Suriye’ye ilişkin kavramlarımızı, tutumlarımızı ve eleştirilerimizi belirlerken bazı temel saptamalar yapmak gerekiyor
Baas direnişi bir “ulusal bağımsızlık mücadelesi” midir ya da Rojava süreci bir devrim midir? Savaş içinde oluşan mevcut dengeler demokratik ve devrimci güçler açısından ne ifade etmektedir? Suriye’ye ilişkin kavramlarımızı, tutumlarımızı ve eleştirilerimizi belirlerken bazı temel saptamalar yapmak gerekiyor
Suriye’deki savaş, ABD emperyalizminin Suriye’yi sömürgeleştirme amacıyla başlattığı emperyalist müdahalenin sonucudur. ABD emperyalizminin Suriye’ye müdahalesinin pratik planı, neoliberal İslamcı AKP ve gerici Arap rejimlerinin himayesinde, güdümlü Sünni-İslamcı güçlerle mezhepsel bir iç savaş çıkarmak, Baas rejimini yıkmak ve yerine güdümlü bir Sünni iktidarıyla Suriye’yi yeni sömürgecilik zincirine katmaktı.
Suriye Arap Cumhuriyeti, değişik emperyalist kısmi bağımlılık ilişkileri içerisinde olan otoriter Arap milliyetçisi bir burjuva devletidir. Bu nedenle Baas iktidarının ABD emperyalizminin müdahalesine karşı iktidarını koruma mücadelesi tutarlı bir anti-emperyalizmin ve demokratizmin ürünü değildir. Baas iktidarı ABD emperyalizmine karşı direnişinde bölgesel emperyalist bir güç olan Rusya ile kurduğu işbirliğinden ve bölgesel düzeyde hegemonik bir güç olmaya çalışan gerici İran rejiminden destek almıştır ve almaktadır.
Bununla birlikte Baas iktidarı ABD emperyalizminin müdahalesine karşı direnirken, Suriye’deki demokratik güçlerin ve dinamiklerin hareket alanı da genişlemiştir. Suriye’nin liberal, demokratik ve sol siyasi aktörleri bu süreç içerisinde güç ve meşruiyetlerini artırdılar. Yine bu süreçte Suriye Kürtleri, Suriye Kürdistanı’nda özerk-demokratik bir siyasi ve askeri varlık kazandılar. Demokratik muhalefetin bu güçlenişi ve kazandığı mevziler Baas iktidarının emperyalist müdahaleye karşı izlediği savunma taktiğinin yarattığı iktidar boşluklarından kaynaklanmıştır; rejimin “demokratik tercihi” değil, rejimi demokratikleşmeye zorlayan bir fiili durumdur. Baas iktidarı ortaya çıkan bu fiili durumla kimi zaman ve durumlarda olumlu ilişki kurmakta, Baas dışı siyasi oluşumlara yönelik kimi demokratik açılımlar yapmakta ama otoriter restorasyon kapısını da açık tutmaya özen göstermektedir. Bu durum, Suriye demokratik muhalefetini ve Kürt ulusal oluşumunu askeri ve siyasi bakımdan kırılgan hale getirmekte, ABD ve AB emperyalizminin nüfuzuna açmaktadır.
ABD emperyalizminin bir besleme güçle iç savaş çıkarma siyaseti, Suriye halkları içerisinde Libya’daki gibi bir karşılık bulmadı. Suriye’nin liberal, demokratik ve sol siyasi muhalefet güçleri, emperyalizmin taşeronlarının merkezinde olduğu mezhepsel bir iç savaşın tarafı olmadılar. Suriye Kürtlerinin, PYD’nin önderlik ettiği büyük bir bölümü de bu iç savaşta yer almamayı seçti. Bu sayede, besleme muhalefet bir “iktidar alternatifi”ne dönüşemedi. Emperyalist müdahalenin birinci yılı dolmadan ortaya çıkan bu güçler ilişkisi, Sünni-İslamcı besleme muhalefetin cihatçı evrimine yol açtı. ABD emperyalizmi ve taşeronları besledikleri canavarın denetimini bir kez daha ellerinden kaçırdılar. Irak’ın Sünni-Arap bölgesinde kontrolü ele geçiren El Kaide ve türevi IŞİD Suriye’ye de hızla yayıldı ve Sünni-İslamcı “muhalefet”in belirleyici unsuru haline geldi. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, besleme muhalefetin bu cihatçı evrimini bir tehdit olarak algılamadı, aksine El Kaide ve IŞİD’i meşru muhalefet güçleri olarak kabul etti. Bu pozitif tutumun pratik karşılığı IŞİD’in Suriye Kürdistanı’na ve Şengal’e yönelik işgalci saldırısında ortaya çıktı. (IŞİD’in Kürdistan’a saldırısı dönemin başbakanı Erdoğan tarafından örtük biçimde üstlenildi.)
ABD emperyalizmi, muhalefetin cihatçı evrimi karşısında taşeronlarının (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın) gösterdiği hayırhah tutumu göster(e)medi. Çünkü bu dönüşüm, ABD’nin Irak ve Filistin’deki bölgesel çıkarlarını tehdit ediyordu.
IŞİD’in Suriye Kürdistanı’na yönelik saldırısı karşısında ABD’nin Suriye Kürtlerine çeşitli kanallardan verdiği destek başlangıçta besleme muhalefetin cihatçı evrimini durdurmayı amaçlıyordu ve dolaylı bir destekti. Bu destek aynı zamanda IŞİD’in Kobanê saldırısı karşısında Türkiye ve Irak Kürdistanı’nda gelişen büyük tepkinin de bir sonucuydu.
Kürtlerin IŞİD karşısındaki direnişte gösterdiği başarı, onları, Suriye’de çıkarları olan bütün emperyalist ve hegemonik güçlerin ilgi odağı haline getirdi. Bu süreçte, Suriye üzerindeki hegemonyasını sürdürmek için Baas iktidarına büyük bir destek veren Rusya da PYD önderliğindeki Kürt direnişi ile Baas direnişi arasında çatışmasızlığın sağlanmasında etkin rol aldı. Ancak yaşanan süreçte YPG önderliğindeki Demokratik Suriye Güçleri (QSD), askeri ve politik bakımından ABD’nin Suriye’deki başlıca müttefiki haline geldi.
Kısacası, ABD emperyalizminin Suriye’yi bir ABD yeni sömürgesi haline getirmek için giriştiği saldırı 2012 itibariyle başarısızlığa uğramıştır. Ancak ABD’nin bu girişimi amacına ulaşamasa da bir sonuç yaratmış ve Suriye’yi çok cepheli (emperyalist-hegemonik güçler bakımından çok merkezli) bir iç savaşa sürüklemiştir. ABD ve Rusya (ve daha geri planda çeşitli AB ülkeleri ile Çin) bu iç savaş üzerinden Suriye’de ve Ortadoğu’daki hegemonyal konumlarını korumaya ve geliştirmeye çalışan emperyalist merkezlerdir. Sürmekte olan iç savaş bu emperyalist merkezler açısından artık bir “sömürgesel paylaşım mücadelesi” niteliğini kazanmıştır. Baas yönetimi SSCB’nin Suriye’ye sağladığı askeri, ekonomik ve politik himaye ilişkilerinin Rusya tarafından emperyalist politikalarla sürdürülmesine karşı çıkmamaktadır. Bu bağımlılık ilişkisini batılı emperyalist güçlerle gireceği ilişkilerde bir “iktidar güvenliği unsuru” olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla gelinen noktada Baas direnişinin “ulusal bağımsızlık mücadelesi” niteliği zayıftır. Bununla birlikte başlangıçta Baas iktidarının savunulmasıyla sınırlı olan direniş, Suriye halkının Baas dışı kesimlerinin de katılımıyla bir demokratikleşme sürecini beslemektedir. Bu nedenle Suriye’deki savaşta Baas direnişini bir “ulusal bağımsızlık mücadelesi” olarak tanımlayıp desteklemek ezberci bir yaklaşım olacaktır. Bu direniş, bölgedeki emperyalist, milliyetçi, gerici ve baskıcı güçler arasında bir denge durumu yaratarak Ortadoğu demokrasisinin gelişmesine katkıda bulunduğu için Ortadoğu devrimci süreci açısından olumlu bir role sahiptir ve bu nedenle desteklenmelidir.
Suriye üzerindeki sömürgesel nüfuz hesaplarının tek muhatabı Baas yönetimi değildir. Baas iktidarının karşısında yer alan liberal, demokratik, sol muhalefet ve Kürt hareketinin değişik kümeleri de emperyalist ve hegemonik güçlerin mevzi edinme hesapları içerisinde yer almaktadırlar. Türkiye’de bu güçler arasında en çok tartışılanı PYD olmaktadır. PYD üzerine yapılan tartışmalar, dolaylı veya dolaysız olarak Türkiye’deki Kürt sorununu referans almaktadır.
Suriye Kürdistanı’ndaki siyasi süreci bir “devrim” olarak tanımlamak abartılıdır. Bununla birlikte Suriye Kürtlerinin siyasi bir varlık ve otorite kazanmaları, gerek Suriye gerekse de Kürtlerin yayıldığı bütün Ortadoğu coğrafyası açısından ilerici ve demokratik bir gelişmedir. Çünkü Ortadoğu gericiliğinin en önemli kaynaklarından biri Kürtlerin Ortadoğu’nun dört ülkesi arasındaki statüsüz ilhakıdır. Kürtlere bölgesel düzeyde meşru siyasi varlık kazandıran her gelişme Ortadoğu ülkelerinde faşizme ve gericiliğe darbe vurur.
PYD ve QSD’nin ABD ile kurduğu politik ve askeri ittifak ilişkisi bu gerçeği değiştirmez. ABD, PYD ile kurduğu güncel ittifak ile Suriye’deki “vekalet savaşı”nda at değiştirmemiştir. Bu ittifak, Baas iktidarına değil, IŞİD’e karşı yapılmış askeri ve politik bir ittifaktır. Ancak somut bir olasılık olarak, ittifakın hedefinin değişip Suriye’de ABD güdümlü bir iktidar yaratmaya dönüşmesi halinde Ortadoğu gericiliğini güçlendiren bir yeni durum ortaya çıkacaktır.
Rojava Kürdistanı’nda halihazırda ayrı bir ekonomik yapılanma, ayrı bir Kürt burjuvazisi bulunmamaktadır. ABD’nin PYD üzerindeki askeri ve politik vesayetinden hareketle Suriye’yi veya Suriye Kürdistanı’nı ekonomik bakımdan sömürgeleştirmesi mümkün görünmemektedir. Bu ittifak ilişkisinin ABD emperyalizmine sağlayabileceği en büyük kazanç ve Ortadoğu devrimci sürecine vereceği en büyük zarar, ABD’nin Suriye’deki askeri varlığına meşruiyet kazandırması olacaktır. Böylesi bir varlığın (Kürtlerin değişik bölge ülkelerindeki mücadelelerini devam ettirdikleri koşullarda) ABD’nin bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerini istikrarsızlaştırması da büyük bir olasılıktır.
Suriye’ye ilişkin kavramlarımızı, tutumlarımızı ve eleştirilerimizi belirlerken bazı temel saptamalar yapmak gerekiyor:
Suriye’ye yapılan emperyalist müdahale, Baas direnişi ve Suriye’deki Kürt hareketi Ortadoğu devrimi sürecini ateşlememiştir.
Bugün gündemde olan Suriye’deki sömürücü sınıf egemenliğinin yeniden yapılanması ve Suriye’nin emperyalistler arasında yeniden paylaşımıdır.
Suriye’de hareket ve oluşum halindeki güçler bu yeniden paylaşım planlarını kategorik olarak reddetmemektedirler.
Ortadoğu’da oluşmakta olan emperyalistler arası güçler dengesi ve bölge gericiliğinin bozulan kutsal ittifakı demokratik ve devrimci güçlere eskisinden daha geniş bir hareket alanı sağlayacak uzun bir istikrarsızlık döneminin temelini oluşturacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.