İdlip bataklığının bütün ağırlığı Türkiye’nin omuzlarına yüklenmiş durumda. AKP, Nusra’ya alternatif yeni bir cihatçı ordusu oluşturmak ya da Afrin’e müdahale etmek gibi hayaller pazarlasa da onun görevi bambaşka
İdlip bataklığının bütün ağırlığı Türkiye’nin omuzlarına yüklenmiş durumda. AKP, Nusra’ya alternatif yeni bir cihatçı ordusu oluşturmak ya da Afrin’e müdahale etmek gibi hayaller pazarlasa da onun görevi bambaşka
Türkiye’nin İdlip operasyonundan ne umduğu meselesi, üç ana beklenti üzerinden değerlendirilebilir. Birincisi İdlip’ten Türkiye’ye yönelme ihtimali yüksek olan cihatçı tehlikesini en aza indirmektir.
İkincisi, yaklaşık olarak 2012’den bu yana Türkiye’nin “kendi eyaletiymiş” gibi yönettiği yanı başındaki İdlip’te bir inisiyatif elde etmek ve ısrarla arzuladığı “güvenli bölge” hayalini burada fiili olarak gerçekleştirmektir. Yabancı cihatçı unsurları tutabilmek için fiili “güvenli bölge” oluşturma fırsatının doğmuş olabileceği hesaplanmaktadır.
Üçüncü olarak da Kürtleri güneyden kuşatmak ve bu pozisyon üzerinden Kürtlerle ilgili kendi stratejileri için pazarlık gücü edinip birtakım garantiler elde etmektir. Bütün bu beklentiler tıpkı “üç ayda Suriye’yi düz edip Emevi Camii’nde namaza gitme” hevesi gibi birer hayalden ibaret olsa da, ayrı ayrı üzerinde durulmaya değer.
Öncelikle İdlip’teki cihatçı potansiyelin Türkiye’ye yönelme tehlikesini “bertaraf etme” hesaplarının ne kadar gerçekleştirilebilir olduğuna bakalım.
Bilindiği gibi 2016 yılından bu yana Suriye’nin birçok bölgesinden cihatçı tahliyeleri yapıldı. Sadece Şam kırsalından silah bıraktırılıp İdlip’e tahliye edilen militan sayısı 6 bin civarındadır. 2016 yılında; Şam-Batı Guta’dan Han el-Şeyh’i boşaltan muhalifler 20 otobüs, Dariya kasabasından 25 otobüslük konvoylarla İdlip’e taşındılar. Şam kırsalındaki Tell kasabasından, Hama ve Humus kırsalından yüzlerce militan, Zabadani ve Madaya’dan da 2300’ün üzerinde militan tahliye edildi. Bunların hepsi İdlip yolcusuydu.
Keza Lübnan’dan bile İdlip’e cihatçı taşındı. Temmuz sonu itibariyle Arsel’den 10 bin silahlı militan nakledildi. Hizbullah ile Nusra Cephesi arasındaki anlaşma gereğince Nusra kontrolündeki kamplarda kalan militanlar ve aileleri, hafif silahlarıyla birlikte Şam-Humus güzergâhından İdlip’e nakledildiler.[1] Bunlara Halep kuşatması kırıldıktan sonra İdlip’e taşınan 5 bin civarındaki militan sayısı da eklendiğinde, İdlip on binlerce cihatçı militan için “son sığınak” haline geldi. Bölgede an itibarıyla 50 bine yakın cihatçı var ve bunların yarısına yakını yabancı uyruklu.
Suriye haritası göz önünde bulundurulduğunda, cihatçıların sığınabilecekleri daha yakın yerler varken, yüzlerce kilometrelik yolu kat ederek İdlip’e, yani Türkiye sınırına gelmeyi tercih ettikleri görülüyor. Örneğin Suriye’de “isyanın ilk adresi” olarak bilinen Dera, Suriye’nin en güney kentidir ve Ürdün sınırındadır. Ürdün’de sınıra sıfır noktasında kurulu kamplar da vardır ve ilk silahlı grupların giriş yaptığı yerdir. Ama Heyet-i Tahrir’uş Şam, Dera’yı boşaltırken, yanı başındaki Ürdün kampını değil, 430 kilometre mesafesindeki İdlip’i tercih etti. Hemen şunu belirtelim ki, Ürdün bu tahliyeler sırasında kendi güvenlik tedbirlerini almış ve sınırlarını korumuştu.[2] Yani Ürdün’ün “terörist” olarak kabul ettiği gruplardan sınırlarını korumak ve temizlemek için sıkı önlemler aldığı bu tahliye sürecinde Türkiye, herhangi bir önlem almadığı gibi, bütün bu tahliyelerin kendi sınırlarına doğru kaydırılmasına onay verdi. Peki neden? Ve cihatçıların İdlip’i tercih etmelerinin altında ne yatıyor?
Tahliye bölgelerinden, her biri büyük bir askeri tugay kurabilecek sayıdaki silahlı militanların neden İdlip’e gitmeyi tercih ettiklerini ve gittikten sonra ne yaptıklarını analiz eden Suriyeli gazeteci Cafer el-Colani şunları yazdı:[3]
“İdlip’e sınır dışı edilenlerin bir kısmı kariyerini Suriye ordusuyla mücadelede tamamlamaya karar verdiler ve savaşmaya devam ettiler. Örneğin Dariya’dan tahliye edilen silahlı gruplar İdlip’teki gruplarla birlikte Hama kırsalındaki Marvan Hadid bölgesinin işgaline varan savaşa iştirak ettiler. Bu savaşta Dariya’dan tahliye olan çok sayıda muhalif öldürüldü.
Fakat tahliye edilip İdlip’e gidenlerden büyük bir bölümü İdlip’i sadece Türkiye sınırında olduğu için, buradan Avrupa’ya bir kaçış noktası olarak tercih ettiler. Çoğunun sınırı geçtiği yer Atme kapısıdır. Bunlar ‘istikrarı’ Türkiye’de seçtiler ya da biraz daha fazlasını, oradan Avrupa’ya göç etmeyi umdular. Dariya tahliyelerinden Türk topraklarına girmeye niyetlenen 15 ÖSO mensubunu Nusra Cephesi tutuklamıştı. Tutuklarken de onları korkaklık ve döneklikle suçlamıştı. Silah bırakıp tahliye edilmeyi kabul eden kimi militanlar, silah bırakmayı reddedenler tarafından eleştirildiklerinde, giderken savaşı İdlip’e taşıma sözü verdiler. Bu sözlere rağmen şu eleştiriyle karşılaştılar: Türkiye bunların hepsini kabul edecek mi, yoksa vatanın kucağına geri mi dönecekler? Şam’ın eteklerinde tutunamayanlar, Türk sınırında kiminle ve nasıl savaşacaklar?
(…) Türkiye’nin kabul ettiği tahliyelerin ilk durağı İdlip oldu ama burası son durak değil. Özellikle yakın zamanda onları başka bir tahliye daha bekliyor olacak!…”
AKP açısından İdlip stratejisinin ikinci ayağı “ılımlılar ile radikal unsurları birbirinden ayırma” kurgusuna dayalıdır. Bunun için, ismi olup cismi olmayan ÖSO ile darmadağın halde duran Nusra dışındaki diğer cihatçı grupların tek çatı altında toplanması hedefleniyor. Öncelikle yorumcular, bu hedefe dair kurulan hayallerin İdlip gerçeğine uymadığının altını çiziyorlar. Her şeyden önce İdlip’in, dünyanın dört bir yanından gelen ve Suriye’de farklı cephelere dağıtılan savaşçıların son cihat üssü olduğu unutulmamalıdır. Suriye’nin birçok bölgesinden tahliye edilen cihatçıların “tercihen” yöneldikleri İdlip bölgesi, Suriye’deki savaşın uzaktan yöneticileri açısından en karmaşık ve her yanından bela fışkıran cephesi haline geldi. Şimdi Türkiye’ye buradaki “gerilimi azaltma” görevi verildi. Denildi ki, ılımlıları radikallerden ayır, Nusra’ya karşı bütün bu grupları bir araya getir!.. Peki, farklı görüşlere sahip olan bu grupların nasıl bir arada tutulacakları konusu açık değilken, Türkiye “gerilimi azaltma” ödevini nasıl başaracak?
Belki Fırat Kalkanı’nda olduğu gibi küçük grupları bir çatı altında toplayabilir. Aslında AKP’nin böyle bir niyeti var. Yeni bir çatı örgütü oluşturup, “ılımlılar ittifakı” kurmak… Ancak daha önce de defalarca farklı isimler altında çatı örgütlenmelere gidildi, cihatçı koalisyonlar denendi. Örneğin 2013’te, dağınık cihatçı gruplardan bir “cephe” oluşturarak, adını “İslam Cephesi” koydular ve bu cepheyle Lazkiye kırsalına saldırdılar. 2014’te yeni oluşturulan “Sahil ittifakı” isimli cihatçı koalisyonla Keseb saldırısı gerçekleşti. Başarısız olan bu koalisyonlaşmada başı hep Nusra Cephesi çekti. Yine başını Nusra Cephesi’nin çektiği geniş bir cihatçı koalisyon AKP-Suud ittifakı ve “eğit-donat” projesinin bir hamlesi olarak ortaya yeni bir çatı örgütlenmesi ortaya çıktı. Bu yeni cihatçı koalisyonun adı “Fetih Ordusu” oldu. 2015’te Türkiye sınırından yoğun destek alan Fetih Ordusu İdlip’e saldırdı ve kenti ele geçirdi. Şimdi de AKP’nin sözde ılımlıları Nusra’dan ayıran yeni bir çatı yapılanmasına yöneldiğinin işaretleri görülmeye başlandı. Bu “yeni yapı” için bir isim bulundu bile. Adı “Ulusal Ordu” olacak!.. ORSAM uzmanı Oytun Orhan’ın yazdıklarına göre; “Ağustos ayının sonunda Suriye İslami Konseyi’nin başındaki etkili din adamı, ÖSO gruplarına ‘Ulusal Ordu’ adı altında birleşme çağrısı yaptı. Eylül ayı sonu itibarıyla 63 muhalif gruptan 44’ünün Ulusal Ordu’ya katılma kararı alması ve Türkiye’nin desteğiyle, İdlip’te ÖSO güçleri büyük ölçüde bir araya gelmeyi başardı. Bu yeni yapılanma, muhaliflerin rejim karşısındaki güçlenme çabasından ziyade, muhtemelen HTŞ’ye (Nusra Cephesi) karşı denge oluşturacak bir yapı olarak düşünülüyor.”[4]
Ancak Suriyeli gazeteci Cafer el-Colani’ye göre bu tür çatı oluşumlar “İdlip cihat üssü” için sorun çözücü değildir. Çünkü “İdlip’e taşınan silahlı grupların çok çeşitliliği bir yana, çoğu önde gelen iki akımdan, Vahabiler ve Müslüman Kardeşler’den oluşuyor. Bu iki ana akımın ideolojik farklılıklarını İdlip’e taşıdılar. Bu yüzden rakip gruplar arasındaki anlaşmazlıklar tahliyeler sürecinde hem çeşitlendi hem de derinleşti.”[5] Kaldı ki ORSAM uzmanının aktardıklarına bakılırsa 63 gruptan 44’ü bir araya gelmiş olsa bile bu “yeni” yapının Nusra Cephesi karşısında bir denge oluşturabileceğinden kuşku duyulduğu açıktır. Dolayısıyla bu kurgunun bir karşılığı yok ve bu yüzden “Türkiye’nin işi oldukça zor” gibi görünüyor.
Nusra Cephesi, uluslararası baskının artması sonucunda “El-Kaide ile bağlantısı olmadığını” göstermek için adını “Şam’ın Fethi Cephesi” olarak değiştirdi. Bu çatı yapılanma içinde Ensar el-Din, Sünnet Ordusu, Nureddin Zengi gibi cihatçı örgütler yer aldı.
2017 yılının başında El-Kaide’den ayrıldığını ileri süren “Şam’ın Fethi Cephesi”, Sünnet Ordusu, Ensar el-Din, Liva el-Hak ve Nureddin Zengi adlı gruplar kendilerini feshederek Heyet-i Tahrir’uş Şam (Şam’ın Kurtuluşu Heyeti) adı altında birleşti. Daha önce aynı cihatçı örgütler Fetih Ordusu kurmuşlardı. Ancak başarılı olamayınca bu çatı örgütü dağılmıştı. Defalarca birleşip başarısız oldukça ayrılan ve tekrar birleşen bu cihatçı örgütler, Astana sürecinin başlamasından sonra sözde Nusra Cephesi’yle yollarını ayırarak, Heyet-i Tahrir’uş Şam’ı kurdular. Oysa Nusra Cephesi, HTŞ isimle ortaya çıkan bu sözde yeni yapının yine en büyük bileşenidir. Üstelik Heyet-i Tahrir’uş Şam’ın, Ahrar’uş Şam’a karşı kurulan bir cephe olduğu söylendi. Oysaki HTŞ’nin lideri olarak seçilen Ebu Cabir Haşim eş-Şeyh, Ahrar’uş Şam’ın eski lideri ve halen hareketin şura üyesidir. Böylesi bir kandırmaca ortamında Türkiye’nin İdlip stratejisinde, gövdesini Nusra Cephesi’nin oluşturduğu “HTŞ’yi içerden zayıflatma” ve kopuşları sağlama gayreti var.
ORSAM uzmanı Orhan’a göre “…bu çerçevede, Nusra Cephesi ile hareket eden bazı grupların HTŞ’den ayrılması için çaba sarf ediliyor ve çabaların sonucunda birçok grubun artık Nusra Cephesi’nin bir geleceğinin olmadığını düşünmesi sayesinde HTŞ’den kopuşlar başlamış. Örneğin ilk olarak bileşenlerden Nureddin Zengi ve Gogel Kefranbul grupları HTŞ’den ayrıldıklarını açıkladı. HTŞ en büyük darbelerden birini, Eylül ayı ortasında Ahrar’ın etkili eski komutanı Ebu Salih Tahhan’ın komutasındaki 6 bin savaşçıyla birlikte HTŞ’den ayrıldığını açıklamasıyla aldı. Eylül ayı sonunda, yine HTŞ’nin önemli bileşenlerinden Şüheda el-Gab Tugayı ve diğer bazı küçük gruplar HTŞ’den ayrıldığını açıkladı. Bu ayrılıklarla HTŞ’nin büyük ölçüde Nusra Cephesi özüne döndüğü varsayılabilir.”[6]
“HTŞ’den kopuşları sağlama ve Nusra Cephesi’ni yalnızlaştırma” stratejisinin baştan iflasa mahkûm olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çünkü Nusra liderliğindeki gelmiş-geçmiş bütün ittifaklaşma ve çatı birleşmelerinin altında yatan tek şey, bütün bu örgütlerin (ne tek başlarına ne de kendi aralarında birleşseler bile) bir başarı elde etme kabiliyeti geliştirememeleridir. Bu anlamda hepsi Nusra’dan ayrılsa ve “Nusra kendi özüne dönse” bile, AKP medyasının ilan ettiği üzere İdlip stratejisinin bu ayağı başarısızlığa mahkûmdur. Evet, HTŞ dağıtılabilir -ki bu bileşenler defalarca kendilerini dağıtmış yapılardır- ancak bu hamle, Nusra’nın ne zayıflatılması ne de kuşatılması anlamına gelir. Zira Nusra Cephesi’nin tek başına 30 bine yakın militanı olduğunu en iyi Türkiye biliyor. Bu gerçeklik, böylesi sihirli formülleri ilan eden AKP’nin “analistleri” tarafından da bilinmiyor değildir ve formülün sadece bir “taktik” olarak sunulduğu açıktır.
Aslında AKP’nin Nusra Cephesi’ne dair formülü başkadır ve bu formülün kesinlikle Nusra Cephesi ile karşı karşıya gelişi içermediğini söyleyebiliriz.
İdlip için en yakın senaryonun, “Türkiye’nin garantör olduğu muhalif gruplar arasındaki ihtilafları ortadan kaldırarak hepsini ortak bir çatıda buluşturmasına ve Nusra Cephesi’ne karşı bir kuşatmaya girmesine” dayandığını söylemiştik. Ancak böyle bir çatının Nusra Cephesi’ni kuşatabilme kabiliyetine sahip olamayacağının da altını çizmiştik. Kaldı ki Türkiye’nin de böyle bir isteği yoktur ve çatı örgütü oluşturabilirse eğer, bunu Suriye topraklarındaki pozisyonunu güçlendirmek için yapacaktır. Nitekim operasyonun başladığı ilan edildikten hemen sonra Türkiye’nin Nusra Cephesi ile anlaştığına dair haber ve yorumlar gündeme gelmeye başlamıştı. TSK, Cilvegözü Sınır Kapısı’na dayandığında, Nusra Cephesi de Suriye tarafından Bab el-Hava’ya yığınak yapmıştı, ama bir gün sonra Nusra eskortluğunda TSK tankları İdlip’e doğru yol almaya başladı. Bütün bunlar Türkiye ile Nusra Cephesi’nin anlaştığını gösteriyor. Nitekim Arap basınında da gözlemcilerin bu yöndeki yorumlarına yer verildi.
Lübnanlı yazar Halid el-Hudayb, İdlip operasyonunun başlamasından bir gün önce (6 Ekim 2017) şunları yazdı:[7]
“Türk kuvvetleri Perşembe günü ‘Fırat Kalkanı’ bileşenlerine haber göndererek, operasyon hazırlıklarını hızlandırmak için gereken çabayı göstermelerini istedi. Her gruptan 50 militanın operasyona katılması, tercihen bu ekiplerin ilkin HTŞ kontrolü altındaki İdlip ile Halep ve Hama kırsallarından, ikinci olarak Nureddin Zengi, Feylak’uş Şam, Özgür İdlip Ordusu ve İzzet Ordusu gibi muhalif gruplardan oluşması istendi. Fırat Kalkanı içinde yer alan muhalif gruplardan yaklaşık bin militanın Kilis’e gönderilmesi ve oradan otobüslerle Cilvegözü ve Atme’ye taşınması da kararlaştırıldı. Bu süreçte Türk tankları ve askerleri de bölgeye yığınak yapacaktı.
Bütün bu hazırlıklar yapılırken sınırın ne Türkiye ne de Suriye tarafında herhangi bir hareketliğin görülmemesi dikkat çekti. HTŞ ve diğer muhalif gruplar arasında da herhangi bir gerilim kaydedilmedi. İdlip sokakları sanki Türkiye kuvvetlerine ve Fırat Kalkanı militanlarına ‘hoş geldiniz’ demeye hazırlanıyor sadece. Siviller bu sessizliğin arkasında gizlenen ihtilafların açığa çıkmasından ve kanlı çatışmaların yaşanmasından tedirgin. Ama bütün gelişmeler Türkiye ile Nusra arasında bir anlaşma olduğuna işaret ediyordu.
Nitekim askeri kaynakların bildirdiğine göre bir hafta önce, HTŞ’den bir heyet Ankara’yı ziyaret etmişti. Ardından bölgeye giriş konusundaki ayrıntıları görüşmek üzere Türk askeri liderler ile HTŞ’den bir grup lider Bab el-Hava Sınır Kapısı’nda bir araya geldiler. Bütün bunlar Türkiye’nin Tahran ve Rusya görüşmeleri arasındaki bir zamanda gerçekleşti. Dolayısıyla İran ve Rusya’nın bu stratejisinden habersizler diyemeyiz. Çünkü hem Türkiye maliyeti ve sonu belli olmayan bir savaşa girmeye hazır değil hem de kendisini farklı bir şekilde tanıtmak için çok uğraş veren HTŞ için bu teklif ve projeler önemli bir fırsattı. Bilindiği gibi terör listesine girdikten sonra Nusra’nın sürekli kılık değiştirmesi bir işe yaramadı. Militanlar karakterlerinden vazgeçemedikleri için başarısız oldu ve uluslararası düzlemde O, El-Kaide ile bağlantılı bir örgüt olarak kaldı. Bu nedenle HTŞ, Suriye ordusu ile uluslararası müttefiklerinin ölüm saldırısı gerçekleşmeden, Türk birliklerinin İdlip’e girmesini bir tehdit olarak değil, bir kurtuluş olarak görmüş olabilir.
Öte yandan Nusra lideri Muhammed el-Colani’nin, eninde sonunda bölge kontrolünü tamamen ele geçireceği biliniyor. Halep’in batısındaki Daret İzza’daki “İbn Teymiyye Tugayları”nın isyanı Salı ve Çarşamba günü bastırılmıştı. Perşembe günü de Cund el-Aksa’dan bir grup eski komutanla El-Colani toplantı halindeydi, fakat bu onun son Perşembesi oldu. Belki El-Colani bu şekilde bertaraf edilmiş olabilir ama HTŞ ile anlaşma olsun ya da olmasın, savaşın yakın zamanda başlayacağına kesin gözüyle bakılıyor…”
Belli ki, AKP’nin bir stratejisi olarak ilan edilen “Nusra karşıtı” taktikler yok, Nusra ile ortak taktikler var. Ama nereye kadar? Bu noktada AKP İdlip’te inisiyatif elde etme fırsatına yatırım yapıyor. Eğer İdlip’te bir pozisyon yakalar ve inisiyatifi ele geçirmeyi başarabilirse, Rusya ve Suriye’nin İdlip’e “temizlik” harekatı başlattıklarında, AKP’nin kendi sınır güvenliğini öne sürerek on binlerce cihatçının İdlip’te tutulması için pazarlık yapması bekleniyor, tekrar ABD’ye yönelmesi gerekse bile… Çünkü fiili güvenli bölge inşa etme adımına yalnızca Trump’tan koşulsuz destek geleceği biliniyor. Ancak Suriyeli siyasi danışman Dr. Süleyman Süleyman’a göre her ne kadar Suriye’nin her tarafından militanlar otobüslere bindirilip İdlip’e gönderildilerse de, “İdlip’in Şam tarafından gözden çıkarıldığı anlaşılmamalıdır”[8] ve Türkiye’nin “cihatçıları bu coğrafyada tutma” hevesinin sadece bir hayalden ibaret olarak kalacağı da ayan beyan ortadadır. Öncelikle Dr. Süleyman’a göre anlaşma beş aşamada uygulanacağı için, süreç boyunca kontrol noktalarında askeri polisler bulunacak ve sürecin her aşaması Rusya ile Suriye polislerince denetlenecektir. Anlaşıldığı üzere AKP’nin herhangi bir fırsatçılığına müsaade edilmeyecek. Bunun için bütün tedbirler alınmış ve mutabakata bağlanmıştır. Öte yandan Suriye ve Rusya açısından Türkiye’nin İdlip’e yönelik bu operasyonu nihai hedef değil, sadece “ortam hazırlama” aşamasıdır. Çünkü şu anda Deyrizor ve Rakka’ya yoğunlaşan Rusya-İran- Suriye ittifakının nihai harekâtı, İdlip’i tamamen temizleme odaklı olacaktır.
Bu nihai hedefi Suriyeli yazar Süleyman şu şekilde açıklıyor: “Suriye yönetimi İdlip’i Şam gibi Suriye’nin kalbinin bir parçası olarak görüyor ve bu bölge üzerinde çok ciddi yoğunlaşıyor. Bu bağlamda tek hedef vardır; cihatçı terörü İdlip’ten tamamen söküp atmak!… Eğer bu teröristler İdlip’ten çıkmazlarsa, Suriye ordusuna teslim olacaklar. İdlip ikinci Musul olacaktır. Bu kaçınılmaz. Suriye ordusu hiçbir şekilde bunlara müsamaha göstermeyecektir. Çünkü orada Nusra var ve kılık değiştirse de El-Kaide’nin bir koludur. Fakat eğer uluslararası bir kuruluşun himayesiyle Suriye sınırlarının dışına tahliye edilmelerinin koşulları sağlanırsa, Nusra ve diğerleri seçtikleri her yere ‘güvenli çıkış’ yapabilirler.”
Bu durumda “nereye?” sorusu kritik ve bu sorunun doğrudan muhatabının AKP olacağı açıktır. Bu cihatçı potansiyel önünde sonunda tahliye edilecek… Ama hepsi geldiklere yere mi dönecekler, yoksa başka ülkelerde başka savaşlarda kullanılmak üzeri “güvenli tahliyeler” eşliğinde taşınacaklar mı?
AKP’nin böyle bir algıyı pazarlamasının, tahayyül ettikleri ile umduklarının karışımından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Öncelikle İdlip operasyonuna ortak edilmenin Türkiye’ye stratejik açıdan herhangi bir getirisi olmayacağı açıktır, çünkü Fırat Kalkanı Harekatı’na verilen müsaadeyle buradaki iş aynı değildir. Hatta hiçbir benzerlik kurulamaz. Burada AKP, sadece Astana’da verilen görevi icra etmekle yükümlüdür.
Fırat Kalkanı Harekatı’nın İdlip operasyonuyla neden benzeştirilemeyeceğine gelince, birincisi, AKP’nin Afrin’e “el uzatma” niyetini defalarca açığa vurduğu dönemler olmuştur. Bu süreçte sadece Rusya’nın tutumunun caydırıcı olduğu görüldü. Neticede Rusya, Afrin’e asker konuşlandırdı ve esasında “AKP’ye karşı Kürtlere kalkan oluşturdu” denilebilir. Rusya’nın bu konuda izlediği politikalar gayet kendini belli etti ki, Kürtlerin Amerika’ya koşulsuz yönelmelerini istemiyor. ABD’nin Kürtler üzerinden bir pozisyon edinme dışında Suriye’de pek bir şansı olmadığını da gören bir yerden rasyonel politika izleyen Rusya’nın, AKP’nin Afrin hayallerine izin vermeyeceği de biliniyor.
İkinci olarak her ne kadar AKP İdlip harekatını “bir çeşit Fırat Kalkanı” gibi sunsa da, alttan alta aslında bunun kolay olamayacağını da fısıldıyor. Ama Fırat Kalkanı gibi burada kendisine vize verilmediğini de açıklamıyor. Dolayısıyla Fırat Kalkanı’nın Afrin’e uymayacağını “fısıldama” görevini yine AKP medyası üstlendi. Örneğin Yeni Akit, 8 Ekim tarihli “Güvenlik Uzmanı” Abdullah Ağar’ın konuyla ilgili şu değerlendirmelerine yer verdi: “İdlip ile Fırat Kalkanı Harekatı’nı benzetmek yanlış. Fırat Kalkanı’nın gerçekleştiği alanda yaklaşık 250 bin sivil yaşıyordu. DEAŞ’lı sayısı ise 3 bin civarıydı. Ayrıca bunların çoğu yabancıydı, yani Suriye onların toprağı değildi. İdlip’te ise sivil sayısı 2 milyon. Silahlı kuvvet sayısının ise 20 ile 30 bin arası olduğu söyleniyor. Bir de bunlara bu bölgedeki güçlerin yüzde 90’ının Suriyeli olduğunu ekleyin. Yani kendi topraklarında bulunuyorlar. Bu şartlara baktığınızda bambaşka bir operasyon ve çok daha zorlu şartlar ortada.”[9]
Bu demektir ki, gerçekler başka türlü olsa da AKP için hayal satmak kolaydır. Oysa Türkiye’ye İdlip için verilen görevler bellidir. Suriyeli araştırmacı, yazar ve Türkiye üzerinde çok sayıda çalışması olan uluslararası ilişkiler uzmanı Akil Saeed Mahfoud’a göre Astana’da İdlip için Türkiye’ye şu görevler verildi: “Ateşkesi sağlama, yaralıların taşınması için geçiş yollarını açık tutmak ve yaralı taşımak, sivillerin günlük olarak geçişleri için alan açmak, bu alanlarda sivil inisiyatiflerin kurulması ve sağlık hizmetlerinin koordine edilmesini sağlamak, coğrafi bölgenin tamamı üzerinde kapsamlı bir siyasi çözüme katkı sunmak…”
Görüldüğü gibi İdlip bataklığının bütün ağırlığı Türkiye’nin omuzlarına yüklenmiş durumda ve verilen görev gayet açıktır, ki bu da yaralısıyla dirisiyle, İdlip’teki cihatçı potansiyelin yekununa kapılarını açmaktır. İdlip’i bu yönüyle okumak önemlidir. Mesela Soner Yalçın’ın “Türkiye, son 6 yılın Suriye politikasında en doğru tavrı gösteriyor” diyerek ileri sürdüğü dayanaklara baktığımızda, boğazına kadar Suriye bataklığına batmış durumdaki AKP’nin İdlip’te daha beteriyle karşı karşıya kalışını yok sayma ve operasyona “meşruiyet” kazandırma kaygısı taşıdığını görürüz. Yalçın şunu söylüyor: “TSK, gayrı meşru bir savaş mı yürütüyor? Hayır. Aksine sınırı için tehlikeli olan terör gruplarını İdlip’ten çıkarmaya çalışıyor.”[10] İyi de, “sınırı için tehlikeli olan terör grupları” orada nasıl birikti ve İdlip’ten nereye çıkarıyor? İşte asıl bela burada…
Dipnotlar:
[1] http://www.i24news.tv/ar/%D8%A3%D8%AE%D8%A8%D8%A7%D8%B1/middle-east/151753-170731-%D8%AE%D8%B1%D9%88%D8%AC-10-%D8%A2%D9%84%D8%A7%D9%81-%D9%85%D8%B3%D9%84%D8%AD-%D9%88%D8%B9%D8%A7%D8%A6%D9%84%D8%A7%D8%AA%D9%87%D9%85-%D9%85%D9%86-%D8%AC%D8%B1%D9%88%D8%AF-%D8%B9%D8%B1%D8%B3%D8%A7%D9%84-%D8%A7%D9%84%D9%89-%D8%A5%D8%AF%D9%84%D8%A8-%D8%A8%D9%85%D9%88%D8%AC%D8%A8-%D8%A7%D8%AA%D9%81%D8%A7%D9%82-%D9%85%D8%B9-%D8%AD%D8%B2%D8%A8-%D8%A7%D9%84%D9%84%D9%87
[2] http://www.enabbaladi.net/archives/161476
[3] http://assahwa.net/archives/70155
[4] http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/turkiye-İdlip-de-ne-yapacak/922850
[5] http://assahwa.net/archives/70155
[6] http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/turkiye-idlib-de-ne-yapacak/922850
[7] http://www.almodon.com/arabworld/2017/10/6/%D9%81%D8%B5%D8%A7%D8%A6%D9%84-%D8%AF%D8%B1%D8%B9-%D8%A7%D9%84%D9%81%D8%B1%D8%A7%D8%AA-%D8%AA%D8%AA%D8%AD%D8%B6%D8%B1-%D9%84%D8%AF%D8%AE%D9%88%D9%84-%D8%A5%D8%AF%D9%84%D8%A8
[8] http://www.almodon.com/arabworld/2017/10/6/%D9%81%D8%B5%D8%A7%D8%A6%D9%84-%D8%AF%D8%B1%D8%B9-%D8%A7%D9%84%D9%81%D8%B1%D8%A7%D8%AA-%D8%AA%D8%AA%D8%AD%D8%B6%D8%B1-%D9%84%D8%AF%D8%AE%D9%88%D9%84-%D8%A5%D8%AF%D9%84%D8%A8
[9] http://www.yeniakit.com.tr/haber/guvenlik-uzmanindan-carpici-İdlip-yorumu-383615.html
[10] http://odatv.com/İdlip-operasyonu-ve-atilla-ilhan-1310171200.html
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.