AKP iktidarı yıllarca cihatçılara bilerek ve isteyerek köprü oldu. Bunu Rusya’dan ABD’ye bütün uluslararası güçler de ileride kullanılacak bir koz olarak kaydetti
AKP iktidarı yıllarca cihatçılara bilerek ve isteyerek köprü oldu. Bunu Rusya’dan ABD’ye bütün uluslararası güçler de ileride kullanılacak bir koz olarak kaydetti. Şimdi bu koz, yaşanan her saldırıda Türkiye’yi cihatçılara bariyer olmaya, Nusra ve IŞİD karşıtı operasyonlarda tehlikeli görevleri üstlenmeye zorlamak için kullanılıyor
17 Ağustos’ta, Barcelona’nın en işlek ve turistik caddesi La Rambla’da bir araç kalabalığın ortasına daldı. Saldırıda 15 kişi hayatını kaybetti, yüzden fazla kişi yaralandı. 18 Ağustos’ta Finlandiya’nın Turku kentinde bir kişinin bıçaklı saldırısında 2 kişi hayatını kaybetti, 7 kişi yaralandı. Ertesi gün, 19 Ağustos’ta ise Rusya’nın Surgut kentinde bir kişi bıçakla etraftaki insanlara saldırdı, 7 kişiyi yaraladı. Barcelona ve Surgut’taki saldırıları IŞİD üstlenirken, Finlandiya’daki henüz üstlenilmedi ancak oklar yine IŞİD’i gösteriyor.
Bunlarla birlikte 3 Haziran-22 Ağustos tarihleri arasında Avrupa’da düzenlenen saldırıların sayısı 7’ye yükseldi. Daha 3 ve 19 Haziran tarihlerinde Londra’da, 19 Haziran ve 9 Ağustos’ta Paris’te araçlı saldırılar düzenlendi. Bu saldırılarda 9 kişi hayatını kaybetti, 60’tan fazlası da yaralandı.
Bu saldırılar, “yabancı terörist savaşçı” meselesinin ne kadar yakıcı bir gündem olduğunu gözler önüne seriyor. Batı’da yaşanan saldırılarda, faillerin çoğunun ortak noktası IŞİD saflarında “yabancı terörist savaşçı” olarak bulunmaları. IŞİD Suriye, Irak ve Libya’da kan kaybedince Batı’daki hücrelerin “eldeki imkanlarla” düzenlediği saldırılar artmaya başladı. Yani IŞİD’in Suriye, Irak ve Libya’dan atılması bu işin sonu olmayacak.
Mesele “yabancı terörist savaşçı”lar olunca uluslararası kamuoyu için başlıca muhatap Türkiye oluyor. AKP, Suriye’de 6 yıldır devam eden savaş boyunca dünyanın dört bir yanından gelen cihatçılara, uzunca bir süre “açık kapı politikası” uygularken Batı yönetimleri de ülkelerinde yaşayan cihatçıların bölgeye gitmesine çoğunlukla göz yumdu, hatta yer yer bunu destekledi.
Ancak gelinen noktada Batı ve müttefiklerinin Şam yönetimini devirme planları çökerken “Suriye cihadı”ndan umduğunu bulamayan “Batılı” cihatçılar bir şekilde “eve geri döndü”. Bu “geri dönüş”ün Türkiye üzerinden olması ise kaçınılmazdı.
Sınırdaki denetimsizlikten faydalanıp geçenler ellerini kollarını sallayarak ülkelerine dönerken, sınırda yakalanan ve IŞİD üyesi olduğu anlaşılan “yabancı terörist savaşçı”lar da fazla kurcalanmadan Avrupa, Asya ve Afrika’daki üçüncü ülkelere gönderildi.
Halk Meclisleri/ Savaşa Karşı Yaşam Hakkı Meclisi’nin, 15 Mart 2016’da kamuoyuyla paylaştığı “Suriye Savaşının ve Türkiye’nin Suriye Politikasının Hatay Üzerindeki Etkileri” başlıklı ilk raporunda, kentte sınır bölgelerinde yerel halk arasında IŞİD faaliyeti gözlemlendiği, kolluk güçlerince yakalanan yabancı IŞİD militanlarının ise gerekli hukuki kovuşturmalar yürütülmeden üçüncü ülkelere gönderildiği kaydediliyordu: “İsminin açıklanmasını istemeyen yerel bir kaynaktan aldığımız bilgiye göre, Geri Gönderme Merkezi’nde IŞİD militanları da bulunmakta ve bunlar Ukrayna, Ürdün, Malezya gibi üçüncü ülkelere transfer edilmektedir.”
Bu raporun yayımlanmasının üzerinden bir hafta, Erdoğan’ın da Brüksel’i “Koynunuzda yılan besliyorsunuz. Beslediğiniz o yılan her an sizi de sokabilir” diye uyarmasının üzerinden dört gün geçtikten sonra, 22 Mart 2016’da, IŞİD Belçika’nın başkenti Brüksel’de büyük çaplı saldırılar düzenledi. Saldırıların faillerinden İbrahim el-Bakraoui, Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi daha önce Antep’te “yabancı terörist savaşçı” olduğu tespitiyle yakalanmış, sonra da Avrupa’ya geri gönderilmişti.
Avrupa’da son dönemde yaşanan IŞİD saldırılarının failleri de Türkiye üzerinden mi geri döndü? Henüz bu yönde bir veri yok. Ancak, cihatçıların geri dönüş meselesinin çözümsüz bir şekilde ortada durduğu herkesçe bilinen bir gerçek. Geçtiğimiz haftalarda Reuters’e konuşan ve adı açıklanmayan bir güvenlik kaynağı, Türkiye’nin sınırdışı edilecek militanlara uluslararası prosedür olan “son görüldükleri yere sınırdışı edilmek” ile Malezya’ya gönderilmek arasında bir tercih sunduğunu söyledi. Yetkili, söz konusu militanların da pasaport sahibi oldukları ülkelerin Malezya’yla vize serbestisi anlaşmasından yararlanıp, kaçmak için ikinci seçeneği tercih ettiğini belirtti. Daha öncesinde Malezya Başbakan Yardımcısı Ahmed Zahid Hamidi de “Türkiye’den gönderilen en az 16 militanı arıyoruz” demişti.
Binali Yıldırım, 21 Ağustos’ta, Türkiye’nin “aşırıcılıkların önlenmesi” için güvence olabileceğini öne sürerek şöyle dedi: “Bu yabancı savaşçılar, dünyanın her yerinden kalkıp geliyorlar. Bizim toprağımızdan DEAŞ’a katılmak üzere Suriye ve Irak’a geçiyorlar (…) Pek çok Avrupalı yabancı terörist savaşçı kalkıp Suriye’ye gitmek istiyor DEAŞ’a katılmak için. Biz onları durduruyoruz, sınır dışı ediyoruz, ülkelerine geri gönderiyoruz veya masum insanları öldürmelerini engellemek için bir şekilde tecrit ediyoruz.”
Yıldırım’ın bu sözleri son dönemdeki sınır politikası ile örtüşüyor olabilir. Ama AKP iktidarı yıllar boyu tam tersi bir politika ile cihatçılara bilerek ve isteyerek köprü oldu. Bunu Rusya’dan ABD’ye bütün uluslararası güçler de ileride kullanılacak bir koz olarak kaydetti. Şimdi bu koz, yaşanan her saldırıda Türkiye’yi cihatçılara bariyer olmaya, Nusra ve IŞİD karşıtı operasyonlarda tehlikeli görevleri üstlenmeye zorlamak için kullanılıyor. Cihatçıların yığıldığı İdlip’teki patlamaya hazır bombalar da Türkiye’nin kucağına bırakılıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.