Nuray Hanım ve onun gibi düşünenlere kötü bir haberimiz var: Darwin’in Evrim Teorisi’nin gelecekteki akıbeti de tümüyle yanlışlanmak olmayacak, içerilerek aşılmak olacaktır
“Gönül ne kahve ister ne kahvehane; gönül sohbet ister kahve bahane” misali yazarımız sohbeti toplum bilimle sınırlamayıp doğa bilimlerine de taşırınca derinlerde gizli gericilik de cepheden bilim karşıtlığına dönüşüveriyor
Nuray Mert’i, AKP’yi kendi meşrebince eleştiren seküler bir bilim kadını olarak gördüğümden, Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazısında Evrim Teorisi’ne sataşmasını (Evrim Teorisi’nin müfredattan çıkarılmasına dair kaleme aldığı yazısında Evrim Teorisi’nin bilim yerine konmasına kendisinin de karşı olduğunu yazmıştı) en hafif tabirle yakışıksız, kastı aşan bir dil/düşünce sürçmesi olarak değerlendirmek istedim. Ve bu amaçla kendisine tepkimi göstermek için okur olarak bir mektup bile yazdım.
Fakat sonraki araştırmalarımdan anladım ki, bu, Nuray Hanım’ın konuyla ilgili ilk çıkışı değilmiş. Nuray Hanım bilinçli bir küçümsemeyle bilimi, bilimselliği reddetme tercihini sürdürmekteymiş. O zaman bu kastın ardındaki dinamikleri düşünmek, bunun sınıfsal, düşünsel analizine girmek elzem oldu.
Bu konuda sorulacak en çetrefilli ve can alıcı soru; bir bilim insanı gerici olur mu? Ya da daha doğru bir ifadeyle gerici bir bakışa ve kafa yapısına sahip birisi bilim yapabilir mi?
Soruyu basitçe “evet yapabilir” diye yanıtlamak mümkün. Doğa, insan ve aklınıza gelebilecek her şeyin bir çelişkiler bütünü olduğunu dikkate aldığımızda bu çok şaşırtıcı değil. Tıpkı hiçbir insanın çizgi film karakterleri gibi yalnızca iyi ya da kötü olmaması gibi. Ama işin bu kadar basitçe geçiştirilemeyecek tarihsel ve toplumsal bir arka planı var ki bizi asıl ilgilendiren, kişilerle sınırlı kalmadan, taşları yerli yerine oturtmak için bakmamız gereken yer de burasıdır.
Nuray Hanım’ın da buyurduğu üzere bütün bilimler özünde insan etkinliğidir. Düşünsel yönü baskın birer etkinlik olduklarından en temel ve en saf düşünsel etkinlik olan felsefeyle ilişkilidirler. Felsefede ise iki temel akım mevcuttur: Materyalizm ve idealizm. Dolayısıyla bu akımlardan hangisini benimsediğiniz bilimi yapış tarzınızı etkiler, yer yer de belirler. Gelgelelim söz konusu olan doğa bilimleriyse idealist felsefenin size hiçbir yardımı olmaz. Çünkü doğa maddeseldir. Olay ve olgular arasında kurulacak nedensellik ilişkileri de (ki bilimin özü de aslında budur) maddeseldir. O yüzden Engels’in belirttiği gibi idealist doğa bilimcileri de işlerini yapabilmek için idealist kimliklerini laboratuvarın dışında bırakan utangaç materyalistlerdir.
Çıkış noktasında devrimci olmanın yanı sıra pratik de bir sınıf olan burjuvazinin ilk itirazını kiliseye ve onun temsil ettiği idealist düşünceye karşı yapmış olması bu açıdan hiç şaşırtıcı değildir. Meta üretimi maddeseldir, teknolojinin geliştirilmesi, doğanın insan emrine sunulması doğa bilimlerinde materyalizmi savunmayı gerektirir. Ama aynı pratiklik burjuvazi için toplum bilimlerinde de materyalizmi savunmayı gerekli kılmaz. Bilakis idealizmin desteklenmesi egemen bir sınıf açısından toplumun çoğunu yönetebilmek için daha yararlıdır. Bu tercih egemen sınıflara toplumda gerçekleşen tüm olay ve olguları tam ters bir şekilde sunabilme imkânı verir. Özellikle değişimin doğa için olduğu kadar onun bir ürünü olan toplumların da kaçınılmaz bir özelliği olduğunu gizlemek açısından. “Aynı tas, aynı hamam”, “Böyle gelmiş böyle gider”, gibi söylemlerde yaşatılan değişime ve değiştirme etkinliğine, mesafeli duruşu, karamsarlığı besler. Toplumsal hareketliliklerin tartışılmasının “ezelî” ve “ebedî” olan ahlakî kavramlarla sınırlanmasına olanak tanır. Toplumsal çatışmaları iyi ve kötünün mücadelesine indirgediğinizde, kapitalist toplumun çelişkilerini kapitalizme has olmaktan çıkarmanıza, ezelî ve ebedî sorunlar olarak güncel olanın dışına, hatta tarih dışına süpürmenize dair engelleri ortadan kaldırır.
Toplumda yaşayan bir birey olarak karşılaştığınız sorunların nedenini bugünde bulamazsanız çözümünü de bugünde üretemezsiniz. İyilik ve kötülük üzerine vaaz dinlemekle, (bu sıralar Nuray Hanım’ın ve “yetmez ama evet”çilerin yaptıkları da bundan başkası değil) çok sıkıştığınız yerde işi Allah’a havale etmekle yetinirsiniz.
Nuray Hanım’a dönecek olursak; bir sosyal bilimci olarak o eğer kendi alanında kalmış olsaydı idealist yöntemde ısrar edebilir, böylece yalnızca ülkemizde değil dünyada da saygın bir bilim insanı olmayı sürdürebilirdi. Dün ahlakî ve kültürel sebeplerle savunduğu AKP’yi (kendisiyle çelişkiye düşmeden) bugün yine aynı ahlakî ve kültürel sebeplerle kıyasıya eleştirebilirdi ve hatta bunu karşı olduğu Kemalist düşüncenin savunucusu bir yayın organında da yapabilirdi. (Hâlihazırda da yapmaktadır; çünkü ahlaki ve kültürel eleştirelliği sümektedir.)
Ama işte “Gönül ne kahve ister ne kahvehane; gönül sohbet ister kahve bahane” misali yazarımız sohbeti toplum bilimle sınırlamayıp doğa bilimlerine de taşıyınca (daha doğrusu taşırınca) derinlerde gizli gericilik de cepheden bilim karşıtlığına dönüşüveriyor.
Evrim Teorisi, el çabukluğuyla hipoteze, hatta akıl yürütmeye düşürülüveriyor. Kedisini eleştirenler de pozitivist zırvacılar olarak paparayı yemekten kurtulamıyor.
Sorunu genel olarak özetledikten sonra Nuray Hanım’a ve şahsında onun durumundaki diğer “bilim insanlarına” kısaca konu hakkındaki görüşlerimizi bir farkındalık ve bir cevap hakkı olarak belirterek bitirelim.
Öncelikle kendisini eleştiren herkes pozitivist olmak durumunda değil. Pozitivizmin sınırlarının en az kendisi kadar farkında olan hatta Einstein’ın zamanında pozitivizmden onun en önemli temsilcilerinden olan Ernst Mach’a ithafen “Mach’ın küçük eşeği” diye bahsetmiş olduğunu da bilen diyalektik materyalistler de yaşamaktadır bu ülkede.
Bilim akıl yürütme etkinliğini içinde barındırır; fakat her akıl yürütme bilimsel etkinlik demek değildir. Elma bir meyvedir ama, meyve elma demek değildir örneğinde olduğu gibi.
Hipotez bilimsel etkinliğin başladığı noktadır. Bir olgu ve olaylar bütününü açıklamak için ileri sürülen bir önermedir. Özellikle de doğa bilimlerinde sınanmaya son derece açıktır. Çünkü öngörüleri vardır. Bu öngörüler gözlem ve deneylerle desteklenirse teori olmaya hak kazanır. Kopernik’in Güneş Merkezli Sistem Teorisi, Einstein’ın Görelilik Teorisi, Mendel’in Genetik Teorisi gibi Darwin’in Evrim Teorisi de bu süreçlerden geçmiş, 150 yılı aşkın bir süre zarfında da tüm sınamaları başarıyla atlatmıştır.
Ek olarak belirtmek gerekir ki, modern bilimin yerleşmesinden sonra, özellikle doğa bilimsel teorilerin akıbeti bütünüyle yanlışlanmak olmayacaktır; halefleri tarafından barındırılarak aşılmak olacaktır. Tıpkı Newton’un Çekim Teorisi’nin Einstein’ın Genel Görelilik teorisi tarafından yanlışlanmasından çok sınırlandırılmasında gördüğümüz gibi. Bunu şunun için söyledim; Nuray Hanım’ın görmezden geldiği, felsefeyle modern bilim arasında temel bir fark vardır. O da felsefe tamamen spekülasyon alanında kalarak da yapılabilir ama bilim yapıyorsanız somuttan çok uzaklaşamazsınız. Yani ayaklarınızı yerden kesecekseniz de bunu ancak sıçrayarak başarırsınız. Havada (spekülasyon alanında, Einstein’ın deyimiyle hayalgücü alanında) kısa bir süre kalıp yere konmanız gerekir. Değilse kanat takıp uçmak gibi bir seçeneğiniz yoktur. Sözün özü Einstein’ın “hayalgücü” vurgusunu hayalperestlikten ayırmak gerekir.
İşte bu noktada Nuray Hanım ve onun gibi düşünenlere kötü bir haberimiz var: Darwin’in Evrim Teorisi’nin gelecekteki akıbeti de tümüyle yanlışlanmak olmayacak, içerilerek aşılmak olacaktır. Tıpkı milyarlarca yıl öncede kalan tek hücreli atamızın tamamen yok olmaması, milyarlarcasıyla bedenimizde içerilmiş olarak yaşıyor olması gibi. Çünkü modern bilim Antik Yunan’daki Platon’un ve ardıllarının usavurma idealist yöntemini terk edip ayakları üzerine basmaya; maddeyi açıklamak için gerekli maddeci felsefeye yelken açmaya başlayalı çok olmuştur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.