İnsanlık halidir, donu düşenle dalga geçmek hoş değildir. Ama küçük reislerin sergilediği manzara, büyük Reis’in halini de özetlediği için bir kenara not etmeye, tartışmaya değer
İnsanlık halidir, donu düşenle dalga geçmek hoş değildir. Ama küçük reislerin sergilediği manzara, büyük Reis’in halini de özetlediği için bir kenara not etmeye, tartışmaya değer
Büyük Reis, Adalet Yürüyüşü için ekranlardan “Bunlar şimdi terör örgütleriyle el ele kol kola dolaşmıyorlar mı? PKK, HDP, FETÖ’yle el ele kol kola” diye kükreyince, mesajı alan küçük reisler yollara çıktı.
Nasip oldu, yürüyüş kolu Sakarya’dan geçerken katıldık da, parmaklarını gerip elini üstümüze savurarak “Adaletinize sokayım” diye bağıran Ak-bacımızı görebildik. Yürüyüşçülere dombıra dinletmek isterken arabanın bagajına koydukları ses sistemini yakan Ak-gençleri de… Arabasının camından başını uzatıp eline aldığı bayrağı sallayarak “Türkiye için yürüyün Türkiyeeee!” diye birkaç kez bağıran, ilgi çekemeyince diyecek başka söz de bulamayan, biraz duraklayıp aynı sözü birkaç kez yineleyen, sonra çaresiz yoluna devam eden gariban Ak-ajitatörü de… Polisin üstüne atlayıp “Tutmayın beni” diye bağıran cesur yürekleri de… Arabalarına sakladıkları taşları yürüyüşçülerin ortasına atıp kaçanları da…
Ama nereden bilebilirdik ki asıl dehşetli manzara, ertesi gün Kocaeli’nde açığa çıkacakmış. Onu da yürüyüşü izleyen diğer gazeteciler sayesinde öğrendik. Adalet Yürüyüşü’nün 20. gününde Kuruçeşme mevkiinde üzerinde bozkurt figürü bulunan mavi flamayı açan bir kişi, “Teröristlerle kol kola gezmenin hesabını vereceksin. Hepiniz asılacaksanız, köpekler gibi can verecekseniz. Gebereceksiniz” diye bağırarak yürüyüşçülere tehdit savururken, bu cengaverin donu birden aşağı doğru sıyrılıverdi. Afedersiniz kıçı açıkta kaldı.[1]
İnsanlık halidir, donu düşenle dalga geçmek hoş değildir. Ama küçük reislerin sergilediği bu manzara, büyük Reis’in halini de özetlediği için bir kenara not etmeye, tartışmaya değer. O don artık örtmesi gereken yerde duramıyor. Ya da şöyle diyelim; iktidarın zafiyeti artık gizlenemiyor.
AKP iktidarının zayıflığını gizleyecek zırhlar, örtüler sıyrılıp gidiyor. 7 Haziran-1 Kasım arası süreç dahil uzun süre faydalandığı dış destek artık yok. Erdoğan’ın yalnızca ABD’yi ve Almanya’yı değil, Suudileri bile karşısında bulduğu, elini Putin’e kaptırmış olmayı bir ittifak manzarası olarak sunmaya çalıştığı G20’den sinir küpü olarak dönmesi boşuna değil.
Denebilir ki dış destek olmasın varsın, içerdeki halk desteği yeter. Ama AKP’nin o çok övündüğü halk desteğine dayalı meşruiyeti de artık yok. Toplumsal muhalefetin pek çok bileşeni için bu meşruiyet yitiminin miladı Gezi olabilir; Haziran 2013 itibariyle AKP sokağı kaybetmiştir. Ancak o dönemde “seçilmiş iktidar” olması nedeniyle, AKP’ye iktidardan el çektirilmesi fikri, sosyalist hareket içinde bile itirazla karşılanabiliyordu. Nihayet, bu “seçilmişlik” zırhı da şaibeli 16 Nisan referandumu ile ortadan kalkmıştır. 16 Nisan itibariyle, yalnızca toplumsal muhalefet değil egemen siyaset aktörleri nezdinde de, artık halk tarafından seçilmiş değil halktan çalınmış bir iktidar söz konusudur.
Yine denebilir ki gerekli toplumsal destekten ve dış destekten yoksun olsa bile, devlet aygıtına hakim olması yeter. İşte orada da soru işaretleri söz konusudur. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından devletin bozulan iç ahengini yeniden sağlamak için bir el güçlendirme hamlesi olarak gündeme getirilen 16 Nisan referandumu kontrgerillanın (devletin çekirdeğinin) birliğini sağlayacak bir sonuç da açığa çıkarmamıştır. AKP iktidarının saldırganlığı aynı zamanda bu zayıflığından kaynaklanmaktadır.
Kemal Kılıçdaroğlu, bu saldırganlık artık bir CHP milletvekilini hapse atmaya varınca harekete geçmiş, beyaz gömleğiyle yollara düşmüştür. Elbette geleneksel devletçi CHP gömleğini çıkartıp yeni bir gömlek giymemiştir. Hatta Adalet Yürüyüşü, “dikta” diye andığı Erdoğan iktidarının saldırganlığına karşı olduğu kadar devletin zayıflığına (sistemin krizine) karşı bir yürüyüştür de. Saldırganlığı engellemenin yanı sıra sistemin krizini giderme iddiasını da örtük olarak barındırmaktadır. Egemenler nezdinde bir iktidar alternatifi olarak kabul görmesi bu iddiaya bağlıdır.
Oysa şimdi çoğunluğu Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşüne müdahil olan sosyalistler, saldırganlığı durdurma ortak hedefini paylaşsa bile, en azından teorik olarak, devletin zayıflığının / sistemin krizinin giderilmesi gibi bir hedefe sahip değildir. Aksine bu krizin derinleşmesi ve ezilen sınıflar lehine köklü dönüşümler gerçekleşmesi için çabalarlar. Hareket bu noktaya vardığında yollar ayrılacaktır ancak henüz o yol ayrımına gelinmiş de değildir. Sistemin krizi ve AKP’nin saldırganlığı kararlı bir dünyada gelişmediği için, CHP frenleyici olarak değil hareket başlatıcı olarak sokağa indiği için, yol ayrımının ufukta ne zaman görüneceği de meçhuldür.
Yürüyüş anına odaklanacak olursak, CHP sırtına geçirdiği gömleği değiştirmemiş olsa bile, bu yürüyüş sayesinde üstüne bastığı ayakları değişmiştir. Parti örgütü örgütlüğünü keşfetmiş, taban özgüven kazanmış, yıllardır beslenen güvensizliğin giderildiği anda inanç ve kararlılık kendini göstermiştir. CHP’nin sosyalistlerle, HDP’yle ve toplumun diğer kesimleri ile yanyana gelişini sağlayan şey de sırttaki gömlek (ideoloji) değil, yoldaki ayaklar (pratik) olmuştur. Elbette bu ikisi arasında da bir diyalektik ilişki vardır ama yalnızca gömleğe ve gömleğin sahibine takılıp kalan bir tartışma, hareketi milyonların hayatını etkileyen gerçek toplumsal-siyasal çatışma ile değil komplo teorileriyle açıklamaya çalışacak, ayrıca yolun ve yoldaki ayakların dönüştürücülüğünü ve kitlede yaşanan dönüşümü ıskalayacaktır.
Öte yandan, sosyalistlerin yürüyüşe müdahil olarak CHP’yle bir zaferi paylaşma olasılığı çok zayıf görünebilir. Ama olası bir yenilgi durumunda, yürüyüşe katılmayanların dahi bu yenilgiyi paylaşmama şansı yoktur.
2006’da Meksika halkının kayda değer bir bölümü başkanlık seçimi kampanyasında merkez sol lider Andrés Manuel López Obrador’u destekliyordu. 1994’te neoliberal politikalara karşı efsanevi bir silahlı isyanla tarih sahnesine çıkıp Chiapas eyaletinde özerklik ilan eden Zapatista gerillalarının kar maskeli (yüzsüz) karizmatik lideri Marcos ise bu sosyal demokrat liderin güvenilmezliğine dair haklı eleştiriler sıralıyordu. Marcos, hiçbir adayı desteklemeyeceklerini, Meksika’da gerçek bir demokrasinin kurulması adına doğrudan halkı muhatap alacağını vurguluyordu. “Obrador solu temsil etmiyor, Obrador’un yapmak istediği tıpkı Lula gibi büyük sermayenin, ABD dışişleri bakanlığının, Gringoların desteğini alan bir projedir” diyen Marcos afili bir sözle kestirip atıyordu: “EZLN tüm politikacıların sınıf düşmanıdır!” Eleştirilerinde hiç de haksız değildi.
Ne var ki, bildiri cümlelerindeki soyutlamalar “politikacılar sınıfı”nın somut çatışma içinde halkla girdiği etkileşimi ıskalayabiliyordu. Seçimler öncesi patlak veren iktidarın yolsuzlukları ve toplumsal hareketlerin yarattığı siyasal zemin, Obrador’un söylemini ve pratiğini de radikalleştirip sola çekti.
Temmuz’da gerçekleşen başkanlık seçimini kıl payı kaybettiği açıklanan Obrador ve taraftarları ABD’nin yakından ilgilendiği ve sağcı adayı desteklediği oylamada hile yapıldığını söyleyerek sokaklara çıktı. Obrador paralel hükümet ilan edeceğini söyledi ve yüz binlerce taraftarıyla meydanları işgal etti.
Marcos bu süreçte de Obrador’a ve parlamenter politikaya karşı “haklı” ve “genel olarak doğru” eleştirilerini sıralayarak hareketin dışında kaldı. Marcos’un eleştirileri haklıydı ancak ne ABD ne de sağcı neoliberal iktidar, Obrador’un sistem içi bir aktör olmasını ona saldırmamak için yeterli buldu. Ezilenlerin taleplerine kısmen de olsa açık ve sistem karşıtı toplumsal hareketlerle kısmen de olsa etkileşim içinde olan bir sistem partisi de sisteme fazla geliyordu.Zaten iş bir sosyal demokrat lideri ya da sandıksal siyaseti çoktan aşmış, zorla sistemin dışına itilen yığınların omzunda yükselen militan bir kitle hareketine dönüşmüştü. Kısa süre içinde hükümetin karşı-saldırısı başladı ve Obrador taraftarlarını ezdiği gibi Zapatistaları ve müttefiklerini de es geçmedi. Saldırı anında tepki verildiğindeyse artık iş işten geçmişti. Devlet güçleri, Oaxaca’da eğitimci grevi üzerinde yükselen komün hareketini tutuklama dalgalarıyla bastırıp, Zapatista gerillalarını da paramiliter şiddetle ormanlara dönmek zorunda bıraktı.
Meksika seni anıyorum, Türkiye sen anla…
Eğreti duran sadece iktidarın donu değil, ana muhalefetin gömleği ve devrimcinin maskesidir de. İşin sırrı ise yolda yürüyebilmekte, yolun sonunu getirebilmektedir.
Dipnot:
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.