Önümüzde dikta heveslilerinin ipliğini pazara çıkaracak çok başlık var. Her bir başlıkta kıvılcımı çakma, nasıl yol yürüneceğini gösterme, solu toparlama, halka güven verme görevi devrimcilerin önünde duruyor
Önümüzde dikta heveslilerinin ipliğini pazara çıkaracak çok başlık var. Her bir başlıkta kıvılcımı çakma, nasıl yol yürüneceğini gösterme, solu toparlama, halka güven verme görevi devrimcilerin önünde duruyor
Erdoğan, referandumdan elde ettiği şaibeli sonuçların ardından yol haritasını “2017 yenilenme, 2018 icraat, 2019 seçim” olarak ilan etmişti. Yenilenmeyi, partide, hükümette ve devlette olmak üzere üç ayakta başlattı. İlk iki hamlesi, üyelerinin tamamını yenileyerek HSK’yi, başkanlığına geçerek AKP’yi resmen kendisine bağlamak oldu. Bakanlar Kurulu’nda yaptığı değişikliklerle esas olarak hükümeti belirlemede tek seçici olduğunu tekrar tescil etti. Devlet kadrolarındaki yenilenme için yaşadığı kadro sorununu, Sakarya Valisi örneğinde olduğu gibi Fethullah’ın yerini başka gerici tarikatlarla doldurma biçiminde gideriyor. AKP’nin nitelikli kadro konusunda oldukça vahim durumda olduğunu, AİHM’ye önerdiği hakim adaylarının iki defa veto edilmesi ve uygun yandaş aday bulamadığından eski yargıcın göreve devam etmesi bir kez daha göstermiş oldu. Anlaşılan Kılıçdaroğlu’nun “liyakat” ısrarı ciddi bir vahamete temas ediyor.
Devlette yenilenmenin en kritik alanı kuşkusuz TSK’dir. Daha bir yıl önce başarısız da olsa bir darbe girişiminde bulunmuş en güçlü silahlara sahip devlet organı olan orduda yenilenme, terfi sistemi uzun yıllara dayalı bir kadrolaşmayı gerektirdiği için Erdoğan’ın en önemli sorununu oluşturuyor. Bu sorunu ordu üzerinde vesayet kurarak gidermeye çalışıyor. Başlarında Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar olmak üzere üç kuvvet komutanına -özellikle üniformaları üzerinde olarak- Saray’ın camisinde namaz kıldırıp medyaya servis etmesi, laikliğe bağlılık yemini etmiş ve farklı dinsel kimliğe sahip askerleri barındıran ordunun kendi mezhepçi yaklaşımına teslim olduğunu göstermek içindir. Tüm subaylara verilen bir mesajdır. Kuvvet komutanlarının biat etmelerine rağmen emekliye sevk edilmeleri ise gösterinin ikinci boyutudur. Hulusi Akar’ın emekliye sevk edilmemesi ise isteneni harfiyen yerine getirmesi ve yerine gelebileceklerin emekliye sevk edilmiş olmalarındandır. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na FETÖ’nün tezgahı Kumpas Davası’nda tutuklanıp beraat eden Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele’nin yerine Donanma Komutanlığı dahi yapmamış Koramiral Adnan Özbal’ın atanması ise Erdoğan’ın, kendisini ulusalcı-Kemalist vb. olarak adlandıran kesimlere dair tutumunu yansıtıyor. Erdoğan’ın “Savcısıyım” dediği davalardan yargılanan bazı subaylar da terfi ettirildiler, ancak bunlara asli görevler verilip verilmeyeceği, Erdoğan’ın ittifak yapıp yapmadığının -yani Perinçekgillerin yaratmaya çalıştığı algının doğru olup olmadığının- göstergesi olacaktır. Kısacası ordunun yenilenmesi işi -bu ihtiyacı giderecek AKP’li subay olmamasından dolayı- MİT’in raporlarıyla ve Erdoğan’ın “güç bende” gösterileri ile kotarılmaya çalışılmaktadır.
AKP’nin yenilenmesi Erdoğan’ın en kolay işi gibi görünse de orada da yol düz değil. İnandırıcılık aşınmaya devam ediyor, referandumdan “Evet” çıktığında çözülecek sorunlar çözülmedi, uçacak Türkiye uçmadı, aynı masal 2019’da birkaç kez daha tekrarlandığında nasıl tutacağı ciddi bir sorun. “Milletle” yeterince iyi ilişki kurmayanları istifaya zorluyor, kongrelere tek liste ile gidilmesi talimatını vermiş. Bu sadece Fethullahçıların tasfiyesi değil, Abdullah Gül, Davutoğlu, Arınç gibi AKP kurucularının taraftarlarının da partiden tasfiyesi ve “Reisçi” homojenleşmenin yaratacağı yeni küskünlükler anlamına gelir. Ancak bunun partide küskünlükten öteye geçip partiyi bölmeye kadar varması zor. Çünkü AKP’nin ana kadrosunun “davası” iktidar olup nimetlerinden faydalanmaktı ve bunu yaptılar. Tepe tepe faydalandıkları iktidarın dışında kalmak ve nimetlerini kaybetmek istemiyorlar. Bu nedenle ne Gül, Arınç gibi etkili figürler açıktan bayrak açıyorlar ne de etraflarının iktidarın zengin sofrasından kalkıp yeni bir “dava” için peşlerinden gitmeye niyeti var.
Yenilenme hamlelerinin tamamı 2019’u sağlama almak için. Demokratik bir seçimin 2019’u yani başkanlığı kotarmaya yetmeyeceğini bilen Erdoğan, devleti de bu göreve göre yeniliyor. Ordu iç siyaset uğruna “fetih” palavraları için istendiği gibi kullanılacak, emniyet AKP kolluğu gibi çalışacak, yargı tüm suçlarını örterken muhalefeti kımıldatmayacak, YSK sonuçlarla oynayacak, Diyanet Erdoğan’ın mezhepçi kutuplaştırma yükünü hafifletecek vs vs…
Erdoğan, diktatörlük inşasının şanına yaraşır yöntemlerle ilerlemeye çalışıyor. FETÖ’den yargılanan, FETÖ’cülükle suçlanma tehdidi altındaki savcı ve hakimlerle (Cumhuriyet Davası’nda olduğu gibi) muhaliflere kumpas davaları açıp hapse attır, darbecilik suçlaması tehdidi altındaki kuvvet komutanlarına istediğin pozu verdir, parti içinde istemediklerini Topbaş ve damadı örneğindeki gibi benzer tehditlerle biat ettir, sermaye kesimlerini benzer yöntemlerle hizaya getir; şantaj ve tehdit ile yeni bir devlet kurmaya çalış. Diktatörlük için şantaj ve tehdit gereklidir ama yeterli olacak mı göreceğiz.
İdeolojik, politik, kültürel, dinsel, ulusal, ekonomik, hukuki, askeri birçok alanda hegemonya gerektiren yeni devlet kurma işini sadece demagoji ve şiddet ile yapmaya çalışması; sağın birliğinin parçalanmasından ve hegemonyasını yitirmesinden kaynaklanmaktadır. AKP önderliğindeki sağ hegemonyanın zirve sınırını Gezi Direnişi / Haziran İsyanı çizdikten sonra, önce AKP-Fethullah ortaklığı parçalandı ve ölümcül bir kavgaya dönüştü. Bunun yarattığı zayıflığı gidermek için MHP ve BBP ile girdiği işbirliği bu partileri parçaladı ve referandumda Erdoğan’ın tüm kama sokma çabalarına karşın ciddi bir sağ seçmen “Hayır” cephesine kaydı. Sol ise toparlanma eğilimleri göstermesine ve diktatörlük karşıtı kesimlere önderlik edebilme şansı yakalamış olmasına karşın atak bir siyaset henüz ortaya koyabilmiş değil.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun başlattığı “Adalet Yürüyüşü” önemli bir atak olmasına karşın devamı konusunda soru işaretleri giderilebilmiş değil. Cumhuriyet Davası, aynı zamanda Enis Berberoğlu’nun davası olmasına rağmen sahip çıkmakta tereddütlü davranılması, Kılıçdaroğlu’nun il başkanlarına Maltepe’de ilan ettiği “Adalet Manifestosu”nu milyonlarca çoğaltıp kapı kapı halka ulaştırmaları talimatının yerine getirilmemiş olması, tek programın ağustos sonunda Çanakkale’de bir Adalet Kurultayı olarak açıklanması, akıllara CHP’nin bundan sonra bir programının olup olmadığı, sadece Erdoğan’ın hamlelerine mi bağlı hareket edeceği sorularını getiriyor. Adalet Kurultayı neden mahalle mahalle, ilçe ilçe, il il halkın genişçe kesimlerinin katılacağı bir seferberlik biçiminde yapılmaz da katılımı daraltacağı belli olan Çanakkale’ye alınır? Erdoğan bu fırsatı kaçırır mı? Giresun’dan açıklıyor, “5 gün izin istemişler, 2-3 gün izin vereceğiz” diye. Adalet Manifestosu’nun dağıtımı hâlâ duruyor. Cumhuriyet Davası 11 Eylül’de. Başlattığı ve halktan tarihi bir destek alan adalet mücadelesini ilerletmeyip, Erdoğan’ın hamlelerini bekleyen CHP’ye hamle gecikmedi. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu Trabzon konuşmasında hapse atmakla tehdit etti bile.
HDP’nin başlattığı “Vicdan ve Adalet Nöbetleri” ise AKP’nin kuşatması altında sürüyor. HDP, bu kuşatma ve tecridi ancak Kürt halkının kitlesel desteği ile aşabilir. Bu konuda solun eksik desteği de not edilmeli, fakat değerlendirmeler yapılırken solun desteğinin kitlesellik sorununu aşamayacağı da akılda tutulmalıdır.
* * *
En çok vergi veren şirketler -başka bir deyişle en çok kâr eden şirketler- listesinin birincisi ismini gizli tutuyor. İlk 10’da diğer 9 tanesinin ise faizden gelir elde eden bankalar olması, Erdoğan’ın bankaları sık sık az kazanmaya, üretimi desteklemeye davet etmesinin halka dönük demagojiden öte bir anlamı olmadığının ilanından başka bir şey değildir. Bu, AKP iktidarında grevler yasaklanır, rantı yüksek araziler peşkeş çekilirken bütün taşların faiz ve rantın kazanmasına dönük döşendiğinin belgesidir. En çok kâr eden şirket ise adının açıklanmasını istememişti, çünkü o halkın sırtından elde ettiği fahiş kârları gizlemeye çalışan bir kamu şirketiydi. Yurtdışından aldığının üzerine dağıtım masrafı dışında fahiş kâr koyarak halka satan, başbakanlığa bağlı bir kamu şirketi olan BOTAŞ. Meyve sebze ihraç eden bir ülke olmamıza rağmen dünyanın en pahalı meyve sebzesini yemek zorunda bırakılan bir halk… AKP, tehdit ve şantajın merkezde olduğu siyaset yöntemini temel almaya devam edecek. Çünkü halk düşmanı çürümüş bir rejimi başka türlü sürdürmesi ve diktatörlük olarak kurumlaştırması mümkün değil.
Gayri meşruluğu giderek artan iktidarlarını eğitimin dinselleştirilmesi, mezhepçilik ve milliyetçilik uygulamaları dışında ayakta tutacak yol bulamıyorlar. Kadın düşmanlığını tırmandırmaya devam ediyorlar. Müftülüklere nikah yetkisi gerici kitleyi kadın ve laiklik düşmanlığı üzerinden konsolide etmenin yeni bir malzemesi olarak kullanılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın tüm olanaklarını gerici vakıf ve cemaatlere peşkeş çekerek; şeriatçılık ve cihatçılık eğitimi ile çürümüş rejimlerine meşru zemin üretme çabasındalar. Grevlerin ertelenmesi, kamuda toplu sözleşmede yandaş sendika üyelerine ayrıcalık tanınarak düşük zammın ayrıcalık kılıfı ile örtülme çabası, taşerona kadronun yine verilmemesi vb. emek düşmanı politikaların tırmanarak süreceğini göstermekte.
Başta eğitimde gericilik uygulamalarına karşı yürütülecek kampanyalar olmak üzere dikta heveslilerinin ipliğini pazara çıkaracak çok başlık var. Her bir başlıkta kıvılcımı çakma, nasıl yol yürüneceğini gösterme, solu toparlama, halka güven verme görevi devrimcilerin önünde duruyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.