“Üç ayda, altı ayda bir gelirlerdi İskandinav sendikaları Türkiye’ye. Tahir Öztürk’ü de merak ederlerdi. ‘Illumine’ derlerdi, Tahir Öztürk’e. Ermiş. Ermiş bir adam, ermiş bir lider derlerdi ona”
“Üç ayda, altı ayda bir gelirlerdi İskandinav sendikaları Türkiye’ye. Tahir Öztürk’ü de merak ederlerdi. ‘Illumine’ derlerdi, Tahir Öztürk’e. Ermiş. Ermiş bir adam, ermiş bir lider derlerdi ona”
Tam elli yıl önce, 1967 yılının yine böyle soğuk bir Kasım gününde, Türkiye sendika hareketinin en renkli simalarından birini, Türkiye Yapı İşçileri Federasyonu Başkanı Tahir Öztürk’ü toprağa verdik.
Fukara Tahir olarak bilinirdi, Tahir Öztürk. Ankara Rüzgârlı Sokak’taki kahvesi, iş bulan bulamayan inşaat amelesiyle dolup taşardı. Sigara dumanından göz gözü görmez, sobanın üstünde fasulye tenceresi kaynar durur, gece yatağını seren kahvede yatar, sabahlardı. Fukara Tahir, fukara babasıydı, garibanlara sahip çıkardı. Solcuydu, sendika çevrelerinde “aşırı solcu” bilinirdi. Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) ilk Ankara İl Başkanı Fukara Tahir’di. 1963 yerel seçimlerinde TİP’ten belediye başkanı adayı olmuştu.
Fukara Tahir’in ilkokulu bitirdikten sonra 24 yaşına kadar, Ankara çevresinde inşaat ameleliği, daha sonra da 32 yaşına kadar köy köy dolaşarak çerçilik yapmış olduğu biliniyor. 1952’de Ankara Bölgesi İnşaat İşçileri Sendikası’nı kurar, 1954’te Türkiye Yapı-İş Federasyonu’nun kuruluşuna öncülük eder ve Federasyon’un başkanlığına getirilir.
“İnsancıldı. İnsan severdi” diye anlatmıştı, Fukara Tahir’i yakından tanıyan sendikacı Suat Şükrü Kundakçı: “Tatlı bir köylü havası vardı. Ağlardı konuşmasında. Titrerdi. Üç ayda, altı ayda bir gelirlerdi İskandinav sendikaları Türkiye’ye. Tahir Öztürk’ü de merak ederlerdi. ‘Illumine’ derlerdi, Tahir Öztürk’e. Ermiş. Ermiş bir adam, ermiş bir lider derlerdi ona. Dili peltekti, ‘r’ harflerini de söyleyemezdi. Böyle zorlayarak kendini… terler şakaklarından akardı kürsüde. Çok iyi bir hatipti. İçtenlikli, samimi… Kendisi ağlayınca, bu defa dinleyicilerden bazıları… onlar da ağlardı. Çok duygulu bir adamdı.”
3 Mayıs 1962, Ankara. Rüzgârlı Sokak’ta toplanan beş binin üzerinde işsiz sloganlar atarak yürüyüşe geçer. Kitlenin önünde Fukara Tahir vardır. Kalabalık, polisin Rüzgârlı Sokak’ın sonunda ve Anadolu Ajansı’yla Opera binası önünde kurduğu barikatları aşarak Sıhhiye’ye ulaşır. Oradan coplarla saldırıya geçen polisi yararak, koşar adımlarla Meclis’in kapısına dayanır. Burada çatışma daha da şiddetlenir ve gözaltına alınanlar olur. Eylemin içinde olan Türkiye sendika hareketinin bir başka efsanesi İsmet Demir, kalabalığın geldiğini duyan milletvekillerinin Meclis’in arka kapısından Volkswagen arabalara altı, yedi kişi girerek kaçtıklarını anlatır anılarında. Kitle patlamaya hazırdır; Başbakan İnönü Meclis’e gelir, Meclis Başkanı Fuat Sirmen ve Senato Başkanı Suat Hayri Ürgüplü’nün, işçiler tarafından seçilecek bir heyetle görüşmeyi kabul etmeleri üzerine hava biraz yumuşar. Aynı gün Senato’da, 4 Mayıs günü de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde işsizlikle ilgili genel görüşme açılması kararlaştırılır. İşsizliğe karşı, ekonomik taleplerle başlayan gösterinin içeriği, eylem içinde değişmiş, hedefi siyasal iktidara yönelmiştir. “Af değil iş!”, “İnönü istifa!”, “Ecevit istifa!” sloganlarıyla Ankara caddelerini inleten yapı işçilerinin ve işsizlerin gösterisi, iktidar çevrelerinde panik yaratmıştır. Açlar Yürüyüşü, Fukara Tahir’in örgütlediği, siyasi gündemi belirleyen, siyasi sonuçlar yaratan, çok etkili ve iz bırakan işçi eylemlerinden biridir.
İşsizlerin ayak seslerinin Ankara’yı titrettiği günlerde Karadeniz Ereğlisi’nde Türkiye’nin büyük ağır sanayi kompleksi Ereğli Demir ve Çelik Fabrikalarının inşaatı sürmektedir. Ereğli’nin sokakları, iş bulmak umuduyla Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş binlerce işsize dar gelmektedir. Evler, ahırlar, kimi tadilatlar ve eklemelerle pansiyonlara dönüştürülmüş, ev ve oda kiraları el yakmaktadır. Otel fiyatları fahiştir. İnsanlar parklarda, mezarlık içlerinde yatıp kalkmakta, kahvelerde sandalyeler sabaha kadar kiraya verilmektedir. Ekmek yetmemektedir, çeşmeler kurumuştur. İş bulabilenler yapı sahasında, şantiyelerde, derme çatma barakalarda barınmaktadırlar. Bir sömürge diyarıdır Ereğli: işçinin su kabına, avucuna işeyenler, işçiyi rüşvetle işe alıp arka kapıdan sokanlar, velhasıl saymakla bitmeyen türlü alçaklıkların, haksızlıkların diyarıdır. Ereğli’de ağır sanayi inşaatını üstlenen Amerikan şirketlerinin en berbatı, en acımasızı Morrison’dur. Sömürünün, baskının en ağırını akla getiren kötücül bir simgedir Morrison.
Ve Erdemir inşaatları, kendiliğinden işçi eylemlerine sahne olmaktadır. İşçiler ilkel, acımasız çalışma şartlarına, sonu gelmez işten çıkarmalara karşı direnişler örgütlemekte, işsizler gösteri yürüyüşleri yapmaktadırlar. Nihayet, yerel Şirin Ereğli gazetesi, ilçede “işçilerin haklarını müdafaa ve aralarında sosyal bir dayanışma tesisi için” bir inşaat işçileri sendikası kurulacağı haberini verir. Tarih: 18 Mayıs 1962’dir. Ve Fukara Tahir, Ereğli’dedir.
Fukara Tahir, Türk-İş yönetimine götürür konuyu. TİP’li sendikacıların da desteğiyle Ereğli’de büyük bir miting yapılması kararlaştırılır. Miting hazırlıkları sürerken Türk-İş “sarfınazar” eder, yan çizer yani. Gerekçesi, hükümete bir şans vermektir! Miting ertelenir. Aradan bir ay geçer, hükümet vaatlerini yerine getirmez. Fukara Tahir mitingin 12 Ağustos’ta yapılacağını açıklar: Türkiye Yapı-İş Federasyonu, “bundan böyle, kaderini kendisi tayin etme” durumundadır. “Ereğli’de başı ağrıyan işçinin Kars’ta ve Edirne’deki kardeşinin de başı ağrımış olacaktır” der, Fukara Tahir: “Kötülükleri yok edinceye kadar mücadelesinde kararlı olan teşkilatımızın etrafında bir zincir gibi birleşiniz. Büyük dağların üstüne barajlar kuracağız ve kimse bu barajları yıkamayacaktır.”
Uğur Cankoçak, o günlerde Öncü gazetesinin muhabiridir. Bir gün önce miting alanını dolaşır. İşsiz kitlelerin jandarma tarafından kamyonlara doldurulup, Ereğli’nin otuz, kırk kilometre ilerisine götürüldüklerini öğrenir. Ama Fukara Tahir, jandarmanın kasaba dışına çıkarttığı işsizleri geri getirmekte kararlıdır. Beş kum kamyonuyla işsizler gece Ereğli mezarlığına taşınırlar. Bir kısmı da dağdan kestirmeden yürüyerek gelirler. Ve 12 Ağustos sabahı saat tam 9’da, başta Fukara Tahir olmak üzere sendikacılar ve birdenbire “yerden biter gibi” binlerce işsiz Ereğli’nin küçük meydanındaki Atatürk büstünün etrafında toplanır. Aynı saatlerde kentin bütün sokak ve caddelerinden Yapı-İş Ereğli Şubesi’nin önüne akan işçiler Hükümet Meydanı’na yönelirler. Ellerinde dövizlerle: “Balık susuz, işçi grevsiz yaşayamaz”, “Vergide adalet istiyoruz”, “Kasaba, manava, bakkala görünmeyen adam: İşçi”, “İşçi cefada, patron sefada”, “Nüfus 7, gündelik 7, kara zeytin 7, patron da iş yok dedi”, “Feza devrinde beklediğimiz asgari ücret.” “El ele yürümek istiyoruz”, “Kapitalist zihniyete paydos”, “Hakkımızı vermeseniz de alacağız”, “Adil ücret sistemi tatbiki istiyoruz”, “Tahditsiz grev istiyoruz,” “Morrison sana da son…”
Sık sık alkışlarla kesilen konuşmasında Fukara Tahir’in yabancı şirketlere seslenişi, alanı dalgalandırır: “İşçiyi bir it yerine koyup iki gün uşak gibi çalıştırdıktan sonra üçüncü gün kapı dışarı edenler ve buna alet olanlar şunu çok iyi bilmeli ki, bu yoldaki kötü ve perişan hareketleriyle musibetlerle ve bilhassa yabancı şirketlerle yarından tezi yok kırıcı ve ezici savaşa başlıyoruz. Bu ihtarlarımızla yola gelmezlerse hürriyetimiz, haysiyetimiz ve mukadderatımızla oynayan bu kişiler bu toprakları derhal terk etmeli ve bizden korkmalıdırlar.”
Büyük Ereğli Mitingi, Açların Yürüyüşü’nün hemen ardından Yapı-İş Federasyonu’nun ülke gündemini sarsan, Türkiye Büyük Millet Meclisi oturumlarında tartışılan ve siyasi etkileri/sonuçları olan -siyasi nitelik taşıyan- ikinci büyük çıkışıdır.
Mitingden sonra yapılması kararlaştırılan yürüyüş, Türk-İş yöneticilerinin ısrarı üzerine “işverenlere son bir tolerans tanımak ve fedakârlıkta bulunmak amacıyla” yapılmaz. Ancak ertesi gün Morrison’un mitinge katılan yüz elli işçiyi işten çıkarması üzerine iki yüze yakın yapı işçisi başlarında Fukara Tahir olduğu halde Yapı-İş Ereğli Şubesi’nin önünden Hükümet Meydanı’na gelirler. Burada yeni işçilerin de katılmalarıyla büyüyen topluluk, bir gün önce Atatürk büstünün etrafına konan bayrak ve dövizleri de alıp Morrison şirketine ait şantiyeye doğru yürüyüşe geçer. Aralarında aylardır iş bekleyen işsizler de vardır. Kalabalık Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları sahasının içinden geçerek Morrison şantiyesine ulaşır.
Morrison’un Genel Müdürü Mr. Erskince ve muavinleri bulunmadığından kendilerini Koruma Amiri ve bir mühendis karşılar. Fukara Tahir, toplu sözleşme yapmak istemektedir. Morrison’u toplu sözleşme görüşmelerine davet ettiklerini açıklar: “On gün mühlet veriyoruz. 24 Ağustos’a kadar tekliflerimizi kabul etmedikleri takdirde kendilerini mesul tutacağız.”
Morrison, 24 Ağustos’a kadar verilen sürenin sona ermesine iki gün kala, 22 Ağustos’ta sendikaya cevap verir. Ancak, Erskince imzasıyla gönderilen yazıda, işçi isteklerinin karara bağlanması için bir masaya oturmaktan söz açılmadığı gibi, isteklerin kabul edilmesi konusunda herhangi bir açıklama da yoktur.
Bunun üzerine, büyük bir işçi, işsiz kitlesi Morrison’un şantiyesine yürür, şantiyeyi çeviren dikenli teller ve onları tutan direkler bir anda yıkılır. Şantiyenin bir yanı denizdir ve sandallara doluşan Amerikalı, Türk yöneticilerin çala kürek kaçarlar. Şantiye artık işçilerindir. Önce jandarmalarla kaymakam, akşamüzeri de askerler gelir. Başlarında bir albay vardır. Fukara Tahir, “içtimai mukavele” istediklerini söyler. Bir ateş yakılır. Çevreye nöbetçiler çıkartılır. İşçiler sabaha kadar ateşin etrafında beklerler. Türküler söylenir. Sabah jandarma komutanı, Morrison şirketinin İstanbul’daki merkezinde sendikacılarla görüşmeye hazır olduğunu bildirir. Fukara Tahir beş kişilik bir grupla, sendikanın uzun şasi Land-Rover’ına atlayıp İstanbul’a hareket eder. Grubun içinde Türk-İş’in Dış İlişkiler Müdürü Sina Pamukçu ve Uğur Cankoçak da vardır.
24 Ağustos günü taraflar, Morrison şirketinin bugünkü 4. Levent’teki merkezinde bir araya gelirler. Burası tek katlı bir binadır. Görüşmenin detayları, sendika heyetinde bulunan Uğur Cankoçak’ın renkli ve canlı anlatımıyla günümüze ulaşmıştır. Morrison temsilcileri kendilerini tanıtırlar. Aralarında genç, hafif tombul, başında hiç saç olmayan biri de vardır. Bu Morrison’un Türkiye Temsilcisi Süleyman Demirel’den başkası değildir. Ve 24 Ağustos günü Morrison’un binasında yapılan bu toplantıda, Morrison Süleyman ve Fukara Tahir ilk kez karşı karşıya gelirler.
Derken kapı açılır, uzun boylu, zayıf, tipik bir Amerikalı girer içeri. Cankoçak şöyle anlatır: “Toplantı masasının dar kenarına doğru yürürken, ‘Hello boys’ gibi bir şeyler söyledi, koltuğu geri çekerek oturdu ve ayaklarını masanın üzerine koydu. Fukara Tahir, Amerikalıya baktı, o da koltuğunu geri çekerek ayaklarını masanın üzerine koydu. Sendika adına görüşmeye katılanlar da hemen aynı şeyi yaptılar. Herkes ama en çok Amerikalı şaşırdı ve hemen ayaklarını indirdi ve ‘Eks quiz me’ gibi bir şeyler mırıldandı.”
Görüşmelere geçilir. Fukara Tahir, Morrison işçilerinin temsilcisi olarak Morrison’la içtimai mukavele yapmak istediklerini söyler. Sendika heyetinden Sina Pamukçu, Fukara Tahir’in sözlerini İngilizceye çevirir. Morrison temsilcisi, kolektif akit yapma yetkisinin Ereğli Demir Çelik Şirketi’nde olduğunu söyler. Amerikalının sözlerini Süleyman Demirel, Türkçeye çevirir: “Benim İş Kanunu’na aklım ermez. Biz Demir Çelik’le akit yaptık ben onu bilirim.” Kısa bir sessizlik olur. Fukara Tahir, Uğur Cankoçak’a doğru eğilerek sorar, “Benim canım kardaşım bu adam doğru mu tercüme etti?” Cankoçak, “Evet başkan, doğru çevirdi” deyince Fukara Tahir masaya olanca gücüyle bir yumruk atar ve ayağa kalkar: “İş Kanunu’na aklı ermeyen işverenle müzakere edilmez. Benim memleketimin yasalarını tanımayanlar defolsun gitsin.” Görüşme sona ermiştir.
İnşaat işçileri geçici sürelerle ve farklı şehirlerde, farklı şantiyelerde çalışırlar. Her gittikleri yerde yeniden örgütlenirler. Bu yüzden sendikaları dağınıktır. Geçici/istikrarsız ve zor çalışma şartları nedeniyle inşaat işkolu, kendiliğinden, birdenbire patlak veren vahşi grevlere sahne olmuştur. Bir kıvılcım bir anda bozkırı tutuşturabilir ve işkolunun bu özelliği, doğrudan eylemin içinden çıkan mücadeleci işçi önderleri yaratmıştır. Bu koşullar, inşaat işkolunda sendika bürokrasisinin oluşup yerleşmesine de pek izin vermemiştir. İnşaat işkolunda, Demir Küçükaydın’ın da belirttiği gibi ya gangster sendikacılar olmuştur ya da gözünü budaktan sakınmayan devrimciler. Uzlaşma yoluna koşullar hiçbir zaman izin vermemiştir.
…
1967 yılının Ocak ayında, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kuruluş kararını tespit eden “karar” başlıklı tutanakta on yedi sendikacının imzası vardır. Bunlardan biri de Türkiye Yapı-İş Federasyonu adına Genel Sekreter Emrullah Akdoğan’a aittir.
…
‘60’ların başlarında Fukara Tahir, Ereğli’de bir şantiyeye girmek ister. Yanında Suat Şükrü Kundakçı, Federasyon kurucularından Tatar Abdurrahman (Abdurrahman Çelebi), Süreyya Denizli ve arabayı kullanan Mahmut Aydın da vardır. Amaçları işverenle görüşmektir. Kapıda taşeron şirketin adamı karşılarına dikilir. “Şantiyeye giremezsiniz” der. Tabanca çeker… Olay büyür. Karakola düşerler. Barışırlar karakolda. Fukara Tahir ve arkadaşları, kendilerine tabanca çeken bu adamı da alıp Ankara’ya dönerler. Rakılar içilir, yemekler yenir, ahbap olunur. Fukara Tahir, “Seni gel biz şube başkanı yapalım” der. “Orta Doğu inşaatlarının sorumlusu yapalım, görevli kılalım, ileride kongrede de seçeriz seni. Bize senin gibi adam lazım.”
Aradan zaman geçer… 1967 yılının Kasım ayında, Ankara yakınlarında, Federasyon’un Chevrolet arabasının içinde, daha birkaç yıl önce Ereğli’de bir şantiyenin kapısında karşılaşıp Federasyon Genel Sekreteri yaptığı ve Federasyon adına DİSK’in “karar” tutanağına imza koyan Emrullah Akdoğan’ın tüfeğinden çıkan kurşunla henüz 43 yaşındayken göçüp gider bu dünyadan. Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi Emrullah Erdoğan’ı “gözü kara, ancak psikolojik dengesi bozuk, adı kumar, rüşvet gibi işlere karışmış bir kişi” olarak nitelemektedir. Şöyle anlatmıştı Kundakçı:
“O zaman sendikanın parası çok ciddi bir banka sistematiği içinde değildi. ‘Benim çok ihtiyacım var’ diyor, Emrullah. ‘Bundan sonra kasa ben olacağım’ diyor. ‘Para bende olacak’ diyor. ‘Kabul edersen et, etmezsen hayatın tehlikede senin’ diyor. Tahir Öztürk de ‘Ne olacaksa olsun’ diyor. ‘Ben ineyim’ diyor. ‘İnmeyeceksin!’ ‘İnerim…’ Solunda tüfek varmış, dayıyor [çenesinin altına] Tahir Öztürk’ün, tetiği çekiyor. Vuruyor. Arabanın içinde…“
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.