Nusra Cephesi’yle yapıldığı söylenen anlaşmanın kendisi bile tam anlamıyla bir felaketler yumağıdır. Bu nedenle “sorunsuz intikal” bile İdlip’ten oluk oluk felaket akma ihtimalini ortadan kaldırmıyor
Şu an sorunsuz bir şekilde “İdlip’e intikal” gerçekleştiyse de bunun altında Türkiye ile Nusra’nın “şimdilik” vardıkları anlaşma yatıyor. “Şimdilik” diyoruz, çünkü Nusra Cephesi’yle yapıldığı söylenen anlaşmanın kendisi bile tam anlamıyla bir felaketler yumağıdır. Bu nedenle “sorunsuz intikal” bile İdlip’ten oluk oluk felaket akma ihtimalini ortadan kaldırmıyor
Astana’da “gerilimi azaltma” bölgeleri belirlendi, görevler dağıtıldı. İdlip bu bölgelerden en kritik olanıdır ve kaçınılmaz “kısmet” olarak Türkiye’nin payına burası düştü. Operasyon için geri sayım başladığında Türkiye açısından çoklu yüksek tansiyon sebepleri vardı. Birincisi ABD’nin “şimdi zamanı değil” dediği Barzani referandumunun milliyetçi tabanda tansiyonu yükseltmesidir. Diğeri İdlip bataklığına zorunlu/gönüllü dalış vaatlerinin saatinin gelip çatmasıdır.
İç siyaset açısından; bir yandan dinsel gericiliğin kurumsallaşmasında son ve “önemli” bir atak olarak gerici müfredatla eğitimin içeriğini alenen selefileştirmesi, imamlara yetki veren nikah yasası gibi hamleler ve buna karşı gelişen kitlesel tepkiler gündemi işgal etti. Diğer yandan “yastık altı” dolar /altınlara bel bağlanan ekonomik kriz ve bununla gerekçelendirilen fahiş vergi zamları meselesi de gündemin tepesine oturmuş durumdadır. AKP’nin özellikle ekonomik çöküşe dair verebileceği rasyonel bir yanıtı yoktur. Ancak ve ancak, Amerikalı ağabeylerinden öğrendikleri gibi içteki çürümeyi dış politika perdesiyle örterek algı alanının dışına atabilir ve “ulusal güvenlik” meselesini öne çıkarabilirlerdi. Buna “taklit yoluyla öğrenilmiş davranış” denebilir. Bu davranışın özünü oluşturan argümanlar aynıdır: “Dört tarafımız düşmanla kuşatılmıştır, ulusal güvenliğimiz tehlikededir, acil ve tek çare savunma bütçesi oluşturmaktır!”
Elbette ki iflasın diğer adı olan “savunma bütçesi oluşturma” hamlesi için AKP’nin içeriye vereceği mesajları da önemlidir. Öncelikle AKP’nin önünde duran taahhütleri var: Astana’da AKP’nin İdlip’te kendi eliyle yarattığı kaosu temizlemesinin taahhüdünü verdiğini bilmeyen yok. Açıkçası kendisinden oraya girip, “ektiğini temizlemesi” istendi. Bunun için tezkereyi onaylatması gerekiyordu. Fakat iç kamuoyuna bu mesele olduğu anlatılamazdı! Tam da bu zamanda, en fazla önemsediği (özellikle konsolide ettiği Türk-İslam sentezci) tabana dönük vereceği mesaj için gerekçeler hazır ayağına geldi. O da şudur: Barzani’nin referandum hamlesi ve Bağımsız Kürdistan olgusu… Oysa sanki hemen “şafak vakti Kerkük seferi” başlayacakmış gibi yüksek perdeden nutuklarla tezkere onaylatılırken, Astana’da senet gibi üstüne yıkılan İdlip’e TSK’yi sokma gayesi unutturuldu.
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) referandumun sıcak tartışmaları devam ederken, 23 Eylül’de TBMM, hükümete Suriye ve Irak’a asker gönderme yetkisi veren tezkerenin uzatılması için olağanüstü toplandı. Tezkere görüşmelerinde konuşulan ve oylanan “bağımsız Kürdistan” meselesi gibi yansıtıldı, ama MHP ve CHP’nin de desteğiyle kabul edilen tezkere sayesinde, soluğu İdlip’te aldık!..[1]
Öncelikle AKP’nin İdlip’e girişinin, Suriye denkleminde “önemli bir pozisyon edinmişliğinden” değil, tamamen zorunluluktan kaynakladığını belirtelim. İki açıdan bir zorunluluk söz konusudur. Birincisi, Suriye denkleminde artık zerre kadar etkisi olmayan bir pozisyondayken, zafer ibresinin Rusya-İran-Suriye-Hizbullah ittifakından yana döndüğü bir süreçte AKP bu ittifaka yönelerek, kendisine bir rol verilmesini canı gönülden istedi. Verilecek rol ne olursa olsun artık buna razı olmak zorundadır. Ve Astana’da belirlenen “gerilimi azaltma” bölgelerinden biri olan İdlip’te Türkiye’ye bir rol verildi. İkincisi bölgede Türkiye’ye biçilen rolün sınırları doğrudan Rusya ve İran (dolaylı olarak da Suriye) tarafından çizildi. Sınırlar bellidir. Bu da, İdlip’teki cihatçı yığınak adına garantör olan bir ülke olarak Türkiye’nin kendi ektiğini kendisinin biçmesinden başka bir şey değildir.
Ancak Suriye politikasında derin bir iflas yaşayan ve denkleminin tamamen dışına itilmek üzere olan AKP’nin bu görevi kabul etmekten başka şansı olmamasına rağmen, bu durumun yandaş medya tarafından muazzam bir başarıymış gibi pazarlandığı görüldü. AKP’nin “Suriye’nin geleceğini belirleyecek olan önemli aktörlerden biri” olarak gösterildiği bir güzelleme kampanyası başlatıldı. Kampanyanın bir ayağı iç politikaya, diğer ayağı ise Arap dünyasına ve özellikle Suriye’deki piyon savaşçılara dönüktür. Örneğin devletin resmi haber ajansı (ve aynı zamanda AKP’nin resmi sözcüsü) Anadolu Ajansı (AA), Türkiye’nin neden İdlip’e girdiğini Türkçe’de ayrı, Arapça’da ayrı gerekçelerle izah etti. AA’nın hazırladığı “5 soruda TSK’nin İdlip’e intikal hedefi” konulu videoda TSK’nin İdlip’te konuşlanmasının gerekçeleri üç temalı olarak verilmektedir.Bu temalar, “İdlip’teki sivillerin can güvenliği”, “ulusal çıkar” ve “sınır güvenliği”. Deniliyor ki, “TSK unsurlarının eylemi harekat değil intikal… Ne yerel unsurlar ne de Esed rejimiyle çatışma amaçlanıyor. Amaç ateşkesin korunmasını sağlamaktır… Ateşkesin korunamaması durumunda Esed rejimi, İran destekli güçler ve Rusya’nın yakın dönemde İdlip’e yönelik büyük bir şiddet dalgası başlatmasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu intikal, olası göç dalgasının önüne geçmiş olacak…” Ama sadece bu kadar değil. AA, “en çok akılda kalan son söylenendir” mantığıyla hareket ederek en sona, TSK’nin İdlip’e girmesinin “asıl” gayesinin Kürtlerin önünü kesmek olduğu gerekçesini sıralıyor. Buna göre TSK, “PYD’nin Afrin’den İdlip’e yayılmasının önünde güvenlik duvarı oluşturarak örgütün Akdeniz’e çıkabileceği bir koridora kavuşmasını önleyecek.”[2] Görüldüğü üzere AA’nın bu mesajları tamamen içeriye dönüktür.
Fakat aynı haber ajansının Arapça sayfasında başka gerekçeler sunulmakta ve tamamen dışarıya (esas olarak Suriye’deki savaşçı ortaklara) dönük mesajlar verilmektedir. AA Arapça’daki “Türkiye İdlip’te ne yapacak?” başlıklı yazıda özetle söylenen şudur: “İdlip’in sorununun başkalarının müdahalesi olmaksızın çözülmesi Türkiye için önemlidir ve özellikle Türkiye müdahale etmezse, bölgeye bağlı olmayan uluslararası güçler tarafından bu coğrafi bölge hedef alınacaktır. Astana görüşmelerine katılan ılımlı muhaliflerin aşırılık yanlısı gruplardan ayırmak gereklidir. Aksi takdirde Nusra Cephesi bahanesiyle Rusların bütün kenti cezalandırması söz konusudur. TSK’nin İdlip’teki varlığının amacı bunun önüne geçmektir.”[3] AA’nın Arapça olarak sunduğu “İdlip gerekçelerinde”, örneğin Kürtlerden doğru “gelebilecek herhangi bir tehditten” söz edilmemektedir. Verilen mesajlarda yalnızca “müttefik muhaliflere” güven aşılama kaygısı güdüldüğü açıktır.
AKP’nin İdlip’e girmeye pek hevesli oluşuna bakıldığında, sanki Rusya’ya eli mahkum gibi değil ya da Suriye bataklığına saplanmamış da, kendini yeniden Suriye denkleminin esas belirleyeniymiş gösterdiği görüyor. Buna “özgüven” de denilebilir, ancak bu özgüvenin temelinde ne tür hesapların yattığı sorusu kritiktir.
Öncelikle şunu belirtmekte yarar var: İç ve dış politikada hem siyasi hem de ekonomik açıdan çok yönlü sıkışmışlığı aşmanın güncel adı “Kürt karşıtlığıdır” ve bu günlerde AKP’nin iç politikaya bunun dışında sunabileceği hiçbir argümanı yoktur. O yüzden İdlip bataklığına sürüklenirken “PYD’nin önünü kesme” gibi bir hedef pazarlanmaktadır. Bunun üzerinden ırkçı/gerici tabanın tebessümüyle karşılanan yeni ve oyalayıcı bir algıyı iç piyasaya sürdüğünü görüyoruz. Ne var ki AKP’nin bu algı yönetimine dahil etmeyi planlamadığı birçok kesimin de İdlip operasyonuna bu pencereden baktığını söylemek mümkün. Bu bakışla, “AKP ile Esad rejiminin, bütün ayrılıklarına rağmen Kürt düşmanlığı konusunda ortaklaştıklarına” dair göndermeler yapıldı. Bu bağlamda İdlip operasyonunun da asıl ve tek hedefinin “Kürtleri Afrin’de kuşatmak” olduğuna vurgu yapan çokça analizler okuduk.[4]
Bunun gibi yorumların altında yatan şey elbette ki AKP’nin resmi ve yandaş yayın kuruluşları aracılığıyla böyle bir niyeti alenen dile getirmesidir. Örneğin Ortadoğu üzerine araştırmalar yapan ve yarı resmi bir düşünce kuruluşu olarak bilinen Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) uzmanlarından Oytun Orhan da aynı algıyı işliyor. Orhan’a göre; “Eğer Türkiye çatışma riskini göze alıp askeri başarı sağlayabilirse, zaten etkili olduğu İdlip’te, Fırat Kalkanı benzeri bir Türk nüfuz alanı oluşabilir. Bu da Suriye meselesinde Türkiye’nin elini biraz daha güçlendirecektir. İkincisi, Türkiye ilk kısımda bahsedilen İdlip merkezli riskleri en aza indirme imkanı elde edecektir. Üçüncü olarak, Suriye’de Rusya ve İran ile işbirliği geliştiren ve kendi sorumluluğunu yerine getiren Türkiye’nin, YPG ile mücadelede bazı tavizler alabilmesinin önü açılabilir.”[5]
Keza Stratejik Araştırmalar Merkezi (SETA) uzmanlarından Veysel Kurt da benzer şeyleri yazdı. Kurt, İdlip operasyonunun amaçlarını sıralarken birinci amacın, Türkiye’nin inisiyatif almaması durumunda yanı başında küçük bir Afganistan’ın oluşması ihtimalidir” diyor ve şöyle devam ediyor: “Operasyonun ikinci amacı ise Fırat Kalkanı harekatının da temel amaçlarından biri olan terör koridorunun önüne geçmektir. İdlip operasyonu DEAŞ’la mücadele gerekçesinden dolayı Türkiye’nin doğrudan müdahale etmediği Afrin’deki YPG yapılanmasını sınırlamış olacak ve Afrin’e yönelik bir müdahaleyi kolaylaşacaktır.”[6]
Buna AA’nın İdlip operasyonu için sunduğu “TSK PYD’nin Afrin’den İdlip’e yayılmasının önünde güvenlik duvarı oluşturarak örgütün Akdeniz’e çıkabileceği bir koridora kavuşmasını önleyecektir” gerekçesi de eklendiğinde, böyle bir algının oluşması olağandır. Kaldı ki, zaten bunun AKP’nin bir hayali olduğunu söyleyebiliriz.
Belki de AKP’nin nihai niyetleri bunlar olabilir ama şu anda sadece birer hayalden ibarettir ve bu algı aslında İdlip bataklığına doğru yol alan AKP’ye bir “meşruiyet” kazandırmaktadır. Milliyetçi taban ve özellikle Bahçeli’nin MHP’siyle yol arkadaşlığı açısından düşünüldüğünde bu söylem şu an için oldukça işlevseldir. Çünkü AKP lehine işliyor.
Öncelikle son zamanlarda resmi ağızlardan düşmeyen “Kürtlerin Akdeniz’e kadar terör koridoru açmalarına izin vermeyeceğiz” ve “Suriye’nin toprak bütünlüğünden taviz vermeyiz” gibi söylemlerin AKP’nin Suriye politikasındaki çelişkilerini açığa çıkarmaktan başka bir anlam taşımadığını belirtelim. Çünkü büyük bir hevesle eş başkanlığı üstlenilen “Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) birincil hedefi zaten Akdeniz’e ulaşmaktı; Irak sınırından itibaren Suriye’nin doğusundan batısına kadar yarılması ve Lazkiye’den Akdeniz’e ulaşılması BOP’un ve dolayısıyla eş başkanının gayesiydi. AKP’nin Lazkiye kuzeyini cihatçı kampına dönüştürmesi, Keseb saldırılarına ön ayak olması ve “Türkmendağı” efsanesini dayanak yaparak bölge hakimiyeti için çabalaması bundandı. Buradaki iflas, zaten BOP’un Akdeniz’e ulaşma hedefinin iflasıydı. Türkiye’nin müttefikleri, ayağını tökezleten bir müttefik olarak bu iflastan AKP’yi sorumlu tuttukları biliniyor.
Yine de bu kez “Kürtlerin İdlip üzerinden Akdeniz’e bir koridor açma” tehditleri işleniyor. Bu günlerde oluşturulan bu algıya dair irdeleme yapmanın vakti gelmiştir. Örneğin İdlip merkezinden Akdeniz’e değil, sadece Hatay’a ulaşılır. AKP’nin Hatay için korktuğuna dair hiçbir resmi açıklama olmadığına göre, hangi senaryolardan korkulduğu pek açık değildir. İkincisi, Suriye’yi üç ay içinde parçalama heyecanıyla bu savaşa dalış yapan aynı AKP değil miydi? Ne oldu da şimdi Suriye’nin ülke bütünlüğü kaygısını Şam’dan daha fazla dillendirmeye başladı? Son günlerde Arap gazeteciler ve siyasi analistlerin de bu tür sorgulamaları sıkça yaptıklarını görüyoruz. Örneğin Türkiye’nin tutumunun tartışıldığı bir programda Lübnanlı siyasi analist Dr. Mişel Eid, AKP’nin Barzani ile ilgili tutumundan, Suriye’nin toprak bütünlüğüne yönelen ilgisine kadar ortaya çıkan çelişkilerini şöyle dile getirdi: “Hepimiz biliyoruz ki, Kuzey Irak Kürt petrolleri Türkiye üzerinden dışarıya akıyor. Düne kadar Barzani ile sıkı ilişkisi ve ticari ortaklığı olan Türkiye’nin bu çıkarlarından vaz geçmeyeceği açıktır. Bu yüzden Bağımsız Kürdistan’la ilgili çıkışları ve yaptırım uygulama tehditleri gerçekçi değildir. Keza düne kadar Suriye’nin bölünmesini en fazla isteyen bir ülke olarak Türkiye bu günlerde Suriye’nin toprak bütünlüğünü istiyor!...”[7]
Birçok şeyde olduğu gibi bu konuda da Türkiye’nin 180 derecelik çarkları Arap basının dilindedir ve sebebi de gayet iyi biliniyor: Türkiye, somut bir realite olarak açığa çıkan Kürt oluşumu üzerindeki kontrolünü çoktan yitirmiştir ve Suriye iflasından hanesine yazılan en büyük fiyasko, Suriye’deki bu Kürt oluşumudur. Bu bağlamda İdlip bataklığına doğru zoraki yol alırken AKP’nin, Afrin’deki Kürt tehdidini bir gerekçe olarak pazarlaması anlaşılabilir bir şeydir. Ancak bu algıya herkesin odaklanmasının AKP lehine bir etki yaratacağını söylerken şunu kastediyoruz: AKP İdlip’te rol almaya mecburdur. Bu mecburiyet, “kendim ettim, kendim buldum” hallerinden kaynaklanıyor. Çünkü birincisi, İdlip’e ettikleri ile yüzleşiyor ve burada kendi eliyle yığdığı cihatçı potansiyelle baş başa bırakılıyor. İkincisi bulacaklarıyla, yani bu cihatçı deposunun başına kalacağı gerçeğiyle yüzleşmesi ve bunun önlemini almak zorunda kalışı da söz konusu. Ama şimdiki ve gelecekteki felaketi algılardan uzak tutup kendi açısından “olumlu” bir hava yaratan tek şey, Fırat’a olduğu gibi “Afrin’e karşı İdlip’e kalkan olma” söylemidir. Ancak bunlar AKP’nin İdlip’ten umdukları. Ama asıl önemli olan ne bulacağıdır.
Hatırlatmak gerekir ki, Erdoğan üç ay içinde Şam’a gideceğini umdu, Emevi Camii’nde namaz kılacağını ilan etti. Ama neredeyse yedi yıl sonra ancak yanı başındaki İdlip’e uzanabildi. Üstelik namaz kılmak için değil, felaketlerle uğraşmak üzere yol aldı. Türkiye açısından bu felaketler, yaklaşık beş altı yıldır Arap yorumcular tarafından da ön görülüyor, söyleniyordu. Iraklı siyasi analist Jassem el-Musavi’nin Mayıs 2013’te katıldığı bir televizyon programında söyledikleri tam anlamıyla bu günü tarif ediyor: “Erdoğan büyük bir felaketin içine girdi.Terörist gruplar için ülkesini açtı, coğrafi ortamlar yarattı. Bu yüzden halkını da aynı felaketinin içine soktu. Bir gün bu çatışmaların kendi evine taşınacağı kaygısıyla karşı karşıya gelecek. İstihbaratçıları Suriye ile uğraşırken, artık Suriye’den daha çok kendi ülkelerinde teröre karşı istihbarat toplamakla meşgul olacaklar!”[8]
Bugüne kadar ülkemizin böylesi bir felaketin içine sokulduğuna dair çok kanıtlar ortaya çıktı, çok canlar yandı. Şu an sorunsuz bir şekilde “İdlip’e intikal” gerçekleştiyse de bunun altında Türkiye ile Nusra’nın “şimdilik” vardıkları anlaşma yatıyor. “Şimdilik” diyoruz, çünkü Nusra Cephesi’yle yapıldığı söylenen anlaşmanın kendisi bile tam anlamıyla bir felaketler yumağıdır.[9] Bu nedenle “sorunsuz intikal” bile İdlip’ten oluk oluk felaket akma ihtimalini ortadan kaldırmıyor. O yüzden İdlip’i konuşurken asıl kritiği yapılması gereken konu budur.
Dipnotlar:
[1] “Türkiye’nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler” ifadesi de tezkere metnine girdi.
[2] http://aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/5-soruda-tsk-nin-idlibe-intikal-hedefi/929350
[3] http://aa.com.tr/ar/%D8%A3%D8%AE%D8%A8%D8%A7%D8%B1-%D8%AA%D8%AD%D9%84%D9%8A%D9%84%D9%8A%D8%A9/%D9%85%D8%A7%D8%B0%D8%A7-%D8%B3%D8%AA%D9%81%D8%B9%D9%84-%D8%AA%D8%B1%D9%83%D9%8A%D8%A7-%D9%81%D9%8A-%D8%A5%D8%AF%D9%84%D8%A8-%D8%AA%D8%AD%D9%84%D9%8A%D9%84/924702
[4] Örneğin Fehim Taştekin, 10 Ekim’de Gazete Duvar’da yayımlanan “İdlib’de El Kaide ile Amerikan güreşi!” başlıklı yazısında şunu yazdı: “Türkiye’nin asıl derdine gelirsek; artık İdlib Kalkanı’nın öncelikli hedefinin Afrin olduğu sır değil. Bölgeye intikal eden keşif gücünün üs kurmak üzere gittiği ilk yer Şeyh Bereket Dağı. Güneyden kuzeye Afrin’e tepeden bakan bir yer… Türkiye eğer İdlib’de duruma hakim olursa uğraşacağı yer kesinlikle Afrin olacaktır.”
[5] Oytun Orhan: “Türkiye İdlib’de ne yapacak?” http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/turkiye-idlib-de-ne-yapacak/922850
[6] Veysel Kurt: “Türkiye’nin İdlib operasyonu ve stratejik hedefler” http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/turkiye-nin-idlib-operasyonu-ve-stratejik-hedefler/930575
[7] https://www.youtube.com/watch?v=qePNqgnodo4&feature=youtu.be
[8] http://www.alalam.ir/news/1473838
[9] Türkiye’nin Nusra Cephesi’yle bir anlaşmaya vardığı yazıldı ancak anlaşmanın içeriğine dair ayrıntıyı bilen pek yok. Arap analistler gözüyle bu anlaşmanın içeriği, Türkiye ile Nusra Cephesi’nin ne gibi stratejilerde uzlaştıkları meselesi ayrı bir yazının konusudur. Sıradaki yazı bunun ilgili olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.