AKP’nin İdlip oyunu ve Nusra’yla ateşten ortaklık – Hamide Yiğit

İflasa doymayanlar için belli ki, yakın tarihte yeni bir “derin stratejik” çöküş ve taze bir İdlip belasının ülkeye yansımaları görülecek

AKP’nin İdlip operasyonu ve Nusra Cephesi’yle (şimdiki adıyla Şam’ın Fethi Cephesi) ortak stratejiler geliştirmesi kadar gündeme oturan bir başka gelişme Rusya ile yapılan S-400 anlaşmasıdır. Astana mutabakatı gereği İdlip’e zorunlu girişin yaklaştığı esnada Rusya’nın, dünyanın en gelişmiş hava savunma sistemi olan S-400’ü Türkiye’ye verme sözü, üzerinde durulması gereken bir gelişmedir. Rus ordusunun 2007 yılında kullanmaya başladığı, 2015’te ise Suriye’ye konuşlandırdığı S-400 füzeleri için şu ana kadar Çin ve Hindistan’la anlaşmalar imzalandı.[1] Bu denli gelişmiş hava savunma sistemini İran’a bile satmayan Rusya, üçüncü dış satışını neden Türkiye’ye yapıyor?

Rusya’nın ne gibi “hayırlı işlere” yatırım yapmaya başladığı herkes için merak konusu oldu. Buna dair daha ziyade yapılan yorumlar şu yöndedir; Rusya’nın amacı, kendisine yönelen Türkiye ile ortaklığı güçlendirmek ve böylece NATO ittifakından biraz uzaklaşmasını sağlamaktır. Hemen altını çizelim ki, Rusya ile 2,5 milyar dolarlık S-400 anlaşması yapan Türkiye’nin, sadece satın alma değil, ortak üretme hedefi taşıdığı ilan edildi. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Biz, Rusya Federasyonu ile bu konuda gerekli adımları attık, imzalar atıldı ve inşallah S-400’leri ülkemizde göreceğiz. Bunların ortak üretimiyle de süreci işleteceğiz” demişti.[2] Ancak Rusya’dan, “S-400 satarız ama ortak üretim farklı bir konudur” cevabı geldi[3], bunun yerine sadece daha az komplike olan basit füzelerin ortak üretimi konusunda adım atılabileceği sinyalleri verildi. Buradan şunu anlıyoruz ki, Rusya’nın hiçbir ülkeyle ortak üretime girmeyeceği aşikâr iken, Türkiye’nin “ortak üretim” talep etme özgüvenine karşı cevabı gayet naif ve deyim yerindeyse “durumu idare eden” bir boyuttadır. Çünkü Rusya, NATO içindeki zayıf halka olarak gördüğü Türkiye’yi “kontrolsüz” bir güce kavuşturma niyetinde değil. Nihai hedefi Türkiye’yi sadece kendi kontrolünde “güçlü bir ortak” haline getirerek NATO’dan uzaklaştırmak ve kendi ittifak çizgisine çekmektir.

Peki bu yakınlaşmanın Suriye sahasına yansımaları ne olacak? Ortadoğu Arap dünyasında yaygın olan bakışa göre Rusya’nın Türkiye’yi “güçlü bir ortak haline getirme” adımları, her iki ülkenin Suriye’deki hedefleri arasında bir uyuşma olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin Ürdünlü yazar İbrahim Alluş’a göre, Rusya İdlip operasyonu arifesinde Türkiye’ye S-400’ün sözünü verdi ama “daha güçlü bir ortaklık” için Suriye sahasında ön şartları vardı. Rusya’nın öncelikli gayesi İdlip savaşının Suriye devletine maliyetini azaltmaktır. S-400’lere ulaşmanın ön şartı, teröre verilen desteğin durdurulması ve İdlip’in terörden tamamen kurtarılmasıdır. Suriye sınırları içerisinde AKP’ye verilen rolün manası budur.

Şam yönetimi de AKP’nin Suriye sınırları içerisindeki bu rolünü ilk ve son olarak onayladı. Ve bu onay, “Türkiye’nin, kucak açıp desteklediği terörizmin ortadan kaldırılması için ciddi bir işbirliği yaptığı ölçüde” geçerli olacaktır. Ancak yazara göre Erdoğan, “Rusya ile barışı, Suriye alanındaki rolünü güçlendirmek ve Kuzey Suriye’de Kürt açılımını engellemek için bir fırsat olarak değerlendiriyor.”[4]

Erdoğan kartlarını İdlip’te nasıl oynayacak?

AKP’nin İdlip’teki rolü, “gerilimi azaltarak Nusra’ya karşı savaşın altyapısını hazırlamak” olsa da, ne Nusra’yla ne de Suriye ordusuyla çatışmak istemediği ifade edildi. Buna karşın sadece Afrin kuşatmasına göz dikildiğine dair mesajlar veriliyor. Fakat Ürdünlü yazar İbrahim Alluş’a göre, “Türkiye, ne Nusra Cephesi’ni İdlip’te yenme savaşına katılacak ne de Kürtlerle kanlı bir çatışmaya girecektir. Çünkü bu, her zaman Türklerin kaçındığı şeydi. Sebebi de, bir taraftan sıcak savaşın bataklığına girmeye gücü yetmediği, ama diğer taraftan tıpkı Amerikalılar gibi doğrudan çatışma içinde yer alarak değil, elinin altındaki araçlarla vekâlet savaşı yürütmeyi tercih ettikleri içindir.”

Ama hangi vekil savaşçılarla? Fırat Kalkanı bileşenleriyle bunun olanak dahilinde olmadığı açıktır. Zira bu yapı, Cerablus seferinde, IŞİD önden çekilip “devir teslim” yaptığı sürece “başarılı”, ama IŞİD’in “karşı koyma” emri aldığı yerden itibaren (El-Bab’da olduğu gibi) yoğun kayıplar veren, üstelik TSK’den aldığı mühimmatı IŞİD’e satan bir üne sahiptir. Şu anda bu bileşenlerle İdlip’e girildi ve “Nusra’yı ortadan kaldırma stratejilerinin işleme konulduğu” görüntüsü var. Türkiye’nin, bir yandan Suriye’nin geleceğini şekillendirecek bir pozisyon edinme, diğer yandan “Akdeniz’e açılacak bir Kürt koridorunu önleme” gayesi var, ancak TSK’nin öncülük ettiği Fırat Kalkanı bileşenleriyle bu hedeflerin kıyısından dahi geçilemeyeceği açıktır. Bu yüzden Arap basınında çoğunlukla yapılan analizler şu yöndedir: “Türkiye’nin İdlip stratejisi, Kürtlerin içinde yer aldığı Demokratik Suriye Güçleri gibi bir yapıya karşı, başta Nusra Cephesi olmak üzere mümkün olan bütün silahlı gruplarla ortak hareket etme” üzerine kuruludur. Bu açıdan bakıldığında TSK’nin Fırat Kalkanı bileşenleriyle İdlip’e girmeden önce Nusra önderliğindeki Heyet-i Tahrir’uş Şam (HTŞ) ile bir anlaşmaya varıldığına yönelik yorumların sebebi anlaşılabilir. Ürdünlü yazar İbrahim Alluş da aynı kanaati dile getiriyor: “TSK’ye bağlı ‘Fırat Kalkanı’ olarak adlandırılan ve şimdi ÖSO adını geri verdikleri terörist gruplar eşliğinde İdlip’e ilk aceleci girişinin ardından, Türk ordusuyla HTŞ, yani Nusra arasında bir koordinasyon olduğunu ve taraflar arasında müzakereler yapıldığını gördük.

AKP’nin stratejisi Nusra’yı yok etmeye değil, korumaya yöneliktir!

İdlip’te Nusra’ya yönelik askeri operasyon, özellikle Rusya, İran ve doğal olarak Suriye için nihai hedeftir. Bölgedeki El Kaide hükümranlığını söküp atana kadar da operasyonların devam edeceği konuşuluyor. Fakat “şimdilik” AKP ile belirlenen “gerilimi azaltma” çabalarının hedefinde, üç bölgede olduğu gibi (Dera, Doğu Guta ve Rastan) İdlip’te de “ateşkes zemininin hazırlanması” vardır. Vurucu darbe gelmeden önce, mümkün olabiliyorsa cihatçı unsurların bölgeyi derhal terk etmeleri isteniyor. Gözlemcilerin yorumlarından anlaşıldığı kadarıyla AKP’ye önden tahliye koşullarını sağlaması görevi verilmiş. Fakat AKP’nin meseleyi farklı okuduğuna, dahası kendine dair stratejiler geliştirdiği için güven vermediğine de dikkat çekiliyor.

Çünkü Nusra Cephesi’nin İdlip’i tamamen ele geçirdiği zamanlarda bu durumun Türkiye’de bir “felaket” olarak değil, aksine “cihadın bir zaferi” olarak karşılandığı ve bunun için aleni bir şekilde lokumlar dağıtıldığı hafızalardan silinmiş değildir. Ama AKP’nin İdlip’e operasyon başlatma anı geldiğinde bu müdahalenin “Astana’da üstlenilen rol gereği İdlip’i Nusra’dan temizlemek anlamına gelen bir intikal” olduğu söylendi. Hemen ardından, Nusra’nın İdlip işgalini “cihadın bir zaferi” olarak kutlayan aynı “lokumcular”, bu kez Nusra’nın gaddarlığını ve IŞİD’den bir farkı olmayan caniliğini ilan etme yarışına girdiler. Ama bu yöndeki kampanyalara rağmen Nusra’yı yok etme gibi bir hedefin olmadığı biliniyor ve zaten bundan söz eden de yok aslında. Sadece “canilerden ılımlılar çıkarma” efsaneleri yayılıyor. Sanki AKP bütün cihatçı grupların Nusra önderliğindeki çatı örgütlere girmesini sağlayan taraflardan biri değildi!.. Ya da Nusra’yı başka başka isimlerle pazarlayan ve gövdesini büyütmesine yardım eden, üstelik diğer bütün cihatçı grupları da “El Kaideci ağabey” olarak Nusra’nın koruması altına sokan başkasıymış gibi… Şimdi İdlip macerasının propagandası, “çatıyı çözerek ılımlıları ayırma ve Nusra’yı yalnızlaştırma” argümanlarıyla süsleniyor. Belki buna ikna olanlar vardır ama bu argümanların hepsinin birer şehir efsanesinden ibaret olduğuna inananların sayısı çok fazladır. Örneğin Türkiye üzerine akademik çalışmalar yürüten siyasi analist/yazar Akil Said Mahfud, Türkiye’nin İdlip okumalarını şöyle yorumluyor: “Türkiye’nin amacı, Nusra emirliğini tamamen ortadan kaldırmak değil, Nusra Cephesi ve müttefiklerine karşı herhangi bir ortak askeri müdahaleyi önlemektir. Bu asıl hedef için de, iç içe geçmiş son derece tehlikeli taktik ve stratejiler üzerinde çalışıyor.[5]

AKP’nin İdlip hesaplarında neler var ve Nusra’yla hangi içerikte anlaştı?

Aslına bakılırsa “Nusra ile AKP’nin iç içe geçmiş ortak stratejiler geliştirdiklerine” dair tespitlerin yerinde olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü birincisi, Türkiye üzerine araştırmalar yapan Akil Said Mahfud bu tespitlerini, İdlip’e müdahale edileceğinin Türkiye’de henüz konuşulmadığı, hatta Irak ve Suriye tezkeresinin daha gündeme alınmadığı erken bir tarihte yazdı. Mahfud bunları 31 Ağustos’ta yazdı. Oysa Irak-Suriye tezkeresi 23 Eylül 2017’de Meclis’ten geçti, İdlip operasyonu ise 6 Ekim 2017’de başladı. Yani yazarın bu tespitleri AKP’nin adım atmasından en az bir ay önce yayımlandı. İkincisi, “İdlip intikali” başladığında ortaya çıkan bütün gelişmeler yazarın bu yöndeki tespitlerini doğruladı. Çünkü AKP, Cilvegözü Sınır Kapısı’na yığınak yapmaya başladığında, eşzamanlı olarak sınırın Suriye tarafındaki Bab el-Hava Sınır Kapısı’na da Nusra Cephesi’nin yığınak yaptığı görüldü. O anda “ortam çok gergin ve her an ciddi bir çatışma başlayabilir” denildi. Fakat TSK destekli ÖSO birliklerinin Suriye sınırına giriş yaparak, gayet gerilimsiz bir şekilde İdlip’e doğru yol almaya başladıkları, dahası onlara Nusracıların eskortluk ettiği de görüldü. Bunun üzerine AKP ile Nusra Cephesi’nin bir anlaşmaya vardığı bilgisi hem Türkiye hem Arap medyasında yer almaya başladı.

Evet, Nusra’yla bir anlaşmaya varıldığı gayet açıktır. İdlip’te en etkili güç olan Nusra Cephesi ile AKP arasında karşılıklı olarak “son derece iç içe geçmiş ortak taktik ve stratejiler” geliştirildiğine dair işaretler ortada. Hatta harekât öncesinde karşılıklı görüşmelerin yeri ve zamanına dair detaylar da yazıldı. Fakat nasıl bir anlaşmaya varıldığıyla ilgili hala merak edilen şudur: AKP’nin bu anlaşmada geliştirdiği taktik ve stratejileri nelerdir ve Nusra Cephesi’nin de bunlara karşın kendi taktik ve stratejileri var mıdır? Bütün bu sorular için araştırmacı yazar Akil Said Mahfud’un 31 Ağustos 2017 tarihinde El-Meyadin’de yayınlanan ve “yakın gelecekte olacakları” içeren bir analizine bakalım.[6]

AKP’nin Nusra taktikleri

Yazara göre Türkiye ilk olarak, Nusra Cephesi’nin ana gövdesini oluşturduğu cihatçı çatı örgütü HTŞ’nin yapısını dağıtacak. Nusra Cephesi’ne, “gerilimi azaltmak” için bunun gerekli olduğunu kabul ettirecek. HTŞ’yi dağıttıktan sonra “yeni isimle, yeni bir yapı” oluşturulacak ve bu yapının Nusra Cephesi’nden farklı olduğunu ilan edecek. Bunun örgütün çıkarına en uygun formül olduğunu söyleyerek Nusra’yı ikna edecek.

İkinci olarak; İdlip vilayeti için müşterek bir “sivil yönetim” oluşturulması konusunda Nusra Cephesi ve diğer silahlı-silahsız bütün muhalif unsurlarla birlikte, bütün tarafların çıkarları dikkate alınarak ortak adımlar atılacak. Bu konuda kentin ve silahlı grupların Musul ve Rakka’yla aynı kaderi paylaşmamalarına özen gösterilecek.

Üçüncüsü; Ahrar’uş Şam da dahil olmak üzere AKP yanlısı silahlı gruplar, bölgesel ve uluslararası uzlaşmayla yeniden örgütlenecekler. Bu yeni oluşumun Nusra Cephesi ya da HTŞ damgası yememesi için öncelikle Nusra militanları gözlerden uzak tutulacak, belki de İdlip kırsallarına kaydırılacaklar.

Dördüncü olarak; Silahlı militanlar kent dışına çekildikten sonra, El-Bab ve Cerablus’ta olduğu gibi İdlip kent merkezinde Nusra’nın aktif katılımıyla sivilleri korumak için hızlıca bir polis gücü ve askeri özel kuvvet birimleri oluşturulacak.

Nihai adım olarak, bu sivil yönetim modelinden, AKP’nin en önemli hedeflerinden biri olan “Koalisyon Hükümeti”ne ulaşmak için bir dayanak yaratılacak ve hızlıca “geçici hükümet”le ilişkilendirilecek. Böylece Suriye sahasında hüküm süren karmaşıklık içinde, Şam yönetimine karşı uluslararası alanda kademeli olarak tanınabilir “alternatif iktidar” modeli oluşturulmuş olacak!

Nusra Cephesi’nin AKP sayesinde yakaladığı fırsatlar

AKP’nin kendi stratejiler zincirine Nusra Cephesi’ni hangi “ikna” yöntemiyle dahil edeceğine gelince, yazar bunun zor olmayacağını söylüyor. Çünkü Nusra Cephesi’nin İdlip üzerindeki kontrolü kolayca ele geçirdiği ve bölgedeki en güçlü örgüt pozisyonunda olduğu doğrudur, ancak süreç hem Nusra’yı hem de bölgeyi oldukça karmaşık hale getirdi. Her şeyden önce cihatçı tahliyeleri sayesinde eli rahatlamış olan Suriye ordusu artık aynı anda onlarca cephede savaşmak zorunda değildir. Bu nedenle Suriye ve müttefiklerinin sonuç alıcı nokta vuruşlara yoğunlaşma dönemi başlamıştır ve Deyrizor’dan sonra sırada İdlip olduğu açıktır. Sıradaki ölümcül darbenin kendisine geleceğini bilen Nusra Cephesi, hızlıca önlem almak zorundadır. Bu yüzden AKP ile anlaşma konusunda tereddütsüz davranarak kendisi için birtakım garantiler koparma eğilimi gösterecektir. Bu demektir ki, Nusra’nın da AKP ile anlaşmasında kendine göre geliştirdiği taktikleri olacak. Yazara göre bu taktikler şunlardır:

“Taraflar kent merkezindeki ağır silahları azaltacaklar ve ağır silahlılar İdlip kırsallarına çekilecekler. Kentte ve kırsal bölgelerde eski ortaklar arasındaki gerginliği ve düşmanlığı hafifletmek için gruplar arasındaki rekabeti giderme adımları atılacak. 

 İdlip’te bir ‘sivil idare’ kurulduğu ilan edilecek ve Ahrar’uş Şam’ın da dahil olduğu diğer grupların buna katılmaya hazır oldukları duyurulacak. Liva İskenderun (Hatay kastediliyor) sınır kapısına koalisyon bayrağı çekmek için Suriye Ulusal Koalisyon Hükümeti ile müzakereler yürütülecek.”

Yazara göre, Nusra Cephesi, mevcut koşulları ve yakın gelecekteki tehditleri dikkate alarak kendisi için pragmatik kararlar almaya istekli görünüyor. Hatta örgütten bir kaynak, “cihat bayrağını ve amaçlarını abartmadan uygun bir karar alacaklarını” açıklamış.

Yani bu demektir ki Nusra Cephesi, Türkiye’nin nasihatlerinin çoğuna yanıt veriyor. Sadece HTŞ’nin dağıtılması önerisine karşı “kısmen ayak” diretiyor. “Çünkü HTŞ gibi bir oluşum, Türkiye ve Amerika’nın tavsiyelerine bir yanıt olarak ortaya çıktı, bu yüzden dağıtılmamalıdır! Ama bu mümkün olamıyorsa da, Nusra’ya dokunmadan Türklerin garantörlüğünde heyetin (HTŞ) dağıtılması mümkün olabilir!..”

Nusra Cephesi’ndeki bu özgüvenin kaynağına dair yazar şunları söylüyor: “Nusra Cephesi Ankara’nın öncelikli hedefi değildir. Evet, Nusra Cephesi’nin terör listesinde yer aldığı doğrudur, ancak pozisyonu itibarıyla bu örgüt, aynı zamanda Türkiye’nin hedeflerine ulaşması için önemli bir aracı temsil ediyor. Bundan dolayı Nusra Cephesi, Türkiye’nin kendisine güvendiğini ve kolayca vazgeçmeyeceğini düşünüyor. Çünkü Washington’un Kürt güçlerini İdlip’te savaşmaya iteceğinden korkuyor. Bundan dolayı ‘gerilimi azaltma’ planının bir sonraki aşamasında İdlip emirliğine karşı büyük bir askeri operasyon başlatılacağını bilen Nusra Cephesi için de Türkiye’nin bu muhtaçlığı önemli bir fırsattır. Aynı zamanda Türkiye’nin ‘uygun vakit’ geldiğinde inisiyatif alabilmesi için böyle bir kamuflaj, her iki tarafa da önemli avantajlar sağlayacaktır. Ama bununla birlikte Nusra Cephesi, yine de Türkiye’nin şu anda bel bağladığı İdlip’teki Nusra emirliği pahasına Rusya ve İran’la uzlaşmalara yönelebileceği ve Halep’te olduğu gibi İdlip üzerinde de uzlaşabileceği kaygısını taşıyor.

AKP’ye “arkadan iş çeviren ortak” gözüyle bakılıyor

Anlaşıldığı üzere Arap yorumcular ciddi anlamda AKP’ye “arkadan iş çeviren bir ortak” gözüyle bakıyorlar ve bu “fırsatçılığın” bir sebebi olarak da şunu görüyorlar: AKP, Şam ve müttefiklerinin şu an için İdlip’e saldırma planı olmadığını biliyor. Çünkü öncelikli hedef silahlı militanları, siviller için mümkün olan en az bir riskle vurmaktır. Bu nedenle öncelikli İdlip stratejisi, “odaklanma-uzlaşma ve gerilimi azaltma” üzerine kuruludur. AKP de Şam ve müttefiklerinin bu stratejisini kendi lehine çevirme planları yapıyor.

Ne var ki, bu akıldışı planın gerçekleşebilirliğine kimse ihtimal vermiyor. Çünkü AKP, ne Rusya ne İran ne de Suriye’nin gözü kendisinin üzerinde değilmiş gibi hareket ediyor! Elbette ki bütün gözler üzerindedir ve nitekim Suriye devletinden resmi uyarılar gelmeye başladı. 14 Ekim’de Suriye Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin İdlip’teki intikalini “Suriye’nin egemenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik bariz bir saldırı ve uluslararası hukuk ve ilkelerinin açık bir ihlali” olarak niteledi. Sonraki gün Suriye Parlamentosu, AKP’nin İdlip operasyonunu “işgal” olarak tanımladı ve Şam yönetiminin “derhal çekilme” talebini tekrarladı. Oysa Şam yönetimi, İdlip’te gerilimi azaltma rolünün AKP’ye verilmesine, “Türkiye’nin kucak açıp desteklediği terörizmin ortadan kaldırılması için ciddi bir işbirliği yaptığı ölçüde” diyerek onay vermişti. Ancak belli ki Şam yönetimi, bir buçuk hafta gibi kısa bir sürede AKP’nin bölgedeki niyetlerinin farkına vardı ve “derhal çekilmesini” istedi. AKP medyası Şam yönetiminin bu çıkışını “Suriye’den küstah açıklama”[7] olarak nitelese de Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Faysal Mikdad, Türkiye’nin İdlip’teki uygulamalarının Astana’da üstlendiği yükümlülüklerle çeliştiğini ve üzerine anlaşılan konuların Ankara’nın iddia ettiklerinin tam tersi olduğunu söyledi. Çünkü anlaşmaya göre, ateşkes ihlalini önlemek için garantör ülkelerden yaklaşık 500 gözlemci görevlendirildi. Ancak Suriyeli kaynaklara göre TSK, İdlip’teki “gerilimi azaltma” bölgesinde gözlem noktaları oluşturmaya başladıktan sonra kente daha fazla askeri takviye göndermeye devam etti. Suriye basınında bu durum “Türkiye’nin çevirdiği oyunlar” biçiminde ifade ediliyor.[8]

AKP için “derin stratejik” çöküşün yeni adresi İdlip

Rusya ile bunca yakınlaşmadan sonra “güven tazeleme” perdesi henüz açılmışken, AKP’nin böylesine “derin stratejiler” geliştirme cesaretinin altında ne tür bir “özgüven” yatıyor? Özellikle Rusya ile S-400 hava savunma sistemi üzerine henüz anlaşmışken ve üstelik bundan dolayı ABD ile NATO’nun tepkilerini üzerine çekmişken AKP’nin “tek başına oyun kuruculuğa soyunması”, gerçek anlamda kendi başını belaya soktuğunun izahıdır. Ürdünlü yazar İbrahim Alluş’a göre, “Erdoğan ne Suriye ne de Irak’ta tek başına oyun kuramaz. Ancak bir süre kendi kartlarıyla oyun oynamasına izin verilecek gibi görülüyor. Tekfircilerle ortaklaşma stratejileri geliştirmesine ve terörü destekleme politikalarına göz yumulacak. Kendi boynuna doladığı ip, ta ki bu çetelerle boğazına dek başarısızlığa gömülene kadar gevşetilecek. İşte o zaman eğer itaat etmezse o ipin ne olacağı aşikar!” İflasa doymayanlar için belli ki, yakın tarihte yeni bir “derin stratejik” çöküş ve taze bir İdlip belasının ülkeye yansımaları görülecek.

Dipnotlar:

[1] https://tr.sputniknews.com/columnists/201708251029871903-s400-fuze-savunma-sistemi-turkiye-rusya-nato-avrupa-iran-suriye-hindistan-savunma-istanbul-ankara-ortadogu-gorus-analiz/

[2] TRT Haber, “Cumhurbaşkanı Erdoğan: S-400’leri ülkemizde göreceğiz

[3] Rus haber ajansı Sputnik aktarıyor: “Rus basını da AA’ya ek olarak Putin’in şu sözlerini aktardı: Türkiye ile S-400 füze savunma sistemi sevkiyatı ihtimalini görüştük. Buna hazırız. (Üretim konusundaki) işbirliğine gelirsek, bu, Türk sanayisinin buna hazır olup olmadığıyla ilgili ayrı bir konu. Zira bu sistemleri daha önce yurtdışında üretmedik.”

[4] Dr. İbrahim Alluş’un Tishreen News’te yayımlanan makalesi: “Erdoğan’ın İdlip oyunu

[5] Akil Said Mahfud’un, Lübnan’ın El-Meyadin televizyonunu internet sitesinde yayımlanan makalesi: “Türkiye ve Nusra Cephesi İdlip’te gerilimi azalmayı nasıl başaracaklar?

[6] Akil Said Mahfud’un söz konusu makalesinin, “Türkiye ile Nusra Cephesi anlaştı” haberleri basında yer almadan önce yapıldığının bir kez daha altını çizelim.

[7] Bkz. Karar gazetesi, “Suriye’den küstah açıklama: Türkiye’nin İdlib’e girmesi saldırganlık

[8] Bkz. “Mikdad: Türkiye’nin İdlip müdahalesi bariz bir saldırganlıktır


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur