AKP, “çatışmasızlık bölgesi” mutabakatını fırsat gibi göstermeye çalışsa da Rusya tarafından pisliğini temizlemek üzere İdlip’e itiliyor. Daha doğrusu AKP’nin akıldışı Suriye siyasetiyle Türkiye bir kez daha bataklığa sürükleniyor
AKP, “çatışmasızlık bölgesi” mutabakatını fırsat gibi göstermeye çalışsa da Rusya tarafından pisliğini temizlemek üzere İdlip’e itiliyor. Daha doğrusu AKP’nin akıldışı Suriye siyasetiyle Türkiye bir kez daha bataklığa sürükleniyor
14-15 Eylül tarihlerindeki Astana-6 görüşmelerinden İdlip’te “çatışmasızlık bölgesi” oluşturma kararı çıktı.
Temmuz’da “İdlip’e karşılık Afrin” pazarlığı ile Astana-5’i sabote eden AKP, bu sefer görüşmelerin bitmesini dahi beklemedi ve 14 Eylül’de Saray Sözcüsü İbrahim Kalın’dan “Burada [İdlip’te] Türkiye’ye düşen bir görev söz konusu olduğunda tabii ki Türkiye bundan geri durmayacaktır” açıklaması geldi.
Ertesi gün duyurulan mutabakata göre, görüşmelerin “garantör ülkeleri” olan Rusya, Türkiye ve İran’dan gözlemciler, İdlip ve çevresindeki “çatışmasızlık bölgesi”nde oluşturulacak kontrol ve gözlem noktalarına konuşlandırılacak. Gözlemci kuvvetlerin asli görevi, Suriye ordusu ve silahlı muhalifler arasında çatışma yaşanmasını engellemek olacak. Ayrıca “Müşterek Koordinasyon Merkezi” oluşturularak üç ülkeye bağlı kuvvetlerin faaliyetlerinin eşgüdümlü olması sağlanacak.
Cihatçıların garantörü olan AKP, Suriye politikasında keskin dönüşler yaparak günü kurtarabiliyor. Ancak yakın gelecek, pek de parlak görünmüyor.
Suriye Dışişleri’nin açıklaması da buna işaret ediyor: “Gerilimi azaltma bölgeleri anlaşmaları, Türkiye güçlerinin onayımız olmaksızın Suriye’nin herhangi bir bölgesinde bulunmalarına kesinlikle meşruluk kazandırmaz.”
Rusya ve ABD’nin basıncı altında önce IŞİD’e sonra da Nusra’ya verdiği desteği kesen ve kendi doğrudan etkisi altındaki grupları ayrıştırarak bu iki örgüte karşı çatışmaya iten AKP, İdlip’te de aynı siyasetin yeni bir versiyonunu sergiliyor.
Nusra liderliğindeki çatı örgütü Tahrir’uş Şam’dan ayrılıklar başlarken Ahrar’uş Şam, Nureddin Zengi ve ÖSO çatısı altında hareket eden AKP destekli birçok irili ufaklı cihatçı grup yeni bir “çatı örgüt” için kolları sıvadı.
Bunun için ilk çağrı 31 Ağustos’ta, İstanbul merkezli Suriye İslam Meclisi’nin Başkanı Usame Rıfaî tarafından yapıldı. Rıfaî tüm gruplara, “Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı” çatısı altında toplanmalarını önerdi. Hemen arkasından AKP ile en organik bağa sahip cihaçı örgüt olan Ahrar’uş Şam, Suriye İslam Meclisi’nin çağrısını desteklediğini duyurdu. Aynı günlerde, AKP güdümündeki cihatçıların birden Suriye’deki El Kaide (Nusra) varlığını hatırlamaları dikkat çekiciydi. ÖSO’ya bağlı “Özgür İdlip Ordusu” komutanlarından Ahmed el-Saud, El Kaide’nin kendileri için bir “problem” olduğunu, onlardan “kurtulacaklarını” ve “milli ordu” kuracaklarını söyledi.
4 Eylül’e gelindiğinde ise aralarında Ahrar’uş Şam, İslam Ordusu, Feylak’uş Şam, Nureddin Zengi, Şam Cephesi ve Sultan Murat Tümeni’nin de olduğu 40’tan fazla cihatçı grubun mutabakata varması sonucu “Geçici Hükümet Savunma Bakanlığı” kuruldu. Bakanlığa bağlı olarak da “Birleşik Suriye Milli Ordusu” oluşturulacağı açıklandı. 31 Ağustos’ta çağrısı yapılıp beş gün sonra kuruluşu ilan edilen, ertesi gün de AKP medyasında manşetleri süsleyen “Birleşik Suriye Milli Ordusu”nun adından içeriğine pekâlâ bir “üst aklı” var. Biraz geriye, Eylül 2016’ya gidelim.
“Fırat Kalkanı” henüz ikinci ayına girmişken Erdoğan, New York’ta, “Bölgede bir milli ordu oluşturalım diyoruz. Bu milli ordu ılımlı muhaliflerden oluşacak” diyerek müttefiki ABD’ye sesleniyordu. Erdoğan’ın, hem YPG-QSD’nin yerine geçsinler hem de Şam’a karşı savaşsınlar diye Batılı müttefiklerine yaptığı bu çağrı haliyle karşılık bulmadı.
“Ahh ahhh… Kadere bak…”
Şimdilerde kurulan “milli ordu” Rusya ve müttefiklerinin sözünden çıkmayarak İdlip’ten El Kaide’yi tasfiye etmeye çalışacak. Böylece AKP, “ılımlılar” diyerek desteklediği cihatçı gruplardan oluşturduğu “milli ordu”nun ve onlar aracılığıyla da kendisinin, Suriye’nin geleceğinde yer alabileceğini hesap ediyor. Ancak cihatçılar arasındaki iç çatışmalar, bir tarafa kazanç sağlamaktan çok tarafların daha da güçsüzleşmesine ve bulundukları bölgelerden silinmesine yol açıyor. Moskova’nın, hasımlarını birbirine kırdırmaya yönelik savaş oyunlarında son perde!
Nusra’ya yakın sosyal medya hesaplarından paylaşılan açıklamada, İdlip’te Nusra kontrolündeki bölgelere giren her kuvvetin işgalci olarak kabul edileceği belirtildi. 18 Eylül’de de çok sayıda Nusra militanının araçlarla Türkiye sınırındaki bölgelere kaydırıldığını gösteren videolar yayımlandı.
Üstelik Nusra, İdlip’e yönelik olası operasyon karşısında askeri karşı koyuşun yanında, Türkiye’nin “yerel halkta rahatsızlık oluşturduğu” görüntüsünü de ön plana çıkarabilir. Bu örgütün bulunduğu bölgelerde taban desteği var. Astana görüşmeleri sonrasında İdlip çevresindeki kimi yerleşimlerde Nusra’ya destek için kitlesel gösteriler düzenlendi.
Astana-6 mutabakatı sonrası sınır hattındaki TSK hareketliliği artmış durumda ve 16 Eylül itibariyle Hatay’ın Reyhanlı ilçesine büyük bir askeri sevkıyat başlatıldı. Gerilim, Türkiye’nin katliamlara sahne olmuş ve cihatçı varlığı konusunda en hassas bölgesinde tırmanıyor.
AKP, “çatışmasızlık bölgesi” mutabakatını fırsat gibi göstermeye çalışsa da Rusya tarafından pisliğini temizlemek üzere İdlip’e itiliyor. Daha doğrusu AKP’nin akıldışı Suriye siyasetiyle Türkiye bir kez daha bataklığa sürükleniyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.