henüz belirsizlikler vardır. Kuşkucu iklimciler ortaya çıkar.
Arkasından 1992 Brezilya Rio zirvesi gelecektir. İlk zirveden sonra burada ekolojik bunalımla ilgili önemli kararların çıkacağı beklenmektedir. İşte bu zirveden önce lobi devreye girer ve Heildelberg çağrısını hazırlatır.
Rio zirvesinin tarihi 3 Haziran 1992’dir. Çağrının açıklandığı tarih ise 1 Haziran 1992’dir. Anlamlı değil mi?
İnsanları kullanmanın harika bir biçimidir. Başrolde Michel Salomon vardır. Hindiçin’de yüzbaşı, sonra gazeteci olan bu eski doktor Roussel laboratuvarlarında çalışmaya başlar. Sonra ünlü ilaç grubu Streling Winthrop’un halkla ilişkilerinde çalışır. 80’li yılların sonunda “Projections” adlı dergiyi çıkarır. Daha sonraki bir sayısında çağrının nasıl ortaya çıktığına dair ipuçları verir: “Önemli siyasi kararlar varsayımlar üzerine kurulamaz. Rio zirvesi öncesi açıklanan az çok mahşervari senaryolar kesinlik değildir ve küresel düzeyde önemli değişikliklere ve harcamalara yol açabilecek kararlara temel teşkil edemez.”
Can alıcı nokta burası: Tasarlanabilecek ve alınabilecek önemli kararları engelleme.
Rio’da toplanacak bilim adamlarına çağrıyı sakince okumalarını önerir.
14 Nisan 1992 yılında Salomon elli kadar bilim adamını-ikisi Nobel ödüllü-Heidelberg kentinde toplar. Hangi imkanlarla ve nasıl? Bilinmiyor.
Bu kez yanına Amerikalı lobici ve fizikçi Fred Singer’i alır. Kimdir bu fizikçi?
1974 yılında Meksikalı kimyacı Mario Molins ve meslektaşı Frank Rowland ozon tabakasıyla ilgili bir inceleme yayınlarlar. Ozon tabakası sorumluyu bulur: CFC-kloroflorkarbon. Her yıl yayılan CFC miktarı 800.000 metrik tondur. 1985’de ozon tabakasıyla ilgili bir sözleşme imzalanır. 1985 Montréal sözleşmesi ise zamanla yasaklanmasını getirir.
İşte bu arada devreye F.Singer girer. Uzay sanayinde, su kalitesinde çalıştıktan sonra 1970 yılında Çevre Koruma Ajansı’na girer (EPA-Environmental Protection Agency). 1980 yılında ise Heritage Vakfı’na dahil olur. Aşırı sağın savlarına yakın siyasi bir lobidir ve serbest girişimciliği savunur. Singer ozon tabakasıyla ilgilenir ve deliğin doğal, geçici ve yerel olduğunu savunan ve CFC’nin sorumluluğuyla ilgili bir kanıtın olmadığını söyleyen bir yazıyı Wall Street Journal’de yayınlar. Kuşkuyu yaratmanın en iyi yolu medyanın gözde kuruluşlarında yazı yazmaktır.
1990 yılında kendi vakfını kurar: SEPP, yani Bilim ve Çevre Politikası Projesi (Science and Environmental Policy Project). Çok uluslu şirketlerin yardımına koşacaktır, özellikle CFC, asbest, tarım ilacı, kimyasal ürün, sigara üretenlere.
İşte Salomon ve Singer birlikte çalışmaya başlarlar. Salomon da Singer’e özenerek ICSE’i kurar yani Bilimsel Ekoloji için Uluslararası Merkez (International Center for a Scientfic Ecology). Başına tanınmış ve çok uluslu şirketlerde çalışan ya da çalışmış bilim adamları gelir gider.
Salomon 1960 yıllarında Marcel Valtat tarafından kurulan CES yani Ekonomik ve Sosyal İletişim (Communication Economique et Sociale) hesabına da çalışır. Önce tarım ilaçları sanayisinin hizmetinde çalıştıktan sonra Asbest Sürekli Komitesi’ni (Comité Permanent Amiante) 1992 yılında devreye sokar ve çalışmaları sayesinde yüzbinlerce ölüme neden olan asbestin 15 yıl boyunca yasaklanmasını önler.
İşte bu CES’in Paris bürosunda Heidelberg çağrısının eşgüdümü üçlü tarafından başarıyla yürütülür.
Rio zirvesine katılacaklara dağıtılacak çağrısının arka düzlemine baktığımızda hangi çıkarların korunduğu açıktır. Güdümlü bilgiler, belirsizlikler, varsayımlar kuşku hatta yalan yaratılır.
2010 yılında ABD’de Naomi Oreskes ve Erik M.Conway’in yayınladıkları “Kuşku Tacirleri” adlı kitap Tütün tekellerinin oyunlarını yani yalanlarını anlatır. Tacirler çok uluslu şirketler ve uşakları lobilerdir.
1992 yılında Nobel ödülü almış almış 62 kişi ve binlerce akademisyen ve aydının imzaladığı çağrı medyada manşete çıkar. Başlıklar sanki lobicilere hak verir gibidir. Renkler karışır, gece gündüz olur. Kafalar karışır: “Ekolojik safsatalara karşı bilimsel kesinlik; bilim adamları akıldışı ekolojiye karşı harekete geçiyorlar; ekolojistleri yakmak mi gerekir” gibi başlıklar çıkar medyada.
Peki ne der çağrı? Kısaca özetleyelim. Öyle yer yerini oynatacak bir bildiri değildir. Söylenenler bilinen, sıradan şeylerdir. Bir dizi bilim adamını toplayıp zirve öncesi çağrı yapmak kamuoyuna da gözdağı vermek, kafaları bulandırmaktır. Zirvede toplanan bilim adamlarına “bilimcilik” yapıyorsunuz demek istemektedirler. Çağrının arkasında korunanlar vardır. Kısaca:
“Bilimsel ve toplumsal kalkınmaya zarar veren ve bilimsel ve sanayi ilerlemesine karşı çıkan akıldışı bir ideolojinin ortaya çıktığını ifşa eder.”
Ah bu ideolojiler!
Dünyayı korumaları gerektiğini, doğanın idealize edildiğini, insanlığın doğayı hizmetine alarak ilerlediğini, doğal kaynakları denetleyen ve koruyan bilimsel bir ekolojiden yana olduklarını, bu denetim ve korumanın bilimsel ölçütlere bağlı olmasını ve akıldışı önyargılara bağlı kalmamasını, insan etkinliklerinin tehlikeli maddeler kullandıklarını ve ilerlemenin bu tehlikeli maddelere insanlık adına egemen olmaya çalıştığını,gelecek kuşaklar için daha iyi koşullar yaratmak gerektiğini, bilimin topluma karşı sorumlu olduğunu, yetkili erkleri sözde bilimsel kanıt ya da sahte ya da uygun olmayan verilere dayanan kararlara karşı uyardıklarını, fakir ülkelere yardım etmek gerektiğini ve bunları gelişmiş ülkelerden gelen zararlı etkilere karşı korumak gerektiğini ve en büyük düşmanın bilim, teknoloji, sanayi değil cahillik, zulüm olduğunu, aşırı nüfus, açlık, salgınlarla baş etmenin yolunun vazgeçilmez araçlarının bilim, teknoloji ve sanayi olduğunu bildirirler.
Bize inanın, öyle zirvelerde anlatılanlara, Bilimcilik oynayanlara değil.
Kapitalist sistemin felaketleri nasıl hazırladığını anlatanlara değil.
Bir tarafta bilim var ve haklılar imza atanlar; diğer yönde ideolojik amaçlara ulaşmak için eski püskü bilimsel kılıklara giren madrabazların kullandığı bilim vardır. Bunlar ekolojicilik oynuyorlar. Siyasal ekoloji yapıyorlar. Asbest, tütün, tarım ilaçları, sigara, kimyasallar tehlikeliymiş de biz mi bilmiyoruz…
Çağrı sahipleri “bilimin dünyadaki sınıfsal çıkar çalışmalarında taraf olmayacağını savunarak, sözde tarafsız, saf bir bilim insanı tavrı takınarak ekolojik sorunlar konusunda ÇUŞ’in politikalarına karşı geliştirilen bilimsel itirazları gölgelemeyi amaçlamışlardır”.
Çağrıyı uzun uzadıya tartışmak gibi bir niyetimiz yok. İçeriği de çok önemli değil. Önemli olan çağrının zamanlaması, hazırlayanlar, arkasında olanlar ve ne yazık ki imzayı atan kandırılmış bilim adamları. Sonra da Rio zirvesinde sanayiyi zora sokacak kararlara taş koyma ve bilime karşı çıkma düşüncesi yaratmak.
Ve bu oyun her gün oynanıyor. Lobiler her gün parlamento koridorlarında yeni senaryo peşinde koşturuyorlar.
Zaten bilim adamlarının bir kısmı yıllar sonra hata yaptıklarını, aynı çağrıya imza atmayacaklarını ya da farklı yazılırsa imzalayacaklarını bildirmişlerdir.
Filozof, psikanalist, özgürlükçü sosyalist Cornelius Castoriadis’in sözleriyle bitirelim:
“Çağrı iki yüzlülüğünde utanılacak bir çağrıdır. Herkes bilimsel ekoloji konusunda hemfikirdir. Ama bu Nobel ödüllüler bilimin her şeye yanıt vereceğini sanıyorlar. Bilim sorun yaratmaz diyorlar. Bunlar şeyin ilkel ve naif görüşü içindeler. Çünkü öldüren bıçak değil katildir diyen eski görüşün içindedirler. Oysa bu bıçak olduğu zaman geçerliydi, hidrojen bombasının olduğu bugünler için değil.”
Kaynaklar:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.