“Tarihin en güzel yerinde son sözü hep direnenler söyler”
“Tarihin en güzel yerinde son sözü hep direnenler söyler.”
Müftülere nikah kıyma yetkisi verecek yasa teklifi, kadınların eylemlerinin ardından alt komisyona geri çekildi. Kadın düşmanı düzenlemeler AKP’nin diktatörlük inşaatının önemli taşıyıcı kolonlarındandır. Bu nedenle bir süredir tekrar ve tekrar gerici değerler üzerin şartden kadınlar tahakküm altına alınmaya çalışıyor. Ancak diktatörlük kalfaları her seferinde kadın direnişine çarpıyor.
Diktatörlük kurma çabası, iktidarın halkı parlamenter temsil yollarıyla yönetememesinden kaynaklanıyor. Halk eskisi gibi yönetilememektedir çünkü iktidar, halkın barış, refah, eşitlik, özgürlük, adalet gibi en yaşamsal beklentilerini karşılamaktan oldukça uzaktır. Aksine sömürücü bir azınlığın çıkarları için bu temel beklentiler geri dönülemez şekilde ihlal edilmektedir. Başka bir deyimle diktatörlük halka karşı ilan edilmiş çok yönlü bir savaştır. Devrimci, ilerici ve demokrat kesimlerin üzerine düşen görev buna karşı direnmektir. Yani bu savaş “davetini” kabul edip etmemek gibi bir seçenek söz konusu olmadığı gibi, bir savaş hukuku dahilinde sürdürülmesi de beklenemez.
Haklılık-haksızlık ölçütleri ortadan kaldırılıp, düzenin selameti adına her tür hukuksuzluk devreye sokulur. Yasaların tüm maddeleri iktidarın güvenliğine bağlı olarak yorumlanır ve yargı siyasal iktidarın sopası haline getirilir. Hakları kısmen de olsa güvenceye alan hiçbir yasanın geçerliliği kalmaz. “Çocuklar öldürülmesin” talebine ceza verilerek yaşam hakkı yok sayılır. KHK ihraçları ile çalışma hakkı, güvenlik bahanesi ile grev hakkı, kayyum atamaları ve milletvekili tutuklamaları ile seçme-seçilme hakkı, yargıya müdahalelerle adil yargılanma hakkı, eğitim-sınav yönetmeliklerinin sıkça değiştirilmesi ile eğitim hakkı, işkencenin yaygınlaşması ve işkencecilere cezasızlıkla işkence görmeme hakkı, sendikalaşmanın engellenmesi ve derneklerin kapatılması ile örgütlenme hakkı, terör örgütü üyesi olmadan propagandasını yapma suçu ile düşünce ve ifade özgürlüğü, gazeteciler tutuklanarak basın özgürlüğü, hakaret davaları ile eleştiri-muhalefet hakkı, Sur yıkımları ve acele kamulaştırmalarla barınma hakkı… Hatta sosyal hayat da aynı şekilde din-ahlak düzenine göre cezalandırma kapsamına alınır; sevgililerin el ele dolaşmasına, öpüşmesine “çevreyi rahatsız etme” suçundan para cezası kesilmesi, kadınların giyiminden dolayı kışkırtılmış dinci-gerici erkek şiddetine maruz kalması, kadınların özgürlüklerinin dinin emirleri, “inanç özgürlüğü” iddiaları ile baskı altına alan uygulamalar ve yeni yasal düzenlemeler -müftülük nikahı gibi- bir dizi uygulama ile bu liste daha da uzatılabilir. Bu da her toplumsal hak talebinin siyasi bir direniş potansiyeline dönüşmesine neden olur, yani her şey politikleşir. Devrimcilere siyasal müdahalenin olanakları da buralardan açılır. Bu mağduriyetleri, rahatsızlıkları itiraza ve direnişe dönüştürmek devrimcilerin siyasal müdahale kanallarını oluşturur. Bunlara dair gündelik bir eylem-direniş programına sahip olmayan hiçbir siyaset, politik iktidar mücadelesinin aktörü olamaz. Yani diktatörlüğe (faşizme) karşı mücadele bir fikir kulübü faaliyeti gibi yürütülemez, güncel bir eylem planına sahip olmalıdır.
***
Diktanın inşası sürüyor. Ama inşaat öyle nutuk çeker gibi yükselmiyor. İnşaat sahası çamur içinde, kan revan, pislik içinde ve ihanet üzerinde yükseliyor. Erdoğan, referandumdan elde ettiği şaibeli sonuçların ardından yol haritasını “2017 yenilenme, 2018 icraat, 2019 seçim” olarak ilan etmişti. Yenilenmeyi, partide, hükümette ve devlette olmak üzere üç ayakta başlattı. HSK’de hakimiyetini sağladı. TSK’ye -üç kuvvet komutanını birden emekliye sevk ederek- gücün kendisinde olduğu mesajını verdi. AKP’deki yenilenmeyle pastanın bölüşümünün tamamlanmadığını, dilim almak isteyen hırslı yeni adayların önünün açık olduğu mesajını vererek bir dinamizm yaratmaya çalışıyor; ama pastanın başına çöreklenenleri kaldırmak bedelsiz olamıyor. Elinde ise tehdit ve şantaj silahı var. Partideki yenilenme hamlelerini belediye başkanlarını istifa ettirerek sürdürüyor. En kritik şehir İstanbul’un Belediye Başkanı Topbaş’ın istifa ettirilmesi, operasyonun ve iktidar korkusunun ciddiyetini gösteriyor. İstanbul’un ardından ikinci kritik belediye olan Ankara, yani Melih Gökçek ve sırada Bursa, Balıkesir, Uşak, Niğde, Nevşehir belediye başkanlarının olduğu kulislere yansıdı bile. Elbette Gökçek bir istisnayı temsil ediyor, zira Erdoğan’a şantaj yapabilen tek belediye başkanı unvanına sahip kendisi. Bakalım vuruşarak (bir şeyler kopararak) mı çekilecek, teslim mi olacak? Bu şahısların AKP’den istifa ettirilmeleri anlaşılabilir olsa da, belediye başkanlıklarından nasıl istifa ettirilebildiği sorusu havada kalıyor. Kendilerine vadedilen şeyin hapse atılmamak olduğunu tahmin etmek güç değil. Yani ortada hapislik suçları var ve eğer istifa ederlerse yargılanmayacaklar, tutuklanmayacaklar. Yok, istifa etmemekte direnirlerse hapse atılıp yargılanacaklar. Yani açıkça şantaj var! Yetkisi olmadığı halde Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisindeki değişimi kovuşturan savcı var ama belediye başkanlarının hangi gerekçeyle değiştiğini soruşturacak savcı yok.
***
AKP’nin AB, ABD, Rusya ve Ortadoğu’ya yönelik izlediği tıkanmış dış politikasının her gün yeni bir faturası Türkiye’ye çıkıyor. Yanlış dış politikanın ekonomiye yükleri de giderek artmaktadır. İzlediği savaş siyaseti ve ABD ile yaşadığı anlaşmazlıkları dengelemek için Rusya’ya yanaşması ve Rusya’dan silah almaya kalkması savunma harcamalarını katlayan bir etkiye neden olmaktadır. Savaş bütçesi ve 2019’a giderken ekonomiyi seçime uygun hale getirme derdi halka artan vergi oranları olarak fatura edilmektedir. Bütçe açığı 10 yıldır GSMH’nin yüzde 1’i civarındayken, 2017 sonu itibarıyla yüzde 2’ye, yani iki misline yükselmiş ve dış borç son 15 yılın en yüksek seviyesine çıkmış durumda. Bu da uluslararası kredibilitesinde sıkıntı yaratıyor. Erdoğan’da mizacına hiç uygun olmadığı halde ekonomideki durumu itiraf etmek zorunda kalıyor: “Faizlerdeki düşüş istediğimiz noktada hâlâ değil. Enflasyonda hâlâ düşüşü sağlayamıyoruz. 2018-2020 dönemine ilişkin Orta Vadeli Program’ın daha cesur (yüksek vergi artışını kastediyor) hazırlanmasından memnuniyet duydum. Kamu-özel işbirliği projelerinin ekonomik faydalarının karşılaştırmasını sadece maliyetle sınırlı tutmamalıyız. Varlık Fonu’nun henüz istediğimiz bir kapasiteye kavuşmadığı da gerçektir. Varlık Fonu’nun büyüme için ihtiyaç duyacağımız yatırımların en önemli destek unsuru haline getirileceğini umuyorum. Ama özellikle gençlerin ve kadınların işgücüne katılım düzeyi de çok güçlü şekilde gerçekleştiği için işsizlik oranlarının düşüşü yavaş oldu.” Bu tabloya ve vergi artışına halkı ikna edici gerekçeler öne sürmek zorunda. Ekonomik tablo bu halde iken yandaş şirketlerin vergi borçları silinmekte, sadece temizlik harcamaları 2 milyon olan ve yıllık gideri 350 milyonu bulan Saray harcamaları katlanarak büyümektedir (gizli ödeneğin miktarının “gizliliği” nedeniyle toplam rakam tahminidir). Köprü, tünel, havaalanı, şehir hastanesi gibi “kıskanılan” projeler, taahhüt edilen yolcu ve hasta sayısını tutturamadığından birer kara deliğe dönüşmüş durumda.
Tüm bu halk düşmanı politikaların geniş kitlelerde yarattığı/daha da yaratacağı rahatsızlıklar nedeniyle meşruiyet krizi yaşamamak ve kitle desteğini kaybetmemek için faşizmin geleneksel yöntemi devreye sokulmaktadır: Dinci gericilik ve milliyetçilik.
Demokratik muhalefet iki başlıkta tutarlı ideolojik, politik, pratik, kültürel karşı duruşlar üreterek diktatörlüğün kitleler üzerindeki siyasal etkisini kırabilir. Milliyetçi ve İslamcı gericiliğe karşı barış ve laiklik bayrağını yükselten çok yönlü bir direniş programına bağlı olarak yukarıda sayılan tekil başlıklarda (adalet, grev, örgütlenme, barınma, kadın, eğitim) yürütülecek muhalefet hareketi, meşruiyet krizini derinleştirerek AKP’nin diktatörlük macerasını durdurabilecek kitlesel kuvveti yaratacaktır. Kuşkusuz bu muhalefetin bir de iktidar programı olmalıdır. AKP’nin Ortadoğu siyasetinin başarısızlığı milliyetçiliğin itibarını önemli oranda sarsmıştır hatta sürükleyici unsur olarak kullanışlılığı tartışmalı hale gelmiştir.
Barzani’nin IKBY’yi, “bağımsız Kürdistan”a dönüştürme referandumuna dönük milliyetçi hezeyanlar yaratılması çabaları, inandırıcılıktan yoksun, cılız, hatta komik çabalar olarak kaldı. İşe yaramaz çıkışlarını, “uluslararası kamuoyuna” havale ederek, İran ve Irak merkezi yönetimiyle ortak “tavır” alarak aşma demagojileri ile gizlemeye çalıştılar. Kürtler, İran ve Irak’ta siyasal statülere sahipler, Türkiye’de hiçbir siyasal statüleri yok iken nasıl bir ortak “tavır” geliştirilecek? İran ve Irak’taki (şimdi de Suriye’deki) Kürtlerin mi siyasal statüleri ortadan kaldırılacak, Türkiye’deki Kürtlere mi otonomi veya özerklik gibi siyasal statü tanınacak? Hangi temelde ortak tavır alınacak; inkar, otonomi, özerklik mi? Suriye ve Irak’ın merkezinde olduğu Ortadoğu’daki kargaşa dinme sürecine girdikçe bu soru geçiştirilemeyecek hale gelecektir. Barzani’nin hamlesi -kendi iktidar çıkarları kenarda tutulursa- bu soruya verilecek cevabın muğlak ifadelerle geçiştirilmesini güçleştirmektedir. Ayrıca Kürt halkının yüzde 92 “evet” oyu kullandığı ulusal iradeye (hangi tartışmalı durum için olursa olsun) “Barzanistan” nitelemesiyle yaklaşan solcu sığlığının sosyalizme/işçi sınıfına herhangi bir katkısının olmadığını da -faydalı olması umuduyla- geçerken vurgulayalım.
Böyle bir konjonktürde AKP en kullanışlı araç olarak mezhepçi gericiliği öne çıkartarak, -sorunlu da olsa- var olan laikliğe savaş açıyor. Eğitim alanında ve kadınların haklarına dair yapılan düzenlemeler bunun öne çıkan adımları olmakla birlikte, siyasetin ve sosyal hayatın her alanına yayılan bir program işletilmektedir. Dolayısıyla laiklik, diktatörlüğün savaş bölgesi ilan ettiği bir mevzidir. CHP’nin savunmaktan kaçındığı bu mevzinin terk edilmesi, AKP’ye büyük bir manevra alanı sağlayacaktır. Diktatörlük kurmak isteyen her aktör için geçerli olmayabilir ama laiklik mevzisini dağıtamayan AKP’nin diktatörlüğü inşa etmesi mümkün değildir. İkircikli, iktidarın dinsel ve milliyetçi argümanlarıyla paralellik kaygısı güden, dinci gericiliğe ve milliyetçiliğe taviz veren çizgiler iktidarın veya Meral Akşener gibi başkaca gerici alternatiflerin değirmenine su taşır. Sağın parçalanması da solun diktatörlüğe karşı meşru, militan ve kitlesel direnişiyle mümkün olabilir.
Yapılması gereken şey, devrimcilerin güncel eylem programı ile AKP stratejisinin zayıf halkalarına vurmak, halk düşmanı yönlerini açığa çıkarıp teşhir etmektir. Toplumsal meşruiyeti sarsılmış bir iktidar ancak ideolojik ve politik olarak tutarlı ve kararlı bir muhalefet çizgisi ile devrilebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.