Suriyeli göçmenlerin Türkiye’nin “emek piyasası”na büyük oranda “entegre” edildiği bir gerçekliktir. Evet, bir entegrasyon vardır, ancak bu Türkiye’nin kayıt dışı cehenneminin bir parçası olarak gerçekleşmiştir
Suriyeli göçmenlerin Türkiye’nin “emek piyasası”na büyük oranda “entegre” edildiği bir gerçekliktir. Evet, bir entegrasyon vardır, ancak bu Türkiye’nin kayıt dışı cehenneminin bir parçası olarak gerçekleşmiştir
Zaman zaman nükseden “yabancı düşmanlığı” (siyaset bilimindeki adıyla xenophobia) yeniden yükselişe geçmeye başladı.
Birkaç gün önce, Sakarya’nın Kaynarca ilçesinde yaşanan vahşet bu konudaki tehlikenin hangi boyutlara vardığına işaret etmektedir. İşyerinde Suriyeli iş arkadaşıyla yaptığı bir kavga nedeniyle, Suriyeli bir bebeği ve 9 aylık hamile annesini katleden bir zihniyeti kavramlarla anlatmak mümkün değildir.
Toplumdaki şiddet eğiliminin, sadece yabancı düşmanlığıyla da sınırlı olmadığına ilişkin onlarca örnek kısa bir medya taramasıyla bile kanıtlanabilecek düzeydedir. Tahammülsüzlük, düşmanlık inanç, etnik köken, düşünce gibi çok farklı biçimlerde sürekli üremektedir. Yaşananlar, en küçük kıvılcımda kontrol bile edilemez sonuçlara yol açılabileceğine işaret etmektedir.
İktidarın olaylara yaklaşımında iki farklı tepki gözlenmektedir. Biri soruna siyasetin yerleşik anlayışı içinde “popülist” bir yaklaşımla diğeri ise ekonomik fayda çerçevesinde bakmaktadır. Başbakan Binali Yıldırım, tam da Kaynarca’da cinayetin işlendiği gün yaptığı bir açıklamada, şunları söylemektedir: “Haddini aşıp taşkınlık yapan, suç işleyen kendisini hâkim önünde, gerekirse sınır dışında bulur.”[1] Suriyelilere yönelik bu açıklama bir anlamda yabancı düşmanlığı furyasına kapılmış seçmenlerin gönlünü hoş etme çabası olarak görülebilir.
Ancak iktidarın öne çıkan yaklaşımı, daha çok ekonomik fayda düzleminde kendini hissettirmektedir. Önce Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak ve bir gün sonra da Başbakan Binali Yıldırım’ın aynı sözcüklerle yaptığı açıklamalar buna kanıt olarak gösterilebilir.
Hürriyet Gazetesi’nden Hande Fırat’ın, son dönemde yaşanan bazı olaylar üzerine Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak’tan aldığı görüşlerle yaptığı haberde şunlar ifade edilmiştir:
“FABRİKALARIMIZ DURUR: Türkiye 3 milyon insanı beşeri sermaye olarak da görmelidir. 3 milyon insan içinde yüksek tahsilliler, uzmanlar var. Şu anda Kahramanmaraş’ta, Adana’da, Osmaniye’de, Gaziantep’te hatta Ankara’da Ostim’de birçok ilde eğer Suriyeliler olmazsa düz işçilik yapan yok. Fabrikalarımız durur.”[2]
Metinde ilk dikkati çeken; resmi ifade ile 3 milyonluk “geçici koruma altındaki” Suriyeliye “beşeri sermaye” olarak bakılmasıdır.
Buna çok şaşmamalı, çünkü kapitalizm koşullarında, “sermaye” egemen bir kavram, insan dahi sermaye olarak tanımlanıyor. Öte yandan buna da alışmamak gerekiyor.
İkinci olarak yüksek tahsillilerin, uzmanların varlığından söz edilmektedir. Suriyeli nitelikli işgücünün ne kadarının sahip olduğu niteliklere uygun alanlarda çalışabildiğine Bakan’ın verebilecek bir yanıtının olduğunu sanmıyoruz.
Belki eksik biliyor olabiliriz, ancak devletin elinde Suriyelilerin mesleklerine ilişkin bir veri tabanı bulunduğuna dair tek bir bilgi ortada görünmemektedir.
Genel olarak söylenen Suriye’deki üniversitelerin Türkiye’de denkliklerinin olmadığıdır. Yani Suriyeli bir doktorun diploması Türkiye’de geçerli kabul edilmiyor ve dolayısıyla mesleğini (kayıtlı olarak) yapmasına izin verilmiyor. Yani “beşeri sermaye” olarak gördüğünüz bu insanların, kendi mesleklerini bile yapmalarının koşulları bulunmuyor.
Açıklamadaki son bölüm ise başka bir vahameti sergiliyor: Başbakan Yardımcısının ve Başbakanın açıklamalarını okuyan herkes Türkiye’deki fabrikaların Suriyeliler sayesinde ayakta durabildiği düşüncesini edinebilir. Bu nedenle de Suriyelilere tahammül edilmesi istenmektedir.
Resmi veriler ile yapılan bu iki açıklamayı yan yana koyduğumuzda anlaşılması zor bir boşlukla karşı karşıya kalınmaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na göre 2014 yılında çalışma izni alan Suriye vatandaşlarının sayısı 4 bin kişidir.[3] Bakanlık kaynaklarına göre Habertürk gazetesinin yaptığı haberde ise 2016 yılında çalışma izni alan Suriye vatandaşlarının sayısı ise 13 bin kişi olarak açıklanmaktadır.[4] Bu sayıların içinde önemli oranda kendi işini kuran, yani esnaf, işveren Suriyelinin bulunduğu unutulmamalıdır.
Nasıl oluyor da Türkiye’nin fabrikaları, 13 bin kişiden daha az olan Suriyeli göçmenler olmazsa duracak noktaya gelebiliyor?
Yapılan bu açıklamalar üzeri örtülmeye çalışan bir gerçekliğin; “kaçak” veya “kayıtdışı” çalıştırmanın en yüksek perdeden itirafı haline gelmektedir.
Hacettepe Üniversitesi tarafından yapılan ve TİSK tarafından yayınlanan bir araştırmada 2015 yılında 300 bin Suriyelinin kayıt dışı çalıştığının tahmin edildiği belirtilmektedir.[5]
İyimser bulduğumuz bu sayının izleyen yıllarda artan Suriyeli nüfusla birlikte daha da yükseldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Özetle, yine resmi açıklamalara göre yüzde 33,1 dolayında olduğu söylenen kayıtdışı istihdam oranı[6], Suriyeli ve diğer ülkelerden göçmenlerle daha da artmaktadır.
Son bir yıl içinde çeşitli kuruluşlar tarafından yüksek bütçeli projelerle sürekli Suriyeli göçmenlerin “entegrasyon”u üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Buradaki entegrasyon çalışmalarının da önemli bir kısmı da “emek piyasası” merkezlidir.
Bu tür çalışmaların gözden kaçırdığı önemli bir gerçeklik ise, aslında Suriyeli göçmenlerin Türkiye’nin “emek piyasası”na büyük oranda “entegre” edildiğidir. Evet, bir entegrasyon vardır, ancak bu Türkiye’nin kayıt dışı cehenneminin bir parçası olarak gerçekleşmiştir.
İstihdam temelli teşvikler, destekler bile bu gerçekliği değiştirmeye yetmemektedir. Çünkü kayıt dışı ekonomi, Özal döneminden beri ekonomik şoklara ve uluslararası rekabete karşı Türkiye’nin esnekliğinin temel gücü olarak kabul edilmektedir.
Kayıt dışı ekonomi, Türkiye ekonomisinin önemli ve egemen ekonomi politiğin vazgeçilmezidir. Aksi halde resmi haliyle yüzde 33’ün üzerinde bir kayıt dışı istihdamın varlığı başka türlü izah edilemez.
Suriyeliler, kayıt dışı ekonomi sisteminin en alttakilerini oluşturmaktadır. Yasalarla belirlenmiş her türlü sınırın ötesinde, aşırı ve acımasız bir sömürüye tabi tutulmaktadır. Daha uzun süre, daha çok, daha düşük ücretlerle ve hiçbir güvence olmaksızın çalıştırılan Suriyeli göçmenler, kayıt dışı ekonominin “emek piyasası”nı da koşullar bakımından daha da aşağıya çekmektedir. Yakın zamanda bir grup akademisyen tarafından İstanbul’daki tekstil atölyelerinde yaptığı bir araştırma bize gözlerden kaçırılmaya çalışılan gerçekliğin resmini vermektedir.[7]
Yüksek işsizlik ve ekonomideki daralmayla birlikte, kayıt dışı istihdam içinde bile artık kıyasıya rekabet gündemdedir. İşsizlik, yoksulluk ve çaresizlik, işçilerin birbirleriyle ölümcül bir çatışma içine girmesine ve bunun en kolay yolunun ise yabancı düşmanlığı ile perdelenmesi, tartışmasız biçimde işverenlerin lehine ve haliyle işçilerin (hangi ülkeden olursa olsun) aleyhine bir tablo yaratmaktadır.
Bunu tersine çevirmek, işsizliğe, yoksulluğa karşı mücadele işçilerin birbirlerine karşı değil, birlikte hareket etmeleriyle mümkün olabilecektir. Dünya deneyimleri, bunun zor ama doğru olan tek yol olduğunu ve istenirse başarılabileceğinin örnekleriyle doludur.
İşçi sınıfının birlikte mücadelesini sağlayabilmek için ise yine sorumluluk en çok siyasetin soluna düşmektedir.
Günümüzün acı bir başka gerçeği ise sol veya kendini solda tanımlayan birçok siyasal yapının ana gündeminde bu hedef yoktur. Varmış gibi davrananların bir kısmı ise ortak mücadele yerine, kendileri dışında herkese karşı “sendika düşmanlığı” biçimine bürünmüş bir tür “yabancı düşmanlığı” ile davranmayı tercih etmektedir.
Sendikaların da küçümsenmeyecek hataları olduğu açıktır. En azından, Suriyelilere ve hatta tüm göçmen işçilere karşı bir kayıtsızlık hakimdir. Göçmenleri kendilerine rakip olarak görmek bu hatanın en büyük payını oluşturmaktadır.
Bütün bunlar aşılabilir, aşılmalıdır.
Dipnotlar:
[1] Suç işleyen Suriyeli gider, Türkiye Gazetesi, 06.07.2017; http://www.turkiyegazetesi.com.tr/gundem/487022.aspx
[2] Başbakan Yardımcısı: Hoşgörüyü elden bırakmayalım… Hande Fırat, Hürriyet, 5 Temmuz 2017 http://www.hurriyet.com.tr/basbakan-yardimcisi-kaynak-kimsenin-suc-isleme-ozgurlugu-yoktur-40509701
[3] Yabancı Çalışma İzinleri 2015, ÇSGB, https://www.csgb.gov.tr/media/3209/yabanciizin2015.pdf
[4] Türkiye’de çalışma izni verilen yabancı sayısı, Habertürk, http://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/1356673-turkiyede-calisma-izni-verilen-yabanci-sayisi
[5] Türk iş dünyasının Suriyeliler konusundaki görüş, beklenti ve önerileri, TİSK, 2015, http://fs.hacettepe.edu.tr/hugo/dosyalar/hugo-tisk-07122015-mme.pdf
[6] İşgücü istatistikleri Mart 2017, TÜİK, http://www.tuik.gov.tr/HbGetirHTML.do?id=24628
[7] Suriyeli göçmen emeği, Doç. Dr. Ertan Erol vd. Birleşik Metal-İş Yay. 2017, http://www.birlesikmetal.org/kitap/gocmen2017.pdf
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.