Sürüklendiğimiz açık faşizm 12 Mart ve 12 Eylül’den farklı olarak “restorasyon” perspektifi olmayan, sürekli bir açık faşizmdir
Sürüklendiğimiz açık faşizm 12 Mart ve 12 Eylül’den farklı olarak “restorasyon” perspektifi olmayan, sürekli bir açık faşizmdir. Dolayısıyla bir kez geçildikten sonra ancak sömürge faşizmini yıkarak kurtulabileceğimiz bir açık faşizm tehlikesiyle karşı karşıyayız
Türkiye 16 Nisan’dan itibaren resmen açık faşizme geçiş sürecindedir. 16 Nisan hileli referandumuyla, devletin bütün güçlerinin iktidarı aleni olarak Erdoğan’da toplanmıştır. AKP lideri olarak hükümetin yönetimini doğrudan doğruya üzerine alan Erdoğan, OHAL yetkileriyle ülkeyi adım adım açık faşizme taşımaktadır.
Bir kez temel siyasi süreci “açık faşizme geçiş süreci” olarak belirlemişsek devrimci siyaset açısından arka arkaya sıralamamız gereken bazı temel belirlemeleri de yapmamız gerekir.
Bir siyasi süreç açık faşizme geçiş süreci olarak işliyorsa, açık faşizme geçişi durdurmak için mücadele önem kazanır. Ancak çeşitli nedenlerle açık faşizme geçiş durdurulamayabilir. Açık faşizme geçişin engellenememesi “dünyanın sonu” değildir. Bu durumda politik mücadelenin temel görevi değişir; bu noktadan itibaren “açık faşizmi yıkmak” temel politik görev haline gelir. Bu nedenle açık faşizme geçişi durdurma mücadelesi geçiş süreci boyunca öne çıkar ama “kendi içinde bir görev olarak” mutlaklaştırılamaz. Geçişi durdurma mücadelesi, açık faşizmi yıkma mücadelesine bağlı olarak değerlendirilmeli ve bu mücadelenin “hazırlık süreci” olarak da ele alınmalıdır.[1]
Bunlar mevcut politik süreci “Sömürge Tipi Faşizm” modeline göre çözümlememiz halinde ulaşacağımız ilkesel sonuçlardır.
İlkeler soyut, hayat somuttur. Soyut ilkelerin somut politikalara ve taktiklere dönüştürülmesi gerekir. “Somut durumun somut çözümlemesi” bunun için gereklidir. “Soyut” ilkeler genel ve ortak özelliklerden çıkarsanır; bu ilkeleri somut siyasi mücadele çizgisine dönüştüren çözümlemeler ise genel ve ortak özelliklerin somuttaki farklılıkları içindeki birlikleri gösterilerek yapılır.
Açık faşizm, sömürge faşizminin bir momentidir. Bu momentte kontrgerilla yönetim inisiyatifini açık ve doğrudan bir biçimde üstlenir. 12 Mart ve 12 Eylül açık faşizmlerine geçiş ihtiyacı emperyalizmin ve oligarşinin ortak ihtiyacı olarak gündeme gelmiştir. Her iki olguda da düzenin “açık faşizm ihtiyacı”, “bozulan kamu düzeninin mevcut araç ve usullerle düzeltilememesiyle” izah edilmiştir. 12 Mart’ta “kamu düzenini bozan” ve mevcut araç ve usullerle etkisiz hale getirilemeyen sorunlar, halkın yükselen hak ve özgürlük mücadeleleri (“toplumsal uyanışın ekonomik kalkınmayı aşması”) ile sınıf mücadelesinin devletin temel kurumlarına yansıması (ordunun alt kademelerindeki huzursuzluk) idi. 12 Eylül’de ise bu sorun “iç savaş süreci” olarak tanımlanıyordu. (“Kardeş kavgasının önüne geçme”.) Düzenin “merkez partileri” (AP ve CHP) sıkıyönetim ilanlarıyla orduyu alternatif iktidar merkezi haline getirerek açık faşizme giden yolları döşedikten sonra iktidarı (ordu görünümü altında) kontrgerillaya devredip kenara çekilmişlerdir. (Demirel’in veciz ifadesiyle “şapkalarını alıp gitmişlerdir”.) 12 Mart ve 12 Eylül’ün açık faşist iktidarları, sömürge faşizminin kurumsal ve işleyişsel altyapısını sınıflar mücadelesinin mevcut koşullarına uyarladıktan sonra[2] sahnenin arkasına doğru hareketlenmişlerdir.[3]
16 Nisan sürecinin mevcut araç ve usullerle etkisiz hale getirilemeyen “yıkıcı” sorunu, “bozulan kamu düzeninin tesisi” değildir. 16 Nisan sürecinin sorunu “bozulan devlet düzeninin tesisi”dir. Devlet düzenini bozan çatışmanın belirleyici unsuru 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi halkla oligarşi, devrimci-demokratik güçlerle faşist güçler arasındaki çatışma değil, emperyalist merkez ile yerel işbirlikçi iktidarının bir kanadı arasındaki çatışmadır. Emperyalist merkez ile yerel işbirlikçi iktidar arasındaki uyum bozulunca iktidar içi çatışma başlamıştır. İktidar içi çatışma giderek derinleşmiş ve tarafların birbirlerini önce “dize getirmeyi”, sonra ise iktidardan tasfiye etmeyi hedefleyen ve kontrgerilla aygıtının merkezi konumda olduğu bir “saray darbeleri süreci” başlamıştır. Bu sürecin sonunda kontrgerilla aygıtının temel bileşenleri kendi içlerinde ve aralarında muazzam bir parçalanmaya uğramıştır. Bu parçalanma, devlet düzeninde, mevcut araç ve yöntemlerle giderilemeyecek yıkıcı bir krize yol açmıştır. 15 Temmuz olayı krizin en yüksek seviyesine ulaştığı noktada ortaya çıkmış ve Gülen örgütü yenilgiye uğramıştır. Erdoğan, Gülen örgütüne karşı kazandığı zafere dayanarak ilan ettiği OHAL’le fiili iktidarını hukuki denetimin dışına çıkarmıştır. Erdoğan elde ettiği bu inisiyatifi “kontrgerillanın birliğini kendi etrafında sağlama” yönünde kullanmaya girişmiştir. 16 Nisan hileli referandumuyla bu inisiyatifini daha da güçlendirmiştir. Erdoğan şu anda kontrgerilla merkezli devlet yapısını mezhepçi-ırkçı-neoliberal bir resmi devlet ideolojisiyle bir “iç savaş devleti” olarak örgütlemekte ve demokratik muhalefeti yasallık düzleminin tümüyle dışına itecek bir kuşatma stratejisi gütmektedir. 2019’da yapılacak seçimlere atfen “2019 Süreci” olarak adlandırılan süreç Erdoğan tarafından bu strateji ile yönetilmektedir.
Şimdiki açık faşizme geçiş sürecindeki “alternatif iktidar merkezi” OHAL yetkisiyle donatılmış “Saray” iktidarıdır. Açık faşizme geçiş sürecinin durdurulabilmesi için OHAL’in kaldırılması, iktidarın hukukla (yasalarla değil halkın haklarıyla) sınırlanması ve adil-demokratik bir seçim ortamının yaratılması zorunludur. Bu amaçlara ancak bir “fiili durum” olarak ulaşılabilir. (Bu amaçlara ulaşmadan açık faşizme geçiş sürecinin durdurulamayacağını görüyorsak, bu amaçlara nasıl ulaşacağımıza odaklanmalıyız.)
Sürüklendiğimiz açık faşizm 12 Mart ve 12 Eylül’den farklı olarak “restorasyon” perspektifi olmayan, sürekli bir açık faşizmdir. Dolayısıyla bir kez geçildikten sonra ancak sömürge faşizmini yıkarak kurtulabileceğimiz bir açık faşizm tehlikesiyle karşı karşıyayız. (Mezhepçi-ırkçı-neoliberal bir açık faşizmi yıkmak için yürüteceğimiz mücadeleyi kimlerle ve nasıl bir “ortak payda” üzerinden, hangi araçlarla başlatabilir, süreklileştirebilir, ilerletebilir ve kazanabiliriz?)
Açık faşizme geçişi durdurma ve açık faşizme karşı mücadelenin strateji ve taktikleri bu gerçekliklerle baş edebilirlerse gerçekten tarih önünde bir anlam ifade ederler.
Dipnotlar:
[1] Açık faşizmi yıkma mücadelesi her zaman çıplak bir zorbalık aygıtına karşı mücadeledir. Bu mücadelenin dünya ve ülkemiz siyasi tarihindeki temel araç ve biçimleri bellidir.
[2] 12 Mart’çıların eseri 1961 Anayasası’ndaki hak ve özgürlükleri daraltan düzenlemeler, 12 Eylül’cülerin temel eseri ise 1982 Anayasası olmuştur.
[3] Bu bakımdan 12 Mart ve 12 Eylül birbirinden farklı özellikler göstermektedir. 12 Mart’çıların sahneyi sahne gerisinden yönetme planları tutmamış, 12 Eylül’cülerinki esas olarak tutmuştur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.